İki farklı konserin ortak noktası

Harbiye Açıkhava’da üst üste iki gece çok iyi orkestraya sahip iki farklı şarkıcının konserini izledim. İlki Yalın, diğeri Nilüfer.

Haberin Devamı

Her iki konserde de orkestraların sağlamlığı kadar sahne düzenlemesi, ışık ve konser kurgusu da yerli yerinde ve önceden düşünülmüştü.
Hele Nilüfer konserinde ikinci yarıda kullanılan görseller gayet iyiydi, şarkıya uygundu.
Keza dansçıların niteliği ve koreografisi de öyle...
Ama en önemlisi galiba her iki şarkıcının da doyurucu performansı. Half ya da full, playback yapmaması.
Çünkü dev bir şova filan girişmiyorsan seyirci sesini, yorumunu dinlemeye geliyor. Başka bir şeye değil.

“BU BİR AYYAŞ ŞARKISI!”

Bu arada Nilüfer konserinde ilginç şeyler de oldu.
22.00’a iki dakika kalmıştı.
Nilüfer İspanyol Meyhanesi’ni gümbür gümbür söyledikten sonra, “Sözleri efsanevi şair Ümit Yaşar Oğuzcan’a ait bu şarkı, bir ayyaş şarkısıdır. Başka da bir şey söylemek istemiyorum” deyince Açıkhava’da bir alkış koptu.
Hemen ardından Orhan Gencebay’ın Dertler Benim Olsun şarkısına giriş yaptı Nilüfer. Bu kez, “Bu şarkıda da iki kadeh içilir yani!” diyerek yine ince bir gönderme yaptı.
Nilüfer’in söylediklerini Twitter’a yazınca gelen mesajlardan biri şu oldu, aktarmadan geçmeyeyim: “Biraz daha ifşa edersiniz, az sonra Nilüfer’i de yasaklayacaklar.”

Haberin Devamı

Anne, ben Bienal’den anlar mıyım (kısım 2)

Dün kaldığımız yerden anlaşıldığı kadarıyla/tutamıyla, rehbersiz, gayet serbest düşüş Bienal izlenimlerimize devam ediyoruz. Buyrun...

SAATLERCE GÖZETLE!

-Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda istenirse saatlerce dikizlemeye müsait, gayet canlı yayın bir iş var: Ortak Eylem Aygıtı, Bir Etüt.
Tamam, işin adı bilimkurgu filmlerinde duyduğumuz o artistik ama anlamı havada uçuşan kelime zincirleri gibi...
Oysa işin özü gayet anlaşılır aslında. Kimi resim kimi tiyatro kimi danşçı, yani farklı bölümlerin öğrencileri gözümüzün önünde gün boyu çalışıyor, üretiyor. Bir tür, mikro kampüs BBG’si yaratılmış.
Başlarında İnci Eviner. “Amaç ne?” derseniz, bir zahmet gidip görün onu da, her şeyi anlatamam.

BEN DE YAPARDIM, AMA EVE YAZIK!


-Hani güncel sanatın insana verdiği ilk hissiyat hep şu oluyor ya: Ne var canım bunda, ben de yaparım bunu...
Birkaç eserde bu hissiyata kapıldığınız oluyor.
Mesela Galata Rum’da sergilenen Martin Cordiano ve Tomas Espina’nın ortak işi.
Basbayağı bir ev yapmışlar. Mobilyası, çalışma masası, mutfağıyla... Ama dikkatli bakınca fark ediyorsunuz, evin içindeki her şey kırık dökük ya da çatlamış.
Kırılanlar yapıştırılmış, onarılmış ama işte evin içinde deprem olmuş gibi. İzler aynen duruyor. Travmatik yani. Hani evde denemeye kalkmayın derim bu işi, yazık olur tabağa çanağa bardağa...
-Bienal’in bir diğer ayağı Arter’de ya, ne çok videolu iş var orada. Hepsine vakit ayırmak gerekiyor. En vakit ayırılası iş Iraklı sanatçı Jananne Al-Ani’nin Gölge Bölgeler’i. Ürkütücü ve çarpıcı diyeyim, kavramsal çerçevesini burada satırlamayayım şimdi...
-Bienal yorgunluğuna, kafa karmaşasına en iyi ne gelir? Tabii ki bir yere gidip oturmak, bir şeyler içmek... Favorileri sıralayalım o zaman:
Antrepo ya da Galata Rum çıkışı Bej ya da Karabatak... Arter ve Salt çıkışı ise acıkılmışsa Yeni Lokanta. Ya da Galata’ya uzanıp Doğan Apartmanı civarındaki Mavra’da, Aheste’de mola verilebilir...

Yazarın Tüm Yazıları