İki gün gazetede resmi çıkmazsa hastalanan tanıdıklarımız var

İki zevkli kadın. İkisi de yaratıcı. Biri hayal kuruyor, diğeri gerçekleştiriyor. Daha önce Vakko’da birlikte çalışıyorlardı, şimdi kendi adlarına kurdukları şirketle İstanbul’un ev partilerine, davetlerine, düğünlerine, organizasyonlarına damgalarını vuruyorlar. En son hayalleri bir oteli ya da bir tekneyi A’dan Z’ye giydirmek...

Haberin Devamı

Candan Kıramer ve Bettina Hakko İstanbul davetlerini anlatıyor.

Birbirinizi ilk gördüğünüzde ne hissettiniz?

Bettina: 26 yıl önceydi. İstanbul’da kimseyi tanımıyordum. Cem Hakko’nun kız arkadaşı olarak Türkiye’ye yeni gelmiştim. Candan, ilk tanıştığım insanlardan biriydi. İçimden, "Ben bu kadınla arkadaş olabilirim" dedim. Yanılmamışım.

Candan: Cem, o zamanların favori bekarlarından. İsviçre’de tanıştığı kızla Türkiye’ye geliyor. Herkes merak içinde bekliyor. Biraz da gıcığız tabii. Türkiye’de kız mı kalmadı İsviçre’den getiriliyor? Bettina’yı gördüm ve şöyle dedim: "İnanılmaz zarif! Tıpkı Bayan Ketty. Cem, annesinin benzeri bir kadın bulmuş, mutlaka bu kıza evlenir!" Evlendi.

Aradaki 26 yıl nasıl geçti?
/images/100/0x0/55eab269f018fbb8f890ed68
Candan: Çok iyi, çok iyi. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu...

"Du"ya ne oluyor, artık görüşmüyor musunuz?

Candan: Görüşülüyor da, köprünün altından çok sular aktı. Şöyle ki, eşler değişti. Ben o zamanlar Erdem’le (Kıramer) değil, Metin’le (Kap) evliydim. Her yere ben-Metin, Bettina-Cem çift olarak birlikte giderdik. Aynı zamanlarda hamile kaldık. O sırada Vakko’da çalışıyordum zaten. Cem’le her an görüşüyordum, patronumdu çünkü. 1984’te girdim tam 21 yıl çalıştım, 12 yıl da Bettina’yla omuz omuza çalıştım. Dostluğumuz çoook eskilere dayanır.

Hanginiz daha dominantsınız iş yaparken?

Bettina: Dominant olan Candan. İyi ki de öyle. Birbirimizi tamamlıyoruz.

Peki daha yaratıcı olan kim?

Candan: Bettina. Bettina hayalini kuruyor, ben gerçekleştiriyorum.

Nereden esti şirket kurmak?

Candan: Vakko’dayken en büyük hayalimiz organizasyon, düğün, davet ve event yapmaktı. A’dan Z’ye bu işten sorumlu olmak istiyorduk. Cem’e danıştık, "Vakko bünyesi içinde yapın" dedi. O şekilde başladık. Bugün yaptığımız iş de aşağı yukarı aynı. Gecenin, partinin, davetin konseptini belirledikten sonra bütün görsel tasarımı yapıyoruz. Mekanı baştan aşağı giydiriyoruz. Dinlenilecek müziği, giyilecek şeyleri, yemekleri, düğünse ve gerekirse gelinliği de, mücevheri de seçiyoruz. Aslında o geceyi taşıyoruz. Ama çok da geri planda duruyoruz. Ev sahibesinin rolünü çalmıyoruz. Onu arkadan destekliyoruz.

Bettina: İşimiz, insanları şaşırtmak. Şaşırtıyoruz da. Zaten öyle kadınlarız. Ayrıntıya önem veririz. İncelikleri çok severiz. Bu da haliyle, yaptığımız işe yansıyor. Hayatta belli kalıplar, kurallar var, onların dışına çıkmak istiyoruz. Küçükken de böyleydim. Kuş kondurmak için uğraşırdım.

Eşleriniz size oyalanın diye iş mi açtılar?

Candan: Katiyen bu lafın altında kalmam. Vakko gibi büyük bir müessese, beceremeyeceğimizi düşünmese bize böyle bir imkan tanımazdı.

Olayın esasını bilmeyenler, iki sosyetik kadın hobileriyle oyalanıyorlar, davet verip duruyorlar... Diyorlar mı?

Candan: Hayatta önemli olan bir şey üretmek. Zevkli iki kadın olmak hiçbir şey için yeterli değil, eşek gibi çalışmak gerekiyor. Biz de öyle yapıyoruz. Ve işimizi çok ciddiye alıyoruz. Kimin ne düşündüğü de önemli değil.

