Istakozların Körfez’e döneceğine inanıyorum

Körfez temizlendikçe ıstakozların yeniden İzmir'e döneceğine inanıyorum. Çünkü bütün dünyada temizlenen sulara canlılar tekrar dönmekte. Hayvanlar dünyasında kin tutmak ve başka canlıları öfkeyle cezalandırmak diye bir huy yok! Ama İzmir'de özlenecek şey sadece ıstakozlar değil.

İzmir üzerine ne kadar çok yazdığımı hatırlamıyorum. Saymaya kalksam, yiyecekleriyle ünlü sayısız kentimize haksızlık etmiş olduğumu anlayacağım diye korkmaktayım. Yine de Ege'nin kendine özgü havasının çarpıcılığı göz ardı veya kulak arkası edilemez. Akdeniz'e ait ne varsa Ege mutfağına asla yabancı değildir ve Akdeniz mutfağı dünyadaki mutfakların tartışmasız kraliçesidir. En azından bu tespit bir Egeli olarak bana hiç de şaşırtıcı gelmez.

Bu kez İzmir'i ziyaret sebebim, Kipa'nın bu yıl dördüncüsünü düzenlediği 'Şarap Günleri' etkinliğiydi. İzmirli şarap dostları ile buluşmak her defasında beni çok heyecanlandırıyor. Bir de bu vesileyle İzmir Hilton'un 'Siyah-Beyaz' adını verdiği gurme gecesine katıldım. Bu otelin İzmir'in gastronomik hayatına katkılarını o kadar önemsiyorum ki, anlatması güç. Özellikle İsrailli bir dost olan genel müdürün ısrarlı çabası kentin gastronomik hayatını canlandırıyor. Otel personeli de bu çabaya olağanüstü katkı sağlıyor.

BELEDİYENİN YAPTIKLARI

İzmir'e her gidişimde kenti daha güzelleşmiş buluyorum. Kadim şehirler için şaşırtıcı bir durum. İzmir, sanki zaman geçtikçe gençleşiyor gibi durmakta. Anglo-Saksonlar böyle vakalar için 'terimlerde zıtlık var' der. Doğru, çünkü geçen zaman canlıları yaşlandırır. Yaşayan bir kentin de zamanla gençleşmesinden çok yaşlanmasından söz edilmeli. Ama görünüm bunun aksi.

İzmir'i gençleştirenler, kente hizmette cömert belediye başkanları oldu. Ama şimdiki belediye başkanı Ahmet Piriştina'nın eline su dökecek bir başkasını tanımıyorum. Tanımak deyince aklıma geldi, yanlış anlaşılmasın diye açık açık söyleyeyim: Kendisiyle hiç görüşmedim. Ben sadece İzmir'e yaptığı hizmeti görmekteyim ve Ege'nin başkentini bu kadar uygar bir düzeye getirmesini şükranla karşılıyorum. Bir de Piriştina'yı ilk bakışta göze çarpan ve kolay alkış toplayan işlerden çok, kentin altyapısına gösterdiği büyük ilgi için kutlamak gerektiğini düşünüyorum.

ISTAKOZLARIN SONU

Altyapının önemini anlamam ilk kez Güzelyalı'dan geçişim sırasında oldu. Artık eski 'Kokaryalı'da burun tıkanmıyor. Karşıyaka'dan Konak'a gelirken kokudan geçilmeyen yerler kaybolmuş. Metro kentin trafiğini şimdiden müthiş rahatlatmış. Körfez neredeyse temiz bir hale gelmiş.

Belediye muhabiri değilim ama, mesela Körfez'in temizliğini ağzının tadını bilen birisi olarak nasıl özlemem? Size eski İzmir'le, daha açıkçası 1930'ların İzmiri'yle ilgili bir anıyı aktarayım. Yazar şöyle diyor: ‘‘Rumlar gitmiş, balıkçılık yapacak adam kalmamıştı. Giritliler gelince onlar balıkçılığa başladılar. Babam biraz aristokrattı. Çarşıda bakıyor ki Giritli balıkçılar ıstakoz yakalamışlar, dörder beşer alır getirirdi. Istakoz çok boldu, ama alan yoktu. Çünkü yemesini bilmiyordu ki kimse! Afyonlu bir aşçımız vardı, bizden kaçtı ıstakoz yüzünden. Istakozlara 'canavarlar' diyordu.’’

Körfez temizlendikçe ıstakozların yeniden İzmir'e döneceğine inanıyorum. Çünkü bütün dünyada temizlenen sulara canlılar tekrar dönmekte. Hayvanlar dünyasında kin tutmak ve başka canlıları öfkeyle cezalandırmak diye bir huy yok!

