İç taleple büyümenin sınırları

Yüksek büyüme hepimizi sevindiriyor.

Haberin Devamı

Keşke Türkiye her yıl, örneğin yüzde 10 büyüse de, en az 3 çocuklu ailelerin özendirilmesine rağmen işsizlik sorunumuz azalsa, gelişmiş ülkelerle aramızdaki fark artık kapansa, halkın refahı artsa, çok iyi olmaz mı? Belki o zaman, 15-20 yıl sonra Çin gibi, hem ekonomik gücün verdiği etki hem de nüfusumuzla siyasi anlamda da gerçekten dünyada sözü dinlenen bir ülke oluruz. Belki o zaman istediğimiz komşulara, istediğimiz saiklerle kafa tutar, emperyal hayaller kurar, bazılarının gönlünü de hoş ederiz.
Önceki gün açıklanan yüksek büyüme rakamlarını gördüğümde ben de sevindim ama ister istemez bu hızın ne kadar sürdürülebilir olduğunu da düşündüm. Baktım; düşük büyüme rakamlarında bu kadar iştahlı olmayan ekonomiyle ilgili tüm bakanlar, büyüme rakamının ne kadar başarılı olduğu konusunda yazılı- sözlü açıklamalar yaptılar. İşin tuhafı hem ayrı ayrı yapılan açıklamalar hem büyümeyle ilgili söyledikleri, ekonomi yönetiminde birlik olmadığını gösteriyordu. Belli ki hepsi bu büyüme rakamını üstlenmek istemiş... Açıklamaların içeriğine baktığımda ise büyümeyle gururlanmanın yanında, ihtiyatlı ve büyümenin bu hızda gitmeyeceğini ima eden sözler de vardı. Bu hızla gittiği takdirde yıl sonunda büyümenin, en azından yüzde 4’lük hedefi tutturması hatta aşması beklenir. Ancak bakanların açıklamalarında genel ton, “Yıl sonunda yüzde 3.5 civarında kalırsa iyi” yönündeydi.
Bakanlar bundan bir ay önce yüzde 3 civarında bir büyüme rakamının iyi olacağını düşünüyor, bunu açıklamalarında da yansıtıyorlardı, şimdi yarım puan yükseltmiş görünüyorlar. Ekim ayında yenisi yapılacak orta vadeli programda belli ki hedefi artık yüzde 3.5 olarak revize etmeyi planlıyorlar.
Bakanların bu tavrının nedeni ise açık; büyümede beklenilenin tersine içtalep ağırlıklı bir yapı gelişti ve iç talebin bu kadar canlı devam ettirilmesi makro dengeler üzerinde ciddi tahribat yaratacak. Dış talebin eksi seyrettiği bir süreçte sırf tüketimi artırarak, hem de bunu kamu harcamalarını patlatarak yaparsanız, bunun sürdürülebilir olması mümkün değil. Bakanlar du bunu görüyor.
Bu da iç talebin frenleneceğini, ikinci yarıda bu kadar yüksek olmayacağını gösteriyor. Peki, bakanlar bunu sağlayabilecek mi? Eğer Başbakan “büyüme hızını düşürmeyin, kamu harcamalarını seçim de geliyor kısmayın, aksine artırın ki yerel seçimleri ardından cumhurbaşkanlığı seçimini alayım” derse ne olacak?

Haberin Devamı

MERKEZ’DE GÜVEN AZALIRKEN

Haberin Devamı

Başta da söylediğim gibi, keşke çok yüksek büyümeler sağlasak sorunları çözsek ama ekonominin kapasitesi buna uygun değil. İşte böylesine dönemler için “Merkez Bankası bağımsızlığı” ilkesi geliştirilmiş, siyasilerin hırslarını törpülemek ve ekonomik dengeleri bozmamak için bağımsız bir mekanizma kurulmuştur. Yani bakanlar da frene basamazsa, merkez bankaları frene basar...
Ancak Merkez Bankası’nın itibarı son dönemde giderek azalıyor ve yabancılar da artık “merkez başbakanın istediğini yapıyor” demeye başladılar. Öyle ya, hem faizleri 6.75-7.75 arasında tutup, hem de bu küresel ortamda yılsonunda dolar kurunu 1.92’ye indireceğim diyen, hala bunda ısrar eden bir Merkez Bankası Başkanı var. Bunun yanında 6.75’in altına faizi indirmem derken, faizi bunun altında tutuyor yani faizde verdiği sözü de tutmuyor...
Rating kuruluşları ve yabancı kuruluşlar, giderek daha yoğun biçimde Merkez Bankası’nın siyasi etki altında kaldığını, faiz takıntısı nedeniyle bu dönemde kurlarda verilen sözün tutturulamayacağını raporlarında belirtmeye başladılar.
Keşke çok daha yüksek oranlarda büyüsek herkes ister ama unutmayalım; yüksek büyüyeceğiz diye istikrarı feda edersek, ekonomi küçülmeye başlar...

Yazarın Tüm Yazıları