Sağ salim Paris’e ulaştığının haberini aldığımız akşam güzel bir şarap açarak kutlamıştık.
Ama terasta o mutlu ilkbahar akşamı bile siyaset konuşmamıştık.
Diyorum ya, "hayatın şeyleri" her şeyin üzerine çıkıyor ve o karanlık günlerde dahi bizi yaşamaya zorluyordu.
12 Eylül, bazıları için işkence, bizim içinse Gaziosmanpaşa’da bahçe içinde iki katlı bir ev ve o terastı.
Evde her zaman belli belirsiz bir Uzakdoğu müziği çalardı.
Yıllar sonra Seyşel Adası’nda, okyanusa bakan bir villanın verandasında aynı duyguları hatırlayacak ve tek başıma o muhteşem dostumun şerefine kadeh kaldıracaktım.
Tüvit ceketi, kadife pantolonu ve ağzında piposuyla, Figen Batur’un Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki sanat galerisine girişi tekrar gözümün önüne gelecekti.
Kolunun altında Fransa’da yeni çıkmış birkaç kitap olacaktı.
Büyük dostlukların hiçbir sınır tanımadığını bize o öğretecekti.
Tansu’ya baktım, "Michelle’in düğününe mutlaka gidelim" dedim.
"Kimle evleniyor baktın mı?" diye sordu.
* * *
Michelle’in isminin yanında bir kadın ismi vardı.
Tansu’ya döndüm, o da bana bakıyordu.
Dikkat ettim, ikimiz de yüz hatlarımızı değiştirmemeye çalışıyorduk.
Sessizliği bozan ben oldum.
"Michelle lezbiyen miydi?"
"Bilmiyorum" dedi.
Yanlış hatırlamıyorsam, daha önce erkek arkadaşları olmuştu.
Tekrar birbirimize baktık.
"Michelle’in düğününe mutlaka gidelim" diye tekrarladım.
"Evet gidelim" dedi.
* * *
Ama gidemedik.
Tam o tarihte çok önemli bir işimiz çıktı.
Figen gitti ve düğünün ayrıntılarını ondan dinledik.
Düğün, Paris’te bu tür evliliklere izin veren küçük bir kilisede yapılmış.
Bütün aile oradaymış.
"Michelle her zamanki gibi çok güzeldi" dedi.
Önceleri hiç lezbiyen arzuları yokmuş.
Bir gün bir yerde karşılaşmışlar ve ilk görüşte aşk olmuş.
Geçenlerde İstanbul’a geldiler.
Çok mutlular.
* * *
Diplomat dostumuz şimdi Fransa’nın güneyinde bir köyde yaşıyor.
Sık sık haberleşiyoruz.
Ocak ayında İstanbul’da ona bir yaş günü partisi yapacağız.
12 Eylül takımı bir araya geleceğiz.
Eminim yine sadece hayatın şeylerinden konuşacağız.