İyi defile ne zaman izleyeceğiz

Perşembe gecesi Esma Sultan’da yapılan, Marlboro Classics’in Türkiye’deki ilk defilesiymiş.

İyi hoş da, ortada tam anlamıyla bir defile yoktu ki... Mankenler sadece iki kez kıyafet değiştirdiler, sıradan bir koreografiyle şöyle bir salındılar, sonra da aniden bitti defile.

"Bu muydu?" olduk, "Sadece bu kadar mıydı?".

Aynı hissi yine Esma Sultan’da iki ay önce yapılan Mango defilesinde de hissetmiştim.

Ne bir konsept vardı orada da, ne iyi bir müzik, ne de ışıklandırma. Mankenler, "Bir an önce bitse de eve gitsek" der gibi yürüyordu.

Oysa defile bir şov işi. Sadece üç-beş kıyafet sergilemek değil ki amaç.

Sergilenen kıyafetlerin konseptinden yola çıkarak bir şey yaratılmalı, ne bileyim azıcık uğraşılmalı yani. Bir fikir olmalı. Bir ışık.

Hadi tüm bu ekstraları geçtim, iyi mankenler olmalı yahu.

Marlboro Classics defilesinde mesela, Çağla Şikel, Güzide Duran ve hamile olmasına rağmen gayet fit görünen Sinem Güven dışında pek iyi manken göremedim ben.

Diğerleri ex manken/yeni dizi ünlüsüydü sadece: Mehmet Akif Alakurt, Burak Hakkı, Kıvanç Tatlıtuğ ve Azra Akın.

Hiç defilede değil gibiydiler, yaptıkları işe saygıları pek yok gibiydi. En azından bize geçen duygu buydu. Burak Hakkı iyi mankendir mesela, ama şaşırttı beni, şişmiş göz altlarıyla (dizi seti yorgunluğundan olabilir mi?)

Ve kusura bakmasın ama, Azra Akın’ın da o tombul bacaklarla nasıl mankenlik yapabildiğini pek anlayamadım. Güzide’ye bakınca "Manken bacağı bu olmalı" diyorsunuz zaten, ötesi yok.

"MAZİ" NOTU: "İyi defile yok" derken geçmişte yapılan şu iki defileye de haksızlık etmeyeyim: Cengiz Abazoğlu’nun -Deniz Akkaya’nın da jübilesini yaptığı- "Wild Luxury" defilesiyle Hakan Yıldırım’ın geçen yıl CNR’da yaptığı defile. Her ikisi de eli ayağı düzgün işlerdi.

Galiba bizde defile işini modacı kısmı ciddiye alıyor ama markalar sallıyor gibi. Yanılıyor muyum?

Lanetli saçlar

Olayın kahramanı bir kadın. Mesleği, tanınmış bir otelin koordinatörlüğü.

İsmini yazmamı istemedi. Keza olayı anlatınca hak vereceksiniz, neden yayınlanmasını istemediğini.

Kahramanımız İstinye’de bir sitede oturuyor. Geçen hafta bir gün, işe gitmeden önce her zamanki gibi duşa giriyor. Tam saçlarını yıkarken bir koku duymaya başlıyor.

Lağım kokusuyla ölü balık karışımı, kesif, pis bir koku.

Sudan şüpheleniyor. Suya bakıyor, ama bir şey yok. Bildiği su. Rengi aynı.

Kuruntu yaptığını düşünüyor. Saçını yıkayıp çıkıyor. Az sonra temizlikçi kadın geliyor eve.

Kadın eve girer girmez, "Bu koku ne?" diyor. Kahramanımız tekrar şüpheleniyor, "Saçımı bir koklasana" diyor. Kadın koklayınca durum iyice anlaşılıyor.

Saçları aynen öyle kokuyor; lağımla karışık ölü balık!

Duşa girip üç-dört kez tekrar şampuanlıyor saçını.

Ama hayır, koku hálá yerli yerinde. Evden çıkıp kuaföre gidiyor.

Kuaföre girer girmez herkesin suratı asılıyor. Tabii ki, saçından yayılan yoğun kokudan ötürü. Kuaförde binbir türlü saç bakım malzemesi sürülüyor, ama nafile.

Kahramanımız tam kokudan delirmek üzereyken, kuafördeki kadınlardan biri diyor ki, "Pril’le yıkayın, geçer". Çaresizlikten yaplıyor söylenen. Ve saçlardaki koku yüzde 80 azalıyor.

Ama o kadar rahatsız oluyor ki kahramanımız, günün sonunda o güzelim uzun saçlarını epey bir kısaltıyor.

Bir hafta boyunca da kafa derisine sinen kokuyu az da olsa duyarak yaşıyor.

Halen olayı çözebilmiş değil. "Suların kesik olduğu zamanlarda site deposu deniz suyunu kullanıyor" teorisine kendini kaptırmış durumda.

Anlatınca olayı bana ayrıntısıyla, "Senin saçların lanetli" dedim, "Hem bak bundan iyi korku filmi olur".

İyice kıl oldu tabii.
Yazarın Tüm Yazıları