Mevzular arası trekking

Bugünlerde en bayıldığım diyalog şu: Tom Ford ve Karl Lagerfeld bir İtalyan dergisinin röportajı için bir araya gelirler. Tom Ford, Lagerfeld’e sorar: Mutlu musunuz?

Lagerfeld şahane bir yanıt verir: Darling, ben o kadar hırslı biri değilim!

Oysa ikibinli yılların insanı çok mutlu olmak, kendini ve dünyayı tanımak/tanımlamak adına o kadar çok hırpalanıyor ki... Hem de bile isteye.

n Mesela Swissotel’de, "Biz Ne Biliyoruz ki" belgeselinden tanınan meşhur kuantum profesörü Fred Alan Wolf’un iki gün boyunca (çarşamba-perşembe) verdiği kuantum fiziği semineri.

Salonu dolduran çoğunluğu kadın 150 kişi algılarını daha çok açmak, kendini/evreni anlamak derdindeydi. Fred Hoca’nın anlattığını anlamayan ya da sıkılan, ara sıra uyukladı.

Hatta Türkler’den beklenmeyecek şekilde bunu itiraf eden de oldu, "Uykum geldi" diye.

Sonra Fred Hoca -o da sevilmek istiyor sonuçta- dayanamayıp iki tane hiç duymadığım çok güzel ve felsefi alt metinli filan Nasrettin Hoca fıkrası anlattı.

n Fred Hoca’nın salondakilere yaptırdığı en ilginç deney ise şuydu: Bir kesekağıdı dağıtıldı herkese.

Tonton Fred (benim algılamam bu) kesekağıdının alt kısmının makasla kesilmesini istedi. Sonra da herkesin tanımadığı bir partner bulmasını... Salondakiler meraklandı, ne yapılacaktı kesekağıdıyla? Fred Hoca şöyle buyurdu: "Partnerinizle kafalarınızı karşılıklı kese kağıdına sokup yüz yüze bakın. Bir süre öyle kalın ve sonra ne hissediyorsanız anlatın".

Doğrusu tuhaftı; daha önce yüzünü hiç görmediğim kesekağıdı partnerime uzun uzun baktım mesela. Önce komik geldi sonra da karşıdaki yüz bir ayna gibi gelmeye başladı.

Tabu filan yerine arkadaşlarla yüz yüze kesekağıdı oyunu oynanmalı diyorum, yeni trend bu olsun. Güvenin bana: Bedenden soyutlayıp yüze bakınca birebir, bir acayip oluyor.

n Daha da ötesi: Yoksa gelecekte çocuklar kuantum usulü zaman sıçraması filan mı oynayacak? Neden olmasın? Çocuklardan korkulur...

OKAN, NİHAT’A MI ÖYKÜNÜYOR

n Zamanı değil ama yazı içinde sıçrama yapıyorum, hemen şimdi: Nihat Odabaşı, Okan Bayülgen’in "Pudra" sergisinde yaptığı gibi siyah beyaz, photoshop hissi sıfır "gerçek" bir portre çekmiş Müzeyyen Senar’a. Çarşamba günkü Kelebek’te yayınlandı. Nihat bu fotoğrafla Okan’a öykünmüş gibi. Ama Okan da, "photoshop’çu fotoğrafçılar" diye laf atarak aslında Nihat’ın yaptıklarına öykünüyor. Onun gibi gerçeküstü/ay üssü alfa misali cilalı kareler çekme derdinde. Yoksa niye çemkirsin habire?

n Dünyanın en ünlü transseksüeli (neden öyle bilmiyorum) Amanda Lepore, yeni sezonunda Cahide’ye gelip şov yapacakmış. Beni heyecanlandıran bu değil. Amanda’ya eşlik edecek olan arkadaşı, ünlü (manyak) fotoğrafçı David LaChapelle. Cahide’yi o gece fotoğraflayacağı söyleniyor. Acaba Okan ve Nihat, David’in işleri hakkında ne düşünüyor? Ya da LaChapelle, onlara şöyle mi yanıt verirdi: "Darling, ben sizin kadar hırslı değilim".

DAHA ÇOK STERİL SIĞINAK

n Geçen gün "sipariş" yazısını yazınca fark ettim. Hayatım sipariş. Sürekli sipariş veriyorum. Bakkaldan gazete/ekmek/peynir, restorandan pizza/tavuk/biftek filan...

Bu giderek şöyle bir vaziyet alabilir mi? Mesela arkadaştan "iyi vakit geçirmenin siparişi", sevgiliden "iyi bir seks siparişi", ebeveynden "şefkat siparişi" filan... Hap gibi, anında. Daha fazla uzatmadan, şip şak. Pata küte...

n Bir İstinye Park heyecanı var. Anlaşılan kimseyi Kanyon kesmedi. Bu da kesmez ama. Altı ay, hatta üç ay sonra sıkılınır İstinye Park’tan. Ne kadar yeni marka getirse de, şu/bu/o restoran açılsa da, durum bu. Çünkü kimse memnun değil yaşadığı şehirden. "İstanbul’a bayıldım, burada yaşamak istiyorum" diyen yabancılar sanal karakterler gibi geliyor hepimize. O yüzden: Ne kadar lüks/steril sığınak olursa, o kadar iyi.
Yazarın Tüm Yazıları