Bettina: Bu tür şeyleri ben de takmam, bir kulağımdan girer öbüründen çıkar. Sabahtan akşama kadar burada çalışıyoruz, sosyetik kadınlar başka yerde.

Ne zaman başladınız?

Bettina: Mart’ta. 11 organizasyon yaptık. İkisi düğündü, biri Capri’de, biri Göcek’te, gerisi davet.

Bu alanda çok rekabet var mı?

Candan: Müthiş rekabet var.

Yarattığınız fark?

Bettina: Kendimizi tekrarlamıyoruz. Her partinin konsepti farklı ve tek. Bir de müthiş ayrıntıcıyız.

Peki eskiden yaptığınız iş Vakko’da devam ediyor mu?

Candan: Ediyor, İsrailli bir grupla beraber çalışıyorlar.

"Bilmem ne davetini biz alamadık, Vakko almış. Çakıştık!" gibi şeyler oluyor mu?

Bettina: Oluyor ama sorun değil. Hepimize yetecek kadar müşteri var.

Peki Vakkocular, "Bizden ayrıldılar, aynı şeyi yapıyorlar. Bu etik değil" diye düşünüyor olabilirler mi?

Bettina: Etikten bahsetmeyelim istersen. Benim çalışmam lazım. Sevdiğim ve yapabildiğim iş bu. Eleştireceklerine gurur duymaları gerekiyor.

Hayaliniz?

Bettina: Keşke birileri gelse ve "Bir butik otel yapmak istiyoruz" dese. Biz de baştan aşağı bir oteli giydirsek ya da bir tekneyi...

İstanbul’un davet hayatı ne kadar renkli?

Bettina: Çok renkli. Sürekli davet var. Ama ne yazık ki hep aynı kişiler.

Bu davetlere gelenler hep aynı 300 kişi mi?

Candan: Aynen ama yapacak bir şey yok. Seçici olma lüksüne sahip olanlar var. Onlar her davete gitmiyorlar. Ama bir de hepsine giden bir grup var. İki gün gazetede resmi çıkmazsa hastalanan tanıdıklarımız var.

Bu davetlerin ritüelleri ne?

Bettina: Sürekli farklı kıyafetler giymek. Mesela benim için "Aynı ayakkabıyla üç kere görüldü!" yazdılar. Delirmiş herhalde bunlar, tabii ki giyeceğim. Haftada üç davete gidenlerin işleri zor.

Davet edilmezse, kendini mutsuz hissedenler var mı?

Candan: Tabii var. Bunalıma giriyorlar. O listede adımın olmaması imkansız deyip otomatikman kendi kendilerini davet etmiş oluyorlar. İkinci evliliğimi yaptığımın haftasında, bir bey geldi, "Kusura bakma, düğün davetinize katılamadım" dedi. Oysa, onu davet bile etmemiştim.

Eğleniyorlar mı peki bu davetlerde?

Candan: Orada eğlence filan yok. Bu tabii benim kanaatim. İnsan rahatsa, kendini bırakmışsa, eğlenebilir. Bu davetlerde öyle bir durum yok ki. Yaptığımız davetler eğlenceli ama.

Sizin davetleriniz olmasa, İstanbul gece hayatı ne kaybeder...

Bettina: Hoş bir rengini...

Candan: Hiçbir şey kaybetmez...

"Bettina ve Candan yaptı" diye sizinle de hava atıyor mudur müşteriler?

Candan: Benle değil ama Bettina’yla atıyorlar. Nereden mi biliyorum? Ortak olduğumuzdan beri çok daha fazla birlikte seyahat eder olduk. Herkes selam veriyor bu kadına. Utanmasalar imza isteyecekler. Devamlı gözler onun üzerinde.

Nelerden besleniyorsunuz?

Bettina: En çok seyahatlerden ve o yılın trendlerinden...

Candan: Ne kadar çok görürseniz, o kadar alıyorsunuz. Ama bizimki esinlenmekten çok yorum. Yeni bir şey yaparken, o güne kadar biriktirdiğin bir sürü şey ortaya çıkıveriyor, sen de farklı bir yorumla yaratıyorsun. Bütün hediyelik eşya ve tekstil fuarlarına gidiyoruz. Çünkü aynı zamanda kasımdan itibaren ön tarafta masa aksesuarları satacağız. Masanın üzerine konacak her şey...

Evde davet verdiğinizde kaç kişi geliyor mesela?

Candan: Değişiyor. Bu akşam 16 kişi olacağız. Bir yemek odam var. O odayla sürekli oynuyorum. Gecenin konseptini belirliyorum. Ona uygun olarak masanın üzerini kumaşla kaplıyorum, hatta duvarı bile boyuyorum.

Bu, delice bir şey değil mi?

Candan: Yoo. Çok keyif alıyorum. Seyahatlerde dükkan dükkan kıyafet bakmam. Çanta, ayakkabı almam. Peçetelik bakarım, masa örtüsü bakarım, şamdan bakarım, tabak bakarım, çatal, bıçak bakarım.