OTLAR OTLAR OTLAR

Ama İzmir'de özlenecek şey sadece ıstakozlar değil. Adını bilmediğim yazar bakın neleri hatırlıyor... ‘‘Eskiden (sebzeleri ve otları) eşeklere yükler ve 'bahçevan' diye bağırarak (sokak aralarından) geçerlerdi. Düşünebildiğim bütün otlarla annem bin çeşit yemek yapardı. 1940'larda Paris'e ilk gittiğimde zeytinyağını eczanede küçük bir şişe içinde satılırken gördüm. Biz neredeyse zeytinyağı ile yıkanan bir halkız Ege'de.’’

Bu ot meselesi bizim oralarda hálá önemini korumakta. Dostum Ahmet Güzelyağdöken bir akşam İzmir'in hemen çıkışındaki çok hoş bir restoranda özel bir davet tertipledi. Önümüze önce haşlama veya kavurma olarak yabani soğanlı ve zeytinyağlı karışık ot kavurması, arapsaçı, pazı, ıspanak, körmen, gelincik, labada, ısırgan, radika, taze kişniş, turp filizi, pancar, kereviz, iğnelik, ebegümeci, şırımay, semizotu, çoban düdüğü, sarmaşık, bakla filizi, tilkimen denen yabani kuşkonmaz geldi. Bu otların tümünü Urlalı ot toplayıcısı Erbay Dağlı sağlamış. Yetmedi... Ardından yabani dağ cibezi, kuzukulağı, acı radika, hardal otu ve eşekhelvası geldi. Hepsi o kadar güzeldi ki, karnımızı otlarla doyurduk. Bunları izleyen ve doğrusu nefis hazırlanmış kuzu bonfilesi, erik soslu dana bonfilesi, piliç şiş ve kaburgaya midemizde yer kalmadı. Tatlılardan sufle, incir tatlısı ve gunder'e de fazla iltifat edemedik.

İKİ YUMURTA BİR TUZLU

Otlar faslına böylece bir değinip tekrar yazarın anılarına dönelim... ‘‘Eskiden meyhaneleri dolaşarak ufak tefek şeyleri satanlar hep Yahudilerdi. Yaşlı, kır sakallı Yahudiler ellerinde sepet, içinde sandviçe benzeyen küçük ekmekler ve haşlanmış yumurtalar olurdu. 'İki yumurta bir tuzlu' diyerek dolaşırlardı masaların arasında. Tuzlu olan, ekmekler. Çok yaygındı ve sadece oraya mahsustu.’’

‘‘Bir başka oraya mahsus şey söyleyeyim. Onu çok arıyorum. Değişmiş. Mahiyeti değişmiş. İzmir'de bizim çocukluğumuzda simit çok farklı bir şeydi ve adı simit değil, gevrekti. Gevrekçiler satarlardı. İstanbul simidiyle alakası yoktu. Açma gibi biraz. Üstü çok çok susamlı, altı düzdü. Şimdi o gevreği yapmıyorlar, fakat aynı türde 'kumru' diye bir şey yapıyorlar...’

‘‘Fırınlanmış yumurta satılırdı. Hálá var. Yahudiler 'ladino' diye satarlardı onu.’’

GERİYE UMUT KALDI

Tabii anılarda anlatılan İzmir farklı bir halita. İsmini bilemediğim anıların sahibi, sınıfında en az beş Musevi'nin, iki üç de levantenin bulunduğunu kaydediyor. Ardından da şunları söylüyor: ‘‘Beraber oynardık. 'Onlar bizden değil', 'onlar yabancı', böyle bir şey yoktu. Onların 'başkaları' olduğunu çok sonra öğrendik. 40'lı yıllarda Almanların Yahudi düşmanlığı ile başladı bu. Mesela ninem Rumca bilirdi, çünkü bütün çocukluk arkadaşları Rum kızları. O kadar yakındı insanlar birbirine. Ege'de çok eskiden beri ecnebilerle ya da gayrimüslimlerle iç içe olmaktan gelen böyle bir rahatlık var.’’

O insanların ve o iklimin bir daha geri gelmesi çok zor. Keşke mümkün olabilse! Ama hiç olmazsa kenti uygar bir hale getirebilir, İzmir'in bu kozmopolit havasından artakalanları yaşatabiliriz belki. Her şey gitti demeyin, elde her zaman geriye kalmış olan umut var
Yazarın Tüm Yazıları