İstanbul 2010’da bir proje öyküsü

ÜÇ gazeteci/televizyoncu (Ayşe Işınbark, Semra Sevim ve Yonca Sevim) İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti için ‘Nasıl Bir İstanbul?’ adlı bir proje başvurusunda bulunuyorlar. Proje, AB projesi olan Erasmus Programı’na dahil olan Türkiye’deki 103 üniversiteye öğrenim için gelen Avrupalı öğrencilerin katılacağı öykü yarışması, ardından kısa film yapımı ve gösterimi şeklinde.

Haberin Devamı

Yarışma, ‘Hayalimdeki İstanbul’ (İstanbul’u görmemiş olanlar için) ve ‘İstanbul İzlenimleri’ olarak iki ayrı dalda düşünülüyor. Ve yarışma sonrasında her iki dalda da ilk üçe girenlerin öyküleri, kendi dillerinde anlatımıyla kısa film haline getirilecek. Ayrıca yine her bir kategoride ilk 10’a girenlerin öyküleri de (İngilizce, Fransızca ve Almanca) dillerinde kitaplaştırılacak.

Başvurudan sonra İstanbul 2010 ofisine çağrılıyorlar. Ancak toplantıda ajansın mali danışmanlarından birinin “Ben bunu evden 100 bin liraya yaparım” şeklindeki sözleri karşısında

‘hoş’ bir fikir sahibi oluyorlar. Sanki sonucu bildiriyor!

Projenin yürütme kurulu onayına kaldığı sanılırken bu arada İstanbul 2010’da bilinen istifalar oluyor, yerine atamalar yapılırken aradan iki ay geçiyor. 9 Haziran’da tekrar toplantıya çağrıldıklarında, aynı gün Sinema Belgesel Yönetmenliği’ne Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın atandığını öğreniyorlar. Projeyi bir kez de ona anlatıyorlar ve bir istekle karşılaşıyorlar. Proje ortakları olmamasına ve resmi izni gerekli bulunmamasına rağmen Erasmus Programı yürütücüsü AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı’ndan (Ulusal Ajans) resmi onay istendiğini öğreniyorlar. Yeniden uzun bir süreç başlıyor. O yazıyı alıyorlar nihayette. Ulusal Ajans yetkilileri, projeyi önemli sayıyorlar ve hayata geçirilmesi halinde her türlü desteği vereceklerini söylüyorlar. Ama yazıyı, Yusuf Kaplan’a ulaştırmak için ayrı bir uğraş başlıyor.

Haberin Devamı

11 gün sonra toplantı için tarih veriliyor kendilerine... Ne var ki toplantı teyidi için birkaç gün öncesinden karşı tarafı aradıklarında, projenin yürütme kurulunda reddedildiği bilgisiyle karşılaşıyorlar. Gerekçe: ‘bütçesizlik’...

Oysa proje, yürütme kuruluna bile gitmemişti. Öğrendiklerine göre, projelerin kabul ve reddi yönetmenliklerde gerçekleşiyor, sonra onay için yürütme kuruluna gidiyordu. Ancak nedense tüm komitelerden aylar öncesinden geçen ve sadece yürütme kurulu onayını bekleyen proje, aylar sonra “Ulusal Ajans’tan resmi yazı isteyen” yönetmenlikten sınıfta kalıyordu.

Haberin Devamı

Sonuçta, projenin bütçesi, (AB temsilcilerinin, elçilerin ve Türkiye ileri gelenlerinin konaklamaları ve film gösteriminin de yapılacağı 5 yıldızlı otelde gala dahil) 300 bin TL civarındaydı. Geri dönüşü ise İstanbul ve Türkiye hakkında tanıtım için çok fazla olacaktı.

Proje sahipleri “Projeyle ilgili henüz elimize resmi yazı gelmedi, herhalde o da bir altı ay sürer... Biz nasıl olsa beklemeye alıştık” diyorlar.

Bilgi edinmek ne kadar zor İstanbul 2010’da... Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi ve Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç’e yazılar yazıyorlar. Avdagiç’ten cevap çıkmıyor. Kavi ise arayarak, “Projenin faydalı olacağı inancını taşımasına rağmen, yeterli bütçe olmadığını” söylüyor.

Haberin Devamı

Üç arkadaşın, şimdi soruları var:

İstanbul 2010’da proje alımı durduruldu açıklaması sonrasında, proje sayısı 300 artı vererek 1990’a nasıl çıktı? (Avdagiç, 1 Haziran tarihinde Zaman’daki açıklamasında, proje sayısının 1690 olduğunu belirtmiş ve proje alımını durduklarını bildirmişti. Yine 9 Temmuz’daki bir açıklamasında proje sayısı 1990 olarak belirtilmişti.)