Eşiniz, "Yeter artık!" demiyor mu?

Candan: Öyle aldı beni. Alırken biliyordu.

Asıl önemli olan o 16 kişinin nasıl sohbet ettiği değil midir? Masanın rengi neden önemli?

Candan: Yoo bence ambiyans çok önemli. Sohbet ettirmek için koku bile önemli. Ben ruhu, masama yansıtırım. O masayı da istediğim enerjiye getiririm. Öyle bir yeteneğim var. Başta Erdem de sormuştu bana, "Kimin için yapıyorsun bütün bunları? Değiyor mu" diye. Tabii ki kendim için yapıyorum. Seviyorum. Yapabildiğim kadar da yapıyorum. Bir tek dezavantajı var.

Nedir o?

Candan: Evime gelen arkadaşlarım, beni evlerine çağırmıyor ya da çok zor çağırıyor. Bu beni üzüyor. "Candan gelirse onu nasıl ağırlarız?" diyorlarmış. Hiç önemi yok, aldırmam, hepsine giderim.

Birini unutabilmek için birlikte olduğun sürenin yarısı kadar zaman geçmesi gerekiyormuş

Onlar iki kadındı ve birlikte kurdukları şirketi konuşmaya giden de bir kadın olunca, işler otomatikman özel hayata kaydı. Şunu da söyleyeyim, aylarca Bettina’nın peşinden koştum, Nuh dedi, peygamber demedi, tek kelime etmedi /images/100/0x0/55eab269f018fbb8f890ed6aayrılık üzerine. Bu defa kendiliğinden hayat konuşurken anlatmaya başladı. Gördüm ki, hálá yaralı. Ama hızla toparlıyor. Ve çocuklarının babası hakkında hiçbir kötü laf etmiyor, ettirmiyor...

İhtiyaçtan çalıştığınızı söylemeyeceksiniz değil mi?

Bettina: Tabii ki ihtiyaçtan. Hem maddi hem manevi ihtiyaçtan. Cumartesi pazar iş olmayınca çöküyorum.

Neden çöküyorsunuz?

- Yaşadığım, altından kolay kalkılabilecek şeyler değildi. 26 seneden sonra, eşimden ayrıldım. Ve olaylı ayrıldım.

Boşanmanızın üzerinden epey zaman geçti. Sular duruldu mu? Normale döndünüz mü?

- 13 yıl gerekiyor normale dönebilmem için!

Anlamadım...

- Diyorlar ki, "Tamamen unutabilmek ve normale dönebilmek için, birlikte olduğun sürenin yarısı kadar süre geçmesi gerekiyormuş..."

Yani 13 yıl sonra mı normale döneceksiniz?

- Yok hayır, bir yılı geçti, 12 yılım kaldı! Espri bir yana, hakikaten ağır bir şey geçirdim. Bir daha eskisi gibi olamayacağımı biliyorum. Ve sorunun cevabına gelince, hayır sular durulmadı. İstanbul’da yaşıyorum. Burada Boğaz var, sular hiç durulur mu? Mümkün değil. Akıntı var. Her gün kaynıyor.

Dergilerde eski eşinizin yeni sevgilisiyle yan yana çekilmiş fotoğraflarını görünce rahatsız oluyor musunuz?

- E şimdi "Olmuyorum!" desem gerçekçi olmaz. Kimin hoşuna gider. Benim gitmiyor.

"Gider İsviçre’de yaşarım" filan diye düşünmediniz mi?

- Hayır, İstanbul’da yaşarım dedim. Aksini nasıl söylerim? Burası benim şehrim. Hayatım burada. Çocuklarım da.

Aşık olduğunuz adam için, dininizi bile değiştirdiğiniz doğru mu?

- Bir zamanlar aşık olduğum adam demek istiyorsun herhalde. Evet, evet. Onun için Musevi oldum. Ama tabii kendim de benimsediğim için.

Nasıl olunuyor sonradan Musevi?

- Çok zor olunuyor. Bir sene ders aldım. Cem de aldı. İkimizin de öğreneceği çok şey vardı. Hıristiyanken Musevi olmanın uzun bir prosedürü var. Musevilik’te annenin dini neyse çocuklar öyle oluyor, bizimkiler Musevi şimdi.

26 yıllık beraberlikten sonra olanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Hayatımın dersini almış gibi hissediyorum...

Tamam sizi incitecek bir şey ama adam da aşık oldu. Ne yapsın yani?

- Aşka karşı değilim. Bazı şeyler karşındakini bu kadar kırmadan da yapılabilir. Yapılmalı. Ben de 26 seneden sonra daha iyi bir muameleyi hak ettiğimi düşünüyordum. Bir de tabii o olayı farklı değerlendiriyorum.

