Kurt Seyit ve Şura: Beklenti ve Gerçekler

Dizinin etrafına örülen heybetli kadife perde kalktı. Arkasından ‘son yılların en büyülü aşk hikâyesi’nin çıkmasını bekleyenler hayal kırıklığına uğramış gibi. Ama bunun ne önemi var!

Haberin Devamı

Kurt Seyit ve Şura, dizi sektörüne çağ atlatma reklamıyla değil de mesela daha derinden, belki viral kanallarla ilk bölümüne girse, “Bu muydu iddianız?” hissini yarıya indirirdi. Işık hatalarını, kurgu sorunlarını, oyuncuların tutukluklarını daha az konuşur, olması gerektiği gibi Kıvanç Tatlıtuğ’un ne kadar yakışıklı, Birkan Sokullu’nun beklentimizin karış karış üstünde iyi olduğundan bahsederdik. Farah Zeynep Abdullah, o görkemli afişlerde bu derece prensesleşmeseydi, belki dizide saçlarının cansız, cildinin solgun oluşu kimsenin diline dolanmazdı.
Ama ‘hype’ denilen şey vezir de eder rezil de türünden çalışıyor. ‘Daha önce görülmemiş türden epik’ filan gibi gazlarla şişen balon, hedeflediği gibi izleyicisini de uçurmuyor. Peki, diyelim, reji ‘büyü’ işini tam çözemedi, Kıvanç Tatlıtuğ Kuzey’den sıyrılamadı, konuşmalar üst perdeden çalarken yapay kaldı, yan roller (Birkan Sokullu hariç) tatmin etmedi, müzik güzel de suyu çıktı. Listeyi uzatmak isteyen, armudun sapı, üzümün çöpü diye daha ekleyebilir.
Fakat, nihayetinde, aslında bunların hiçbirinin önemi yok.
“Madem bu kadar para harcadılar, daha iyisini çeksinler kardeşim!” diyecek aşamaya gelmenin bile BÜYÜK gelişme olduğu bir çöldeyiz çünkü. Bir televizyon dizisine ‘özenmeye’, sadece ince ince düşünen birilerinin olmasına hayret edecek noktadayız. Tozlu Yollar filan gibi dönem dizileri gördük. Ne peruklar, ne kostümler, ne uyduruk şamdandan, sandıktan dekorlara maruz kaldık.
Bir tarihçiye bari bir telefon açıp sorma zahmetine girmeden, tarihi ‘biopic’lerin altından kalkacağını sanan yapım şirketlerine katlandık. Sanat ekibinden keseyim, ışığı boş vereyim, mekân kirasından düşeyim de oyuncu bilmem kim kısa yoldan reyting getirsin diyen adamların kurnazlıklarına alet olduk.
Küçük Gelin, Arka Sokaklar, Şefkat Tepe çok izleniyor bu ülkede. O yüzden, Kurt Seyit ve Şura’ya tüm kalpleriyle özendikleri belli bir ekibe ‘olmamış’ demek haksızlık.
Dizi sektörüne çağ atlatması için Downton Abbey ile gelmelerini beklemiyordum zaten. Ortaya başyapıt çıkarmasalar da daha önce denemeye üşenilen, ‘oralara kadar gitmeye ne gerek var’, ‘buna bu kadar para harcanmaz’, ‘tarih danışmanını ne yapacağız Google var’ zihniyetini kırdığı için önemli bu dizi. Kıvanç Tatlıtuğ oyunculuğunu çok geliştirdi klişesini 2012’de bırakmıştık. O yüzden ondan da hayatının rolünü beklemiyordum. Üniformalı Kuzey gibi gelmesi ilk bölüm için normal. Ne de olsa Kuzey Tekinoğlu da bir ara delikanlı Behlül’dü.
Senaryoya gelince; Ece Yörenç’in sırtındaki yük ağır. Dönemin ruhunu kaçırmadan, 2014 İstanbul Türkçesine fazla bulaşmadan izleyiciyi samimiyetle yakalayabilmek istiyor. Bunun için araya ‘lakin’ serpiştirmeli Türk dönem dizisi yazma kalıbına girmediğinden o da sektör için yeni bir şeyin peşinde. Dönemin hissini eski kelimlerle değil, konuşmanın akışındaki kibarlıkla yakalamaya çalışıyor. Kitabın edebi tonunu, ağırbaşlılığını karakterlerine geçirmek istiyor.
Bence, birkaç bölüm sonra çok daha iyi olur. Aynı Medcezir’de olduğu gibi Kurt Seyit ve Şura’nın da beşinci bölümden sonra ısınacağını, izleyicisinin rahat edeceği sıcaklığa geleceğini düşünüyorum.
Demem o ki, Kerem Çatay merak etmesin. Paralar boşa gitmedi. Kurt Seyit ve Şura yapmaya cesaret ettiği her şeyle, özensizce kıvrılan tüm dizilerle aradaki uçurumu açtı. Televizyonu nihayet ciddiye alan, “Sinema filmi çekmiyoruz ki” demeyen birilerinin çabası bile ‘sektöre çağ atlatmanın’ sınırına yaklaşmaktır. O yüzden kıla yüne takılmayalım. Bu gözler neler gördü.

Yazarın Tüm Yazıları