Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Eşyalarımızla yaşıyoruz

Önce kendi sesime uyandığımı sandım. Arada bir uykumda konuştuğum olur, ama konuşmalar hálá devam ediyordu. Gecenin bu saatinde evde benden başka kimse yoktu. Fakat birileri konuşuyordu işte... Televizyonu açık unutmuş olmalıydım. Kalkıp salona yürüdüm. Televizyon kapalıydı. Gaipten sesler duyduğuma göre, dün gece içkiyi fazla kaçırmıştım herhalde. Çalışma koltuğum misafir koltuğuna,

‘‘O kuru kıçlı heriften nefret ediyorum. Bütün gün tepemde. Üstüme ilk oturduğunda 75 kiloydu, şimdi 90 kilo oldu. Ama herif oturak yerine kilo almıyor ki... Kemikleri bir gün karnımı deşip süngerlerimi ortaya dökecek. Bazen seni kıskanıyorum vallaa...’’ dedi. Misafir koltuğu da,

‘‘Kıskanmakta haklısın, geçen gün gelen konuk hanım nasıldı ama?.. Yumuşacık kalçaları vardı.’’ diye keyifle mırıldandı. Sandalye söze karıştı:

‘‘İkinizin de kucağına oturan birileri çıkıyor. Ama ben tahtayım diye yüzüme bakan yok. Haftalardır popo yüzü görmedim. Yetmiyormuş gibi o sırık herif beni portmanto niyetine kullanıyor. Gömleğini, pantolonunu asıyor. Üstüme atılan şu ıvır zıvıra bakın!’’

‘‘Sen biraz para biriktirip kendine minder al.’’

‘‘Üstümüze oturan yok ki, pantolon cebinden üç beş kuruş düşürsün de param olsun. Param olsa bile bir popoyla arama minder sokmam abiler!.. Ben çevreciyim.’’

Vantilatör öfkeli bir sesle koltukların muhabbetini kesti.

‘‘Tövbe... Tövbe!.. Siz hepiniz sapıksınız. Eve gelip giden konuklara fortçuluk yapmaya utanmıyor musunuz?..’’

Benim çalışma koltuğu birden celállendi:

‘‘Sen lafımıza karışma lan dönek vantilatör!.. Ömrün döneklikle geçiyor. Bu eve ilk geldiğin zaman emek üstüne solcu nutukları çekiyordun. Döne döne şimdi başımıza sağcı kesildin. Noolacak zındık Galatasaraylı!..’’

‘‘Galatasaraylı senin babandır. Elhamdülillah ben Fener'liyim!..’’

‘‘Duydun mu lan sandalye, bu fırıldak Rıdvan'ın yerine Zeman gelince belki şampiyon olur diye şimdi de Fener'e dönmüş!..’’

Hayvanların iyi kötü konuştuğunu bilirdim de, eşyaların konuşmalarına ilk kez tanık oluyordum. Yalnız konuşmakla kalmıyor, konuşurken yerlerinden kımıldıyorlardı da... Şaşkınlıktan açık ağızla salonun ortasında dikilip kalakalmıştım. Aslında çöküp oturmak istiyordum ama, sandalye ve koltukların deminki konuşmalarından sonra oturacak cesaretim kalmamıştı.

O sırada masanın üstünde bir şangırtı koptu. Sürahiyle saksı birbirlerine girmişlerdi. Saksı tepesindeki çiçeği öfkeyle titreterek:

‘‘Sulu herif!..’’ diye bağırıyor, sürahi de,

‘‘Pis çamur!..’’ diye karşılık veriyordu. Masa,

‘‘Tepemde tepişip durmayın be!.. Bıktım sizin bu toprak ve deniz kavganızdan!..’’ diye araya girdi. Saksı homurdandı:

‘‘Kendini beğenmiş ukala, suyu topraktan üstün görüyor. Ben olmasam memleket aç kalır be!.. Bütün yiyecekleri ben yetiştiriyorum!..’’

‘‘Balıkları da mı sen yetiştiriyorsun?’’

‘‘Sen, üçbuçuk zehirli hamsine balık mı diyorsun?’’

‘‘Senin hormonlu patlıcanların da kanser yapıyor!..’’

‘‘Benim uğruma 'Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker...' diye şiirler bile yazıldı.’’

‘‘Ne yani, denizlerimiz için denize düşen asker yok muymuş? Sadece piyadeler mi şehit oluyormuş?’’

‘‘Vatan dediğin önce topraktır!’’

‘‘Evet çok haklısın, sizin kafanıza göre toprak vatan, deniz ise çöp tenekesi ve fabrika lağımıdır!..’’

Bu ideolojik patırtı uzamasın diye sürahiyi alıp mutfağa götürdüm. Saksı arkamızdan ‘‘Benim sadık yarim kara topraktır’’ diye bir türkü tutturdu. Sürahi de, ‘‘Yavuz geliyor Yavuz... Denizi yara yara!..’’ türküsüyle cevap verdi.

*

Sürahiyi koymak için buzdolabının kapağını açınca dolap kesik kesik öksürdü ve,

‘‘Çok fena ateşim var.’’ dedi.

‘‘Geçmiş olsun, ne oldu?’’