Kabul edilen projelerin (proje numarası, proje ortaklarının kimler -kişi ve kurum-) hangileri olduğu (ve bütçelerinin ne olduğuyla birlikte) kamuoyuna ne zaman açıklanacak ve şeffaflık sağlanabilecek?

İstanbul 2010 bütçesinde bu proje için ayrılacak 300 bin TL (ki bu proje maliyetinin %70’idir) yok mu?

Haberin Devamı

 

Tasfiyelik 3 gazeteci

 

RADİKAL’den Haluk Şahin’in pazar günkü ‘Tasfiye edilecek birkaç gazeteci’ başlıklı yazısını okuyunca hem rahatladım, hem de rahatsız oldum. Rahatladım çünkü soyut bir tartışma somut hale dönüştü. Biliyorsunuz birkaç haftadır Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın ortaya attığı ‘tasfiye edilecek gazeteciler’ tartışması yaşanıyor. Medyanın ağır kalemleri bu konuda kafa yoruyor ve herkes kendine göre ‘tarifler’ yapıyor. Bu yeni bir akım olsa gerek!

Henüz de isimler ortaya çıkmamıştı. Yeni ‘düzene’ uygun dönüşler yapanlar belli. Haluk Hoca, nihayet bu isimleri yazmış; hem tasfiye edilecekleri, hem tasfiye olmayacakları...

Haberin Devamı

Örneğin, Ekrem Dumanlı’yı asla tasfiye olmayacak gazeteciler arasına koyarken şöyle yazmış:

“Ben önümüzdeki dönemde Ekrem Dumanlı’nın tasfiye edilen gazeteciler arasında olacağını hiç sanmıyorum. Dumanlı, Fethullah Gülen cemaatinin, piyasa mekanizmaları dışında da finanse edilebilen Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni... Bu cemaate bir şey olmadığı, dağılmadığı ya da erimediği sürece Dumanlı’ya da bir şey olmaz. Başarıdan başarıya koşmaya devam eder. Meğer ki cemaat içinde görüş farklılığı çıksın ve Dumanlı cemaat içinde başka bir göreve atansın. Evet, önümüzdeki dönemde Dumanlı tasfiye edilir diye kaygılanmak abestir. Dumanlı ve ona benzer basın organlarında çalışanların tasfiyesi söz konusu değildir.”

Gelelim Haluk Şahin’in yazısında beni endişelendiren (!) bölüme.Haluk Şahin tasfiyesine kesin gözüyle bakılan üç gazetecinin ismini şöyle vermiş.“Ama, küresel ve yerel koşullara bakarak tasfiye edilmesinden ciddi olarak kaygılandığım birkaç isim sayabilirim:

Acaba önümüzdeki dönemde Nedim Şener (Milliyet) gibi gözü pek bir soruşturmacı gazeteci ayakta kalabilir mi? Her zaman dobra Necati Doğru (Vatan) gibi birine köşe yazdırmaya devam ederler mi? Haberkolik Yalçın Bayer’in (Hürriyet) tasfiyesini ne önleyebilir?”

İşte böyle, kabak yine bizlerin başına patlayacakmış gibi görünüyor. Eğer bizler de ‘açılım’ yapsaydık ‘itibarımız’ ne olurdu diye hiç düşündünüz mü?

 

Nutuk’ta bakın ne yazıyor

 

MUSTAFA Kemal’i içlerine sindiremeyenlere, onu anlama cesaretini gösteremeyenlere bir kerecik olsun ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin kutsal kitabı olan Nutuk’u okumalarını tavsiye ediyorum. 1. Bölüm, 15. Konu’da ‘Ordu ile Temas’ta deniliyor ki:

“İstiklâlimizi kazanıncaya kadar, bütün milletle birlikte fedakârca çalışacağıma mukaddesatım üzerine yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kararı kesindir.

Trakya’nın manevi gücünü yükseltmek maksadıyla bu talimâta şu bilgileri de ekledim: Anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Kararlar, istisnasız, bütün komuta hey’etleri ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizimle beraberdir. Anadolu’daki milli teşkilât ilçe ve bucaklara kadar genişledi. İngiliz himayesi altında bağımsız bir Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ortadan kaldırıldı ve taraftarları yola getirildi. Kürtler Türklerle birleşti.”

Gürol GÜRSES

 

 

Yazarın Tüm Yazıları