Kendi memleketinde turist gibi olmak

MARMARA Belediyeler Birliği, kentsel trafik konusunda bir seminer düzenledi. Bu seminerin, özellikle engellilerin yaşadığı sıkıntılar açısından tüm kentler için bir sorun izleği yakaladığını söylemek mümkün.

Birliğin Çevre Yönetim Merkezi Direktörü Aynur Acar aslında hem komik hem trajik bir veri açıklıyor konuşmasında.
“Turist kazalarının çoğu, yaya geçitlerinde oluyor” diyor Acar ve devam ediyor:
“Türkiye’de, turistlere yaya geçitlerinde çarpıyoruz. Çünkü sürücülerimiz, yaya kaldırımlarında çok dikkatsiz ve umursamazlar. Bunun nedeni de Avrupalı sürücülerin yaya kaldırımlarında yayayı görünce durarak yol verme mecburiyetidir. Türkiye’de ise yayalar, korkudan sürücülere yol veriyor.”
Meali;
Trafik kurallarının ilahi kurallar gibi algılandığı ve uygulandığı bir memleketin adamı...
Bizimki gibi trafik kurallarının takdir-i ilahi’ye havale edildiği bir ülkeye gelirse...
Yaya geçidinde ezilmemesi mümkün değil.
Üstelik “eskaza” ezilmez de, arabanın altında kalmaktan kurtulursa, bu sefer de “yola atladığı” için şoförün dayağından kurtulması gibi başka bir sorunla mücadele etmesi gerekir.
İşte dün yolları otabana dönüştürülmüş Başkent’ten böylesine üzücü bir haber duyuldu Türkiye’de. Tekel işçisi Hamdullah Uysal, Kızılay’da karşıdan karşıya geçmek isterken yaşamını yitirdi.
Ecnebilerin temel bir bakışı var konuya.
O da, yolların araçlar ve insanlar arasında adaletli, hatta insanlar açısından pozitif ayrımcılıkla kullanılması.
Oysa bir bakın çevrenize. Hangi yol, düzen, sistem yayalar için oluşturulmuş durumda?
Bizde trafik, araçsız insanların kendilerini araçlı insanlara karşı koruması mantığı üzerine kuruludur.
Üstelik kimse poposunun altında bir otomobille doğmamış olmasına rağmen.
Araçsız bir insan, bir otomobilin sürücü koltuğuna oturur oturmaz Dr.Jekyll-Mr.Hyde hikayesi yaşanıyor.
Farkındaysanız bizdeki trafik eğitimi hepimizin zihnine kazınmış “önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola” bakın cümlesinde saklıdır. Şoförlere mutlaka yaya geçidinde durun denmesi hiç gelmez aklımıza.
Ama işte bu yüzden yok mu onca “bir İngiliz, bir Fransız, bir Türk” diye başlayan fıkralar?
Tıpkı feministlerin toplantısının anlatıldığı fıkrada olduğu gibi.
Feministler kocalarına gidip “Bundan sonra kendi bulaşığını, çamaşırını kendin yıkacaksın. Ben artık karışmayacağım” deme kararı alırlar.
Altı ay sonra tekrar toplanmışlar, Alman kadın anlatmış:
“Gider gitmez kocama her işini kendisinin yapmasını söyledim. Bir gün birşey göremedim. İkinci birşey göremedim. Üçüncü gün bir de baktim ki bulaşığı yıkamaya başlamış.”
Bütün kadınlar üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söylemiş.
Sıra Türk kadınına gelmiş, olanları anlatmış:
“Gidip kocama bundan sonra bulaşığı benim yıkamayacağımı, o devrin bittiğini, bundan sonra kendisinin yıkaması gerektiğini söyledim. Bir gün birşey göremedim. İkinci gün bir şey göremedim. Üçüncü gün sol gözüm biraz açılmaya başladı.”
Kıssadan hisse...
Gözünüzü, dört açın, sola sağa bakmadan sakın ha karşıya geçmeyin.
Kendi memleketinizde turist durumuna düşmeyin.
Yazarın Tüm Yazıları