İhanetten de öte...

HÜRRİYET internette ‘İstanbul’dan büyük göç planı’ başlıklı Aysel Alp’in haberini okuyunca ‘alınımızdan vurulmuş’a döndük.

Haberin Devamı

İstanbul’daki sanayi tesislerinin bu kez Trakya’da ‘lağım’a dönen Ergene Nehri’nin havzasına aktarılması düşünülüyormuş!

Bunu öneren OSB başkanları da var; bilmeden, öğrenmeden düşünmeden söylenmiş sözler.

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun da bunları yeterince incelemeden ‘olabilir’ görüşünde olduğu belirtiliyor.

Neymiş, İstanbul rahatlayacakmış!..

İstanbul’da Sultanhamam İMÇ’ye taşındı, Perşembe Pazarı Perpa’ya taşındı, olmadı.

Buraları da İkitelli’ye taşındı, yine olmadı.

İstanbul giderek ‘şişti’, dünyanın konut üretimi büyüklüğünde dördüncü metropolü oldu.

Şimdi de Trakya’ya...

Git gidebildiğin kadar.

Edirne’ye kadar yolun var.

Çevreye ve insanlara saygı duyulmadan ortaya atılan öngörüsüz düşünceler, İstanbul’a ihanettir.

O kadar doğa ve çevre düşmanı olmuşuz ki...

Başakşehir’deki İkitelli ve Ümraniye’deki Dudullu Organize Sanayi bölgeleri, Ergene Nehri havzasında 1. sınıf tarım arazilerinin üzerine taşınması gündeme getirilebiliyor.

Güya Ergene çevresinde yedi ‘ıslah organize sanayi’ bölgesi oluşturulacakmış...

“Islah Organize bölgeleri oluşturulurken arada kalan bu boş araziler, İkitelli ve Dudullu sanayisine tahsis edilebilecekmiş. İkitelli’deki dökümcülerden başlayarak taşınma başlayabilirmiş.”

Yeni yeni ‘Haliç’lere kapı açtırılmak mı isteniyor?

Haberin Devamı

İMP’nin plan çalışması bir ‘kandırmaca’ymış

SON 10 yılda, rant uğruna İstanbul ve Trakya topraklarının canına okundu.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bünyesinde ‘İstanbul Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım’ Merkezi kuruldu; sonra biz buna bütün Trakya ve Marmara bölgelerini de dahil edelim, bölgeyi planlayalım görüşü ortaya atıldı. Herkes kuşkuyla karşıladı.

Tekirdağ ve Edirne il genel meclisleri buna dayatma sonunda ‘Evet’ dedi; Kırklareli ise direndi...

Çünkü niyet buralara da nükleer santral ve termik santralların kurulmasıydı.

İMP çalışmalarıyla aslında bu ‘göstermelik’ plan bütünlüğünü göstermek istiyordu.

İktidar, İMP’yi takmadı, tüp geçit, üçüncü köprü, havaalanı, Çanakkale’ye boğaz köprüsü ve yeni otoban gibi projeler Ankara’dan dayatıldı.

Bunun üzerine, ‘dikte projeler’den rahatsızlık duyan İMP’nin başındaki Prof. Dr. Hüseyin Kaptan görevinden istifa etmek zorunda kaldı.

Ondan sonra ‘Kanal İstanbul’, ‘3. havalimanı’ projeleri gündeme geldi. Son genel seçimler öncesinde Çevre ve Orman Bakanı Prof. Veysel Eroğlu, Başbakan’ın talimatı ile Ergene Nehri’nin ‘temizlenmesi’ için büyük yatırım (2 milyon dolar) yapılacağını açıkladı; Çorlu’ya Avrupa’nın çöpünü işleyecek katı atık projesi kararı çıktı. Çanakkale sınırlarında 7 termik santral gündeme sokuldu.

Silivri’de 1000 dönümlük 1. sınıf tarım arazisinde yapılan ‘ünlü’ cezaevinden sonra iktidara yakın ortaklıklarla getirilen ‘Angus’lar ve onların saldığı ‘koku’ armağan oldu Trakya’ya...

Haberin Devamı

İstanbul’un binde 75’lik coğrafyası bu yükü taşımaz

İSTANBUL’u göçler mahvetti, bir de siyasetçiler...

