Huysuz İhtiyar'ın derin marangozluğu

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Her şey masamın üzerinde bulduğum küçücük bir mektupla başladı. Yazan Oğuz Aral'dı. En sevdiğim, en övündüğüm, en takdir ettiğim, başkalarını dudak kenarımdaki o müstehzi çizgiyle ti'ye aldığım yanıma, mizah müptelalığıma zıpkın gibi giren küçücük bir mektupla başladı.

* * *

Ama önce bunun öncesini anlatmam lazım.

Bir hafta önce pazar yazımda hayatıma giren mizah dergilerini yazmıştım.

Tabii yazımın ana dalgaları, hayatımda hep efsane olarak kalan Oğuz Aral'a aitti.

Sonra o mektup geldi.

Ve yanında, hayatımın en önemli başucu eserlerimden biri olan Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo'nun bir cildi.

1975 yılında Paris'teki küçük daireme giren bir hırsızın, tamamını alıp götürdüğü Charlie Hebdo ciltlerinin bir benzeri.

Mektubu alır almaz Oğuz Aral'ı aradım.

Ve bugüne gelen dostluğumuz başladı. O, benim için önemli.

Bir de Hürriyet okuyucuları için önemli olanı var. Oğuz Aral yeniden çizmeye başladı.

Bazıları bunu nasıl başardığıma inanamadı.

Nasıl mı? İnanın ben de bilmiyorum. Belki küçük bir elektrik, belki onun susamışlığı, belki benim bunu çok istememin yarattığı adını koyamayacağım bir şeyler. Bir aura...

* * *

Avni kesin dönüş yaptı. Ama hepsinden önemlisi, Oğuz Aral haftalık mizah yazıları yazmaya başladı.

Ve ben bu yazıların gerçek bir müptelası oldum.

Şimdi bu yazılardan oluşan kitap önümde duruyor.

O çok sevdiğim takma adıyla, ‘‘Huysuz İhtiyar’’ müstear başlığıyla bir Oğuz Aral klasiği.

Kapağın hemen arkasından gelen sayfada bana hitaben yazılmış şu yedi kelime:

‘‘Ertuğrul Bey, Ertuğrul Bey. Yaptığınız marifeti beğendiniz mi?’’

Beğenmek ne demek Oğuz Bey, kendi kendime alçak sesle, kimselerin duyamayacağı bir tonda, karşı koyamadığım bir gurur duygusuyla hayran oldum.

Size utangaç bir ifadeyle şunu sormayı çok isterdim:

‘‘Bunda gerçekten benim de küçücük bir payım varsa, ne mutlu bana...’’

Bu kitap gerçek anlamda bir mizah klasiği olmaya adaydır.

Bu yazılar arasında bir tanesi var ki, benim gerçek klasiğim o.

Başlığı ‘‘Bir tüketim sapığı’’.

Bir mizah şaheseri olduğu kadar gerçek bir psikoloji şaheseri.

Aslında bu, ‘‘Ruhumdaki marangoz’’ yazısıyla başlayan bir dizinin son yazısıydı.

Mösyö Brikolaj mağazasının açılışıyla içine yerleşen o derin marangozluk duygusunu, bir yazısının şu başlığı ile sloganlaştırıyor:

‘‘Efendiler... Vekil, başvekil, hatta köşe yazarı olabilirsiniz. Ama marangoz olamazsınız...’’

* * *

Eğer mizahın bir psikolojisi varsa, eğer tüketimin psikanalizi yapılabiliyorsa, işte bunun verilebilecek en güzel örneği bu yazılardır.

Eğer böyle bir psikoloji, böyle bir psikanaliz yoksa, bu yazılar işte onu icat ediyor.

Bir zamanlar bir yerde mi okudum, yoksa kendi kendime mi icat ettim bilmiyorum, ama aklımda şöyle bir cümle kalmış.

‘‘Hayatı ciddiye almanın en etkili yolu, onu ti'ye almayı bilmektir.’’

Hayatı ti'ye almak da, önce insanın kendi kendini ti'ye almayı bilmesi ile başlar.

Bayram boyunca Oğuz Aral'ı dönüp dönüp yeniden okudum.

Oradaki derin psikolojiyi, hayatı yaşanabilecek en güzel yanlarından yakalama sanatını bir kere daha gördüm.

Her şey o küçük mektupla başladı.

Sonunda, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz çizgisine yeni bir yazar eklendi.

Huysuz bir ihtiyarın genç yazarlık serüveni, o güzergâhta yeni bir halka oluşturuyor.

Kitabın girişinde, ‘‘Tam 62 yaşımda birinci kitabı becerdim. Bakalım ikincisi kısmet olacak mı’’ diyor.

İnşallah olur, inşallah olacak...

Ve derin marangoz'un iç dünyası, Badi Ekrem'lerden, Güdük Necmi'lerden başlayıp Mükremin Abi'lere gelen hayatın tıpkıbasımı bir mizahı, siyasetten illallah demiş bir toplumun üzerine gökkuşağı gibi seriyor. Alaimisemanın renklerine boyuyor.

Eğer katkım varsa, yaptığım marifeti çok, ama çok beğendim Oğuz Abi...

DÜZELTME VE ÖZÜR

Geçen haftaki, ‘Marmaris’teki trio' başlıklı pazar yazımda, Ankara Büro Temsilcimiz Sedat Ergin'in ‘‘Gitar çaldığını’’ yazmıştım. Kendisi bir tekzip yazısı göndererek, ‘‘Gitar değil, bas gitar çaldığını’’ bildirdi. Düzeltir, özür dilerim.













Yazarın Tüm Yazıları