Çok kazık bir hikáye

Tutuklanmasıyla beraber yine yeniden gündeme gelen Nil Demirkazık pek acayip bir Türkiye figürü, bir antika kadın.

İnsan yine de merak ediyor, neydi bunca senedir Bayan Demirkazık’ın derdi diye?

Nasıl olursa olsun bir şekilde gündeme gelmek mi?

Bir gün ama bir gün mutlaka milletvekili olabilmek mi? Ya da medya arşivlerine adını "her taşın altından çıkan akılalmaz hırslı ev kadını" olarak yazdırabilmek mi? Belki hepsi. Ve daha fazlası.

Nitekim Demirkazık’ın etkinlik yelpazesi inanılmaz. Girmediği delik kalmamış şimdiye kadar. Gül’le çektirdiği o ilk dekolteli fotoğrafı, Kamer Genç’le yaptığı çiçek sulama muhabbeti, Kopenhag’taki AB Zirvesi’ne gidip yabancı basın mensuplarına röportaj yumurtlaması, Irak’ın resmi davetlisi olarak bu ülkeye defalarca gitmesi, hatta Saddam’ın sarayındaki doğum gününe katıldığını söylemesi, gazetecilerin bile alınmadığı bazı uluslararası resepsiyonlara kendi kendini akredite edebilmesi, Tayyip Erdoğan’a ithafen "Her zaman kaçan sen, kovalayan ben/kalbimi insafsız yaralayan sen" diye şiirimsiler/maniler döktürmesi, "Nil’in Ak Günlüğü" diye bir kitap yazması, Siirtspor Kulübü’nün yönetimine aday olmak istemesi, o zamanki başkanın da "Takımı başarıya götürecek, istekli herkese devretmeye hazırız" diyebilmesi, en sonunda AKP kendisiyle ilgilenmeyince rotayı Güneydoğu’ya kırması, Diyarbakır’dan milletvekili adayı olması, silahla verdiği pozlar, DTP kongresine katılması, filan...

Yani cepte sonsuz bir azim ama sıfır tutarlılıkla her yere ama her yere yetişebilmesi.

Bir röportajında (Aktüel/2003), adını vermediği bazı stratejistlerle çalıştığını itiraf etmişti Bayan Demirkazık: "Aralarında Çiller’le çalışmış insanlar da var, ABD’de bu işin eğitimini almış uzmanlar da.

Benim gündeme nasıl geleceğim ve bu süre içinde neler yapmam gerektiği konusunda ’know how’ veriyorlar". Ne bitmez ’know how’mış ama...

Nişantaşı’nın gecesi

n "Yazın Bebek, kışın Nişantaşı’na gidilir" diyen her kimse (ya da yok mu öyle biri?) doğru demiş aslında. Nişantaşı bugünlerde hiç olmadığı kadar hareketli.

Önceki gece gayet ağırbaşlı bir mekan olarak bildiğim Brasserie Leea’da parti vardı mesela. Manken camiasından sürüyle ismin akın ettiği gecede bizim dikkatimizi çeken isim -en eskilerden- Engin Koç oldu. Kendisinin ismi anılınca otomatikman, "Ha bir de Yusuf Azuz vardı di mi?" oluyor. Nedense. Böyledir, manasız refleksler dünyası...

Yenilenip tazelenen Niş’in müzik işleri Can Hatipoğlu’na emanet. Onun çaldığı ve herkesi coşturduğu salı geceleri iyi geçiyor. Reklamcılar, dergiciler, ne iş yaptığını kestiremediğim havalı tipler ve Eda Taşpınar/Nurettin Hasman orada. Genellikle.

Niş’in hemen yanında Scent diye bir kulüp açıldı. Hareketli bir yer, ama daracık mekanın her yeri stand-stand-stand. Biraz boğucu/yorucu gibi.

Marka’ya bir kez girdim, şaşırdım: Koridordan dümdüz ilerle, merdivenlerden aşağı inerken duvardaki manzara şahane. Ayrıca Marka’nın kitlesi fiyakalı; sıfır kırışıksız/ütülü gömlekler gibi. İlginç.

City’s alışveriş merkezi bir-iki haftaya açılıyor gibi. Buranın inşaatı yüzünden gece/gündüz gürültü ve toz çilesi çekenler nihayet bir "oh" çekecek. Arabasını oranın önüne park ettiğinde inşaattan çıkan kamyonların gazabına uğrayanlar da...

Klasiklerden, meşhur Touchdown aynı. Gazeteci Simten Danışman’ın her telden Türkçe şarkıyı kafasına göre arka arkaya çaldığı salı gecesi gittim mesela. Ortalık inliyordu. Hoş, Simten hep çalsın!

Nişantaşı’nın gecesi bitmez, daha devam edeceğiz...
Yazarın Tüm Yazıları