Türkiye coğrafyası 790 bin kilometre; 76 milyon nüfusunun üçte ikisi Zonguldak-Muğla hattının batısında yoğunlaştı; yani coğrafyamızın beşte birine... Bu nüfus 50 milyona doğru gidiyor...

İstanbul’un il sınırı, yani Tekirdağ (Çorlu) ve İzmit (Gebze) arasındaki ‘şişe ağzı’ bölge, Türkiye coğrafyasının binde 75’ini oluşturuyor. Bunun yarısını Beykoz ve Kemerburgaz’daki ormanlar oluşturuyor.

Trakya bölgemiz ise coğrafyamızın yüzde 3’ü...

Deniliyor ki, ben burada 20 milyon nüfus yerleştireceğim...

Bu ihanettir; İstanbul marka bir metropol diye Avrupa kıtasındaki topraklarımız bu kadar ranta kurban edilemez.

Dünyada böyle bir şey görülmüş değildir.

Münih Belediyesi, ikinci havaalanı pistini yapmak için vatandaşına soruyor; onlar da ‘Hayır’ deyince projeden vazgeçiliyor.

İstanbullulara el altından dayatılan projeler için halka, AB şartlarına göre böyle bir soru yönetiliyor mu? Hayır... Sadece hangi vapur tipini isterseniz diye soruluyor.

Haberin Devamı

Benim anayasam olamaz

BEN, “Kimsiniz?” diye sorulduğunda “Türkiyeliyim” diye cevap vermek niyetinde değilim. “Türküm” demeye devam edeceğim. Anayasada ne deneceği umurumda bile değil. Zaten öyle bir anayasa benim anayasam olmaz. Kimin haddine düşmüş lügatten bu kelimeyi kaldırabilmek?
Asuman YÜCEL

Sinop olayları üzerine

TÜRK-Kürt barışını Karadeniz bölgesinde anlatmak için BDP yöneticilerinden bir grup, Çorum’dan sonra gittikleri Sinop’ta bir grubun saldırısına uğramış.

Öğretmenevinde saatlerce mahsur kalanlar, polis panzerleriyle Öğretmenevi’nden çıkarılmışlar ve Samsun’a doğru yol almışlar… Ertesi gün Samsun’da da benzer olaylar yaşanmış. Yollarına devam edebilselerdi Fatsa’dan da geçeceklerdi. Fatsalı olduğum için bu olay bana hemen 2 Nisan 1968’de bu ilçede Türkiye İşçi Partililerin uğradığı benzer bir saldırıyı hatırlattı.

Fatsa’da sol hareket 1960’lı yılların başlarında başlamış, Fatsalı üniversite gençleri Fatsa Fikir Kulübü altında örgütlenmişler, Fatsa’da bayağı bir solculuk temellenmişti. Temsiller oynanıyor, köy yürüyüşleri yapılıyor, gazete çıkarılıyor, Amerikan emperyalizminin ve köylünün kanını iliğini sömüren tefeciliğe karşı bildiri yayımlanıyordu. Bunların çoğunda benim de imzam var.

Fatsa’da Türkiye İşçi Partisi 1966’da kuruldu.

2 Nisan 1968 günü Türkiye İşçi Partisi yöneticilerinden bir grup Doğu Karadeniz gezisine çıkmışlardı. Fatsa’da bir sinemada toplantı yapacaklardı. Fakat iktidar yanlısı bir grup önceden tertip yapmışlar, "harçlıkları" verilen bir kalabalık sinema önünde TİP’liler aleyhine gösteri yapmışlardı. Komünizmi lanetliyordu. Yıllardır Komünizmin Türkiye için en büyük tehlike olduğu kendilerine öğretilmişti. Bu akım daha doğmadan boğulmalıydı! Sinemada saatlerce mahsur kalan TİP heyetinin şoförü, otomobili kalabalığın üzerine sürerek muhasaradan sıyrılmıştı.

Türkiye tarihi 1969’da Kayseri Alemdar Sineması’nda TÖS’lülerin yakılma girişimi, 1970’te Yozgat’ta TÖS şubesinin saldırıya uğraması, Kahramanmaraş Olayları, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta olduğu gibi böyle bir hayli kışkırtılmış eylem yazdı.

