Hükümsüz

Kafam kazan gibi, bizim eklerin sayfalarının yapıldığı odaya girdim. Sanlı’nın kumanda merkezine yani... İçeride alışkın olmadığım bir loşluk var. Gözüm pencerelere takıldı. Jaluzileri kapatmışlar. Ama?.. Yahu burada jaluzi var mıydı ki?

Bizim gazetenin duvarlarında asılı ilanlarda yazdığı üzere: Gazeteciyi merak böceği sokmuştur. Sordum nitekim: ‘Bu jakuziler daha önce de burada mıydı?’

Öööyle suratıma baktılar: ‘Evet, saunalar da vardı hatta evvelden...’ Sormayın, hiç affetmiyorlar: ‘Pardon, jaluziler diyecektim...’ Varmış... Tülay; ‘Sen de haklısın’ dedi; ‘Jaluziydi, jakuziydi, hayatımıza bir dolu şey girdi. Japon icadı bunlar, Japon...’

Oradan çıktım, bodrum kata indim, sonra zemine çıktım, sonra dergilerin katına, sonra gerisin geriye bizim kata... Şuursuz, serseri bir mayın gibiyim.

Üzerinize afiyet, ağır bir geceden kalmayım. Sabah nasıl kalktım bilmiyorum. Ama cüzdanı yine kaybetmişim, o kadarına hakimim. Yine kimliksizim, yine hükümsüzüm efen’im...

Akşam iki günlüğüne Ankara’ya gitmem lázım. Yine Allah’a emanet düşeceğiz yollara... Ortalıkta saçmasapan dolanıyorum. Oyalanıyorum... Zira İnsan Kaynakları’na gidip sigorta kartımı ‘yine’ kaybettiğimi söylemem gerekiyor. Gelin görün ki bizim İnsan Kaynakları Müdürü -kendisi İnsan Kaynakları Müdürü’nün olmaması gerektiği kadar iyi bir insan olduğu için biz kendisine İnsan Kaymakları Müdürü demeyi tercih ediyoruz- az biraz espritüel bir arkadaş. Ve hobileri arasında, benim bu habire bir şeylerini kaybeden hálimle dalga geçmek de bulunuyor.

Sancak’a duyurmadan durumu oradaki arkadaşların birinin kulağına fısıldasam, mevzuyu minimum geyiğe sardırarak atlatabilir miyim, onu hesap ediyorum.

Zira artık hakikaten kendimi aştım. Konu bir şeyler kaybetmekse, üzerime kimseleri tanımıyorum. Bir gün kendimi kaybedeceğim o olacak... (Hoş, bir Hürriyet yazarı olarak yakışır yani... Bildiğiniz gibi, Hürriyet, bazen de kendini kaybetmektir!)

Sarhoş ya da dalgın ya da yorgun filan olmam da gerekmiyor. Bu konuda üstün bir yeteneğim var; gerçekten... Kış günü palto, yaz günü terlik kaybetmeyi başarmış bir insanım ben.

Ve sayısız şapka... İnsan kafasında taşıdığı bir şeyi kaybeder mi? Ben kaybedebiliyorum.

Geçen sene, paraya kıyıp 10 taksitle, bayağı pahalı bir güneş gözlüğü almıştım. Haftasına çıkmadan gözlüğü kaybettim. Sonra sittin sene, olmayan bir gözlüğün taksitlerini ödedim.

Bir keresinde evin içinde ev anahtarlarımı kaybetmişliğim bile var; öyle söyleyeyim.

O sıralar oturduğum evin sokak kapısı, garip bir kapıydı. Biraz sert kapadığınızda, kilit kendiliğinden döner ve kilitlenirdi. Akşam da nitekim kapıyı sert çarpmışım, mümkün değil, açılmıyor. Anahtarı bulamıyorum ve bir röportaja yetişmem gerekiyor. Pencereden atlamıştım. Önüne düştüğüm kadının yüzündeki ifadeyi bugün gibi hatırlarım.

‘Anahtarımı kaybettim de...’ demiştim. ‘Tabii, tabii...’ şeklinde yanıt vermişti.

Ben koşarak taksi durağına giderken, o ilerideki bekçi kulübesine yönelmişti.

Kısa keseyim, sessizce dağılalım arkadaşlar. Bendeki onu-bunu-şunu kaybetme hikáyