İstanbul, kıyılarına kavuşmak istiyor

İSTANBUL’daki 22. Dünya Mimarlık Kongresi dün sona erdi.

Kongrenin ilk günü, TİM’in (Türkiye İhracatçılar Meclisi) davetinde konuşan ünlü mimar Peter Eisenman, mimaride dev projelerle bir ‘rönesans’ yapabileceğimizi söylemiş.

İstanbul ve Rönesans sözcüklerini yan yana koyunca kulağa ne hoş geliyor?

Dünyanın en güzel şehri bir gün gerçekten hak ettiği siluetine kavuşabilir mi?

22. Dünya Mimarlık Kongresi’ne sunulan tebliğlerden bazıları bunun hiç de hayal olmadığını ortaya koyuyor.

Bunlardan bir tanesi de İstanbul’un kültürel mirasına ve doğal güzelliklerine nasıl kavuşabileceğini örnekleriyle sunan ‘İstanbul Yeniden?’

Ekipte mimarlar Ersen Gürsel, Gürkan Özenen, Gökhan Erkek, şehir plancıları Güven Birkan, Çelen Birkan, Haluk Erar, Seher Sezer, öğretim görevlisi mimar Deniz İncedayı, şehir sosyoloğu Sema Erder, mimar-karikatürist Tan Oral ve çevre tasarımcı Gürel Yontan var.

Tebliği tüm Mimarlık Kongresi’nde tüm ekip adına, mimar ve öğretim görevlisi Deniz İncedayı ‘Tüm İstanbullulara ve yerel yöneticilere açık çağrı’ olarak sunuyor.

Nedir bu açık çağrı?

‘İstanbul 21. yüzyılda tüm kıyılarını sosyal ve kültürel amaçlarla halka açmalıdır.’

Çağrının çıkış noktası şöyle:

Yukarıda sözünü ettiğim ekip Sarayburnu, Sepetçiler Kasrı’ndan yola çıkıyor.

Sirkeci’ye kadar yüksek bir duvarla karşılaşıyor.

Yüksek duvarların arkasında ne var?

Depolar, otoparklar, işyerleri.

İstanbul ile denizi arasında set gibi duruyorlar.

Ekip yoluna devam ediyor

Sirkeci ve Eminönü’ndeki kargaşadan, İstanbul’a gerçekten hiç yakışmayan Galata Köprüsü’nden sonra sıra Karaköy’de.

Rıhtım Caddesi’nden Fındıklı Parkı’na kadar deniz yine yüksek duvarların arkasında.

İstanbullular neredeyse iki buçuk kilometre boyunca denizden ayrı.

Deniz onlara hem yakın, hem çok uzak.

Peki ‘İstanbul Yeniden’ neyi öneriyor?

Eminönü, Karaköy gibi tarihi meydanların yeniden düzenlenmesini.

Taksim’in, Beyoğlu’nun Salıpazarı, Tophane üzerinden denize açılmasını.

Boğaz ile Haliç’in birbirlerine kavuşmalarını.

İstanbul’un kıyılarının açılması, sosyal ve kültürel amaçlı kamu alanları olarak değerlendirilmesi hiç de olmayacak bir şey değil zira önünde bir örnek var.

Barcelona.

Akdeniz’in en güzel şehirlerinden biri Barcelona rönesansını Olimpiyat Oyunları nedeniyle yaşamış.

Tüm kıyıları yeniden düzenlenmiş.

Şimdi şehrin ünlü caddesi La Ramblas’tan denize doğru indiğinizde inanılmaz hoş alanlarla karşılaşabiliyorsunuz.

‘İstanbul Yeniden’ bu aşamada Maliye Bakanlığı’nın imzasına kalmış olan Galataport Projesi’ne karşı geliştirilmiş.

Çünkü bildiğiniz gibi Galataport bırakın kıyıları açmayı tam aksine bunları, Karaköy’den Fındıklı’ya kadar uzanan, çok sayıda büyük yolcu gemilerinin yanaşacağı, büyük alışveriş merkezleriyle otellerin yer alacağı bir turizm alanına dönüştürüyor.

Galataport Projesi’nin hayata geçmesi demek zaten yüksek duvarların olduğu kıyılara yolcu gemileriyle ve otellerle ikinci bir duvar örmek demek.

Gerçekten duvar zira şimdiki yolcu vapurları ‘yüzen şehirler’ gibi.

Düşünün denize kavuşalım derken, bu ‘yüzen şehirleri’ her gün geçtiğimiz yollarda karşımızda bulacağız.

Sanırım bu tüm İstanbulluların karşı çıkmaları gereken bir şey.

Biz de vapurlarımızı istiyoruz

UZUN
yıllar Adalar’da yaşayan biri olarak İstanbul’un vapurları konusunu çok daha önceden yazmalıydım...

İngiliz tersanelerinden çıkmış olan zarif gövdeli, bir zamanların ‘ekspres’leri Paşabahçe, Fenerbahçe, Dolmabahçe’yi...

Marmara Denizi’ni sisin kapladığı bir günde Kınalıada’daki evimin tam önündeki kayalara toslayan şaşkın Suvat’ı...

Bizim tersanelerde yapılmış olan turkuvaz kanapeli Sedefadası’nı, Bostancı’yı, Adem Yavuz’u ve diğerlerini şimdiye kadar çoktan yazmış olmam lazımdı.

İDO’nun haklarında idam kararını imzalamasından hemen sonra.

İstanbul siluetiyle özdeşleşmiş olan sevgili vapurlarımız için İDO Genel Müdürü Ahmet Paksoy, bazılarının ‘nostalji’ olarak koruyacaklarını ama yenilerinin üretilmeyeceğini söylemiş.

İstanbul’a Norveç’ten yeni tip katamaranlar gelecekmiş.

Yani ‘konserve’ vapurlar...

Güvertesine çıkamayacağınız...

İki yanındaki banklarında oturamayacağınız...

İstanbul’u seyredemeyeceğiniz...

Martıları göremeyeceğiniz...

Arkasındaki bembeyaz köpüklere bakarak hayal kuramayacağınız ‘konserve vapurlar’...

Hayır...

Biz vapurlarımızı istiyoruz.

Yıllar önce, Adalar’daki o güzelim eski iskeleler onarılacak yerde yıkılırken, yerlerine tuhaf, zevksiz iskele binaları yapılırken sesimizi duyuramadık...

O zamanlar internet gibi bir iletişim aracımız yoktu...

İskeleler tek tek sökülürken içimiz kan ağladı.

Ama şimdi öyle olmayacak.

Kimse vapurlarımızı alamayacak.

Eğer ‘eskidiler, hız yapamıyorlar’ diyorsanız makinelerini değiştirmek mümkün.

Bizim tersanelerde yenilerini yapmak da mümkün.

Şükür tersanelerimiz Avrupalıların tersaneleriyle boy ölçüşecek kapasitede...

O halde Norveç’ten, İstanbul’a hiç yakışmayan o ‘konserveleri’ almak niye? Üstelik milyonlarca dolar daha fazla ödeyerek...

O kadar zengin miyiz?

Avustralya’nın kişi başı milli geliri neredeyse 25 bin dolar.

Sydney, İstanbul gibi denizle kucaklaşmış bir şehir.

Deniz yolunu tercih edenler çoğunlukta.

Ben de yolculuk ettim.

Sydney’in vapurları eski mi eski, tarihi mi tarihi...

Vapurlarımızı bırakın Allah aşkına...
Yazarın Tüm Yazıları