‘‘Üşütmüşüm. Bu voltajlara güven olmuyor ki... Bir az geliyor, bir çok... Bir soğuk, bir sıcak... Adam üşütüyor işte. Hapşu!..’’

‘‘Çok yaşa.’’ deyip termostatına iki aspirin koydum ve buzdolabını battaniyeyle sardım. O sırada bardak rafından şangır şungur sesler gelmeye başladı.

‘‘Yeter artık bee!.. Burada aile var!..’’

‘‘Utanmazlar herkesin içinde fuhuş yapıyorlar!..’’

‘‘Gece gündüz hep alt alta, üst üsteler... Mutfağın namusu beş paralık oldu!’’

Şarap kadehine,

‘‘Kimden bahsediyorsunuz?’’ diye sordum.

‘‘Beni ilgilendirmez. Canları sevişmek istiyorsa sevişsinler. Ama bu rakı bardakları çok geri kafalı. Çaydanlıkla demliğin üst üste durmalarına bozulup şamata ediyorlar!..’’

Bütün rakı bardaklarının üstüne birer kahve fincanı koydum. Keyifle şıngırdayıp seslerini kestiler. Demlik, cilveli cilveli teşekkür etti ve çaydanlığın üstüne iyice yayıldı. Çaydanlık da altında ateş yanmamasına rağmen tıkırdadı.

*

‘Reyting budalası, halk dalkavuğu!..’’

‘‘Kitap hamalı ukala!..’’

‘‘Reyting uğruna bir döt vermediğiniz kaldı be!..’’

‘‘Kıskanç dinozor, kimse yüzünüze bakmadığı için hasetinizden çatlıyorsunuz!..’’

Bu bağırtıların ardından pata-küte gürültüler gelmeye başlayınca salona koştum. Kitaplık, Dostoyevski'nin 'Budala' romanını televizyon aletinin kafasına atıyordu ki yetiştim. Televizyon da karnını kitaplığa çevirmiş, gıcık olsun diye Ciguli'nin, ‘‘Yapma bana numara’’ klibini oynatıyordu. Ondan sonra da Reha Muhtar görüntüsüne geçti. Reha Muhtar, aşağı doğru genişleyen pembe yanaklarını sallayarak,

‘‘Vah Türkiyem vaah!..’’ diye inliyordu. Meğer Aczimendi tarikatının zampara şeyhi Müslüm'ün oğlu Hıristiyan olmaya karar vermişmiş. Reha da bunu acı haberi izleyicilerine bir Müslüman daha kaybetmenin ıstırabıyla ‘‘Vah Türkiyem vaah!..’’ diye feryat ederek duyuruyordu.

Kitaplarımı yerleştirdiğim kitaplık Reha'ya karşılık olarak,

‘‘Salaklığın para ettiği ülkelerde akıllı çocuklarınızı döverken, özellikle kafasına kafasına vurun!..’’ diye postmodern felsefeci Hammersmith'in sözleri ve Fikret'in,

‘‘Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı içtiha sizin

Çatlayınca, patlayınca, tıksırıncaya kadar yiyin!..’’ dizeleriyle entellektüelce karşılık veriyordu.

Ben, entelektüelizmden hoşlanmam. Ama halk dalkavukluğunu hiç mi hiç sevmem. Televizyonun fişini çekip bu bitmez tükenmez popülizm-entelektüelizm kavgasına son verdim. Hayyam'dan bir dörtlük okuyup kitaplığı da sakinleştirdim.

*

İsyan kenefte başladı. Küçük su dökmek için tuvalete gidince hacet bölgesinin kapağını açamadım. Alttan,

‘‘Bu gece kapalıyız. Git bir ağaç dibi bul!..’’ diye bir ses geldi. Ben de çatlayacak değildim ya. Çişimi yapmak için banyoya yöneldim. Banyodaki duş aleti dönüp üstüme sular fışkırttı. Yataktan sıcacık çıkmış bedenime buz gibi suları yiyince, çişim geri kaçtı. Can havliyle yatak odama koştum. Ama halı bana çelme taktı. Kendimi sürünerek karyolama attım. Yatak odasının kapısı birden kapandı ve kilitte dönen bir anahtar sesi duydum. Yorgan beni sıkı sıkı sardı. Ben kımıldamaya çalışırken yastıklardan biri yataktan havalandı ve yüzüme doğru yaklaştı. Sonra da ağzımı, burnumu kapattı.

*

Uyandığımda yastıklar, koltuklar, kitaplık yerli yerindeydi ve klozet hiç direnmedi. Koltuklara, masaya, bardaklara, duş aletine, kitaplığa ağzıma ne gelirse veryansın ettim. Kimsenin gıkı çıkmadı.

Bir daha rakının üstüne viski içmemeye karar verdim.

*

Gazeteye gitmek üzere evden çıkarken kapı komşum Profesör Ali Bey, her zamanki kibarlığıyla,

‘‘Dün gece bir hayli misafiriniz vardı sanırım. Edebiyatçılarla popülistlerin tartışmasının sonucu ne oldu?’’ diye sordu.

Şimdi evin eşyalarını satacak bir eskici bulana kadar karşıdaki Conti Otel'de kalmaktayım. Ama otelin eşyalarına da güvenemiyorum.

Yazarın Tüm Yazıları