Nasıl?

- Maalesef o fotoğraflar gazetede çıktıktan sonra, geri dönüş imkanı kalmadı. Ben öyle düşünüyorum. Belki de öyle değildir. Ama bırakın da nasıl istersem öyle düşüneyim. Bir de insanlar, çok büyük bir tazminat ve nafaka alıp ayrılmayı kabul ettiğime inanıyor. Öyle bir şey yok. O yüzden çalışmak zorundayım.

Vakko’nun yarısını istemişsiniz...

- Olabilir mi böyle bir şey? Hem maddi hem manevi zarar gördüm. Ama eski eşim hakkında da dedikodu yapacak halim yok.

Bu tür hikayelerde üç kişinin da haklı olduğunu düşünüyorum. Ayrılan adama da hak veriyorum, eski eşe de, sevgiliye de...

- Tamam ama her şeyi yapmanın bir usulü, yolu, yordamı vardır. Daha duyarlı davranılabilirdi.

Eski kayınpederiniz ve kayınvalideniz?

- Onlar hakikaten anne ve baba oldular. Her zaman. Bir hayatı paylaştık. Hálá da görüşüyoruz.

Yeni sevgiliyle de görüşüyorlar mı?

- Bilmiyorum.

Eski eşinizle görüştüğünüzde ne yapıyorsunuz?

- Hiçbir şey. Çünkü görüşmüyoruz.

Ama aynı yerlere gidiyorsunuz, diyelim ki karşılaştınız, konuşmuyor musunuz?

- Hayır.

Kafanızı mı çeviriyorsunuz?

- Biliyorum 26 sene bir hayatı paylaştıktan sonra biraz gülünç ama öyle, ikimiz de kafamızı çeviriyoruz.

Bu kadar yıl evli kaldıktan sonra, tekrar bekar olmak nasıl bir şey?

- Zor. Unutmuşum bekar olmayı. Yıllarca her yere iki kişi gitmişim. Cem’le inanılmaz yakındık, hep dip dibe yaşadık. Öğle yemeklerinde bile ayrılmazdık. O yüzden biraz sudan çıkmış balığa döndüm. Yavaş yavaş yalnızlığa alışıyorum. 26 yıl "biz" olduktan sonra, "ben" olmak kolay olmuyor.

İnsanlar bıkabilir mi birbirinden?

- Bıkarlar tabii...

Bu mu size koyuyor? Yoksa daha genç biri için terk edilmiş olmak mı?

- Yok, bunlar değil. Güvenim sarsıldı. Mesele bu. Aldatmak ya da ihanet değil. Her şeyi bunca yıl birlikte yaptık. Ve ortaya güzel bir şey çıkardık. Sadece üç çocuğumuzdan söz etmiyorum. Ortaya çıkan değerlerde, mutlaka benim de payım vardır. Hiç yokmuşum ya da olmamışım gibi davranıldı. Ve zarif bir ayrılma olmadı. Bu da beni rahatsız etti.

İsviçre’de orta halin altında bir aileden geldiğiniz, Hakko ailesiyle birlikte sınıf atladığınız bile söylendi...

- Daha bir sürü şey söylendi, genç bir adamla aşk yaşıyormuşum falan. Tabii ki doğru değil. Bir kulağımdan giriyor, öbüründen çıkıyor. Babam mühendisti, fakir bir aile falan değildik. Cem’le üniversitede tanıştık, aşık olduk. Evet, burada çok değerli bir aileye gelin geldim. Ama iş hayatına Cem’le birlikte başladık. Birlikte bir imaj yarattık. Denir ya, "İnsanın karısı rezil de eder, vezir de..." Belki Cem’i vezir eden ben değilim ama imajına katkıda bulunduğumu düşünüyorum. Çift olarak da bir imajımız vardı. Ve işine de yardım ettim, hiç maaş almadan oranın bir personeli olarak yıllarca çalıştım. Spor hayatına da katkım oldu. Radyo açacaktı, ona da yardım ettim. Her şeyde ben de vardım. Eşimi ben yaratmadım. Ama beni de Hakko ailesi yaratmadı.

Demek fay hatları daha yerine oturmadı...

- Oturmadı, 12 yıl sonra inşallah!

Hayatta sizi şaşırtacak hiçbir şey kalmadı mı?

- Olmaz mı? Çok var. Ama eski eşim beni şaşırtacağı kadar şaşırttı.

Şimdi şu ruh halinde misiniz: "Erkeklere güvenilmez, bütün erkekler aldatır. Orta yaş krizine girer, andropoza girer..."

- Evet öyle düşünüyorum.

Ne kadar Türk oldunuz bu 26 yıl içinde?

- Epey oldum.

Candan: Epeyi mi var? Tamamen alaturka oldu!

Yazarın Tüm Yazıları