Fatsa’daki saldırı sırasında Ankara’da öğrenciydim. Olayı duyunca herhalde şimdi birçok Sinoplu gibi memleketimiz adına çok üzüldük. Gazi Eğitim’de okuyan bir grup Fatsalı öğrenci, tepkimizi anlatmak için Akşam Gazetesi’nin Gökdelen’deki bürosuna gittik ve bunu dile getirmesi için İlhamı Soysal’la görüştük.

Fakat yukarıda andığım tertiplerin ikisinde saldırıya uğrayan gurubun içindeydim. Kayseri Alemdar Sinemasında sinemayı ateşe vermek isteyenlerin elinden garnizonun geç de olsa müdahalesiyle kurtulduk. Askeri cemselerle Kırşehir’e kadar getirildik. Yozgat olaylarında ise o gün şehirde MHP’nin mitingi vardı.

TÖS’e saldırma ihtimalleri üzerine Ankara’dan bir grup yüksek okul öğrencisi de Yozgatlı öğretmenlerle birlikte binayı savunmaya gittik. Miting sırasında kışkırtılmış kalabalık TÖS binasını taşa tuttu. Camlar kırıldı. Burada da polis kordonu altında binadan çıkıp Yozgat’ı terk ettik.

Bu olaylarla Sinop ve Samsun’daki olay arasında büyük bir benzerlik var. Kışkırtma ve saldırı biçimi aynı. Yalnız sloganlar değişmiş. On yıllardır yapılan yayınlarla, yaşanan olaylarla sinirler gerilmiş, iki taraf arasında tehlikelere davetiye çıkaran bir düşmanlık oluşmuştur. Bu olayların barış elinin uzatıldığı bir eylemde meydana gelmesi çok düşündürücüdür.

Şimdi ben bu Sinop ve Samsun olayı hakkında ne düşünmeliyim? "Bravo Sinoplulara ve Samsunlulara! Gördünüz mü PKK savunucularına gerekli dersi vermişler. Bunlar Karadeniz’e sokulmamalı" mı diyeyim? Yoksa, "BDP’lilerin bu barış mesajlı gezisi iyidir. Uzatılan el tutulmalıdır" diye mi konuşayım? Veya her iki duygu arasında sıkışıp sessiz mi kalayım? Dördüncü bir yol olarak, "Demokrasi ve ifade özgürlüğü var. Herkes her istediği yere gider, toplantı yapar" diyerek mi işin içinden çıkayım?

Ben inanıyorum ki, bunca acı olaydan sonra bu gerginlik sona erecek. Türklerle Kürtler kardeş olduklarını bilecekler. Askerler dağlarda PKK avına çıkmayacak. Kentlerde bombalar patlamayacak. Bu barış sağlandıktan sonra Türk ve Kürt emekçileri, birlikte örgütlenip mücadele ederek işbirlikçileri başlarından atmaya çalışacaklar.

Bunun gerçekleşeceğine adım gibi inanıyorum. Fatsa’da, Sivas’ta, Yozgat‘ta, Kahramanmaraş’ta tertiplere alet olan kışkırtılmış kalabalıklar gibi Sinop’ta bu tertibe alet olanlar da tarihe aynı kategoride geçecek. Kendileri de "Biz buna nasıl alet olduk?" diye hayıflanacaklar. Fatsa tertibine katılanların birçoğu böyle yapmış ve TİP’in üyesi üç ay sonra 270’e çıkmıştı…
Zeki SARIHAN
 
Kopernik’e saygıyla...
 
BUGÜN ünlü matematikçi ve gökbilimci Nikolaus Kopernik’in 540. doğum yıldönümüydü. Kendisini saygıyla selamlamak görevini yerine getiriyorum.

Rönesans’ın simge adlarından, öncü bilimsel devrimcilerden birisidir. Kendisi ortaya koyana değin güneş merkezli evren kuramından söz edilmiş olsa bile insanlık bundan haberdar olmamıştı. Bugün için yazmak kolay! 540 yıl öncesine gidelim!

Dünyanın öküzün boynuzları üzerinde durduğuna değilse de; dünya merkezli bir evrene inanıldığı günlerden söz ediyoruz. İsa Mesih’in buyruğuyla güneşin sabit durduğu inancı bu saçmalığın üzerine tüy dikmekteydi. Dahası din ve onunla bağlantılı inançlar önde gelen yönetsel aygıtlardı. Din devletleri çağında egemenlerin bu aygıttan vazgeçmeye hiç niyetleri yoktu. O nedenle Giordano Bruno’yu kent meydanında yakmaktan, Galile’yi düşüncelerinden vazgeçmemesi durumundan yaşamdan kopartmakla tehdit etmekten geri durmamışlardı.

Kopernik din kitabını anladıkları dile çevirme yürekliliği gösteren Martin Luther’den sonraki ikinci bilimsel devrimcidir. İlki din bağnazlığının temellerini sarsarken Kopernik evren algısını değiştirmiş ve yeryüzünün evrenin ayrıcalıklı öğesi olduğu düşüncesini yerle bir etmişti.

Bilimsel Devrim zincirinin önemli son halkasını tamamlayan ise insanı ayrıcalıklı konumdan çıkartıp; sıradanlaştıran ‘Evrim Kuramı’ ile Darwin olmuştu.

Andığımız köşe taşlarıyla günümüz teknoljisinin temellerini atan Bilimsel Devrim anakronizmin boş inancın önüne geçebildi mi? Bu soruya, üzülerek, utanarak ve başımızı önümüze eğerek "hayır" diyoruz.

Aklın ve bilimin şaha kalktığı dünyada tüm bunları başaran insan soyundan kimilerinin saçının telinde namus, suratındaki kıl demetinde hikmet aradığı da bir başka acı gerçek!

Öncü Bilimsel Devrimci Kopernik’I saygıyla anarken; yattığı yerde rahat uyuyor mu diye soracak olursanız başımızı önümüze eğmekten başka bir şey gelmiyor elimizden!
Ceyhun BALCI

Haberin Devamı

'İhale dosyaları' soru önergesinde

MHP İstanbul Milletvekili Atila Kaya, Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e; Kadir Topbaş hakkındaki ihale dosyalarının akıbetini sordu. Kaya'nın önergesi şöyle: "Prof. Dr. Recep Seymen’in yargıya taşıdığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2005-2007 yılları arasında yapmış olduğu alt yapı ihaleleri, Kamu İhale Kanunu’na aykırı olacak şekilde gerçekleştirildiği yargı önüne getirilmiştir. Buna göre:

- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve bürokratları hakkında, 2005-2006 yıllarında gerçekleştirilmiş alt yapı ihaleleri ile ilgili olarak yürütülmekte olan bir soruşturma veya kovuşturma söz konusu mudur?

- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 2010/28665-18718 soruşturma no’lu dosyasının akıbeti ne olmuştur?

- Danıştay 1. Dairesi’nin, İstanbul BŞ Bld. Bşk. Kadir Topbaş ile İstanbul BŞ Bld. Fen İşleri Daire Bşk. Abdullah Uçak hakkındaki 2010/238 E. ve 2010/419 K. soruşturma izni verilmemesi kararını kaldıran kararlarından sonra, herhangi bir soruşturma yürütülmekte midir?

- Aynı şekilde, Danıştay 1. Dairesi’nin, İstanbul BŞ Belediyesi’nin 11 bürokratı ile ilgili olarak İçişleri Bakanı tarafından soruşturma izni verilmeme kararını kaldıran 2011/1621 E. ve 2010/1552 sayılı kararından sonra bu şahıslar hakkında bir soruşturma yürütülmekte midir?

- Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/153 D. İş No’lu kararı üzerine, İstanbul BŞ Belediye Başkanı Kadri TOPBAŞ ve bürokratları hakkındaki görev gereğine aykırı davranmak ve görevi kötüye kullanmak iddiasıyla bir soruşturma yürütülmekte midir?

- Böyle bir soruşturma varsa, akıbeti nedir?

- Soruşturma dosyasının adliyede kaybolduğu/kaybedildiği şeklindeki vahim iddialar ne derece doğrudur?

- Soruşturma dosyasının, siyasal iktidarın baskılarından çekinildiği için hiçbir cumhuriyet savcısı tarafından sahiplenilmediği ve bakılmak istenmediği iddiaları doğru mudur?"
 

Yazarın Tüm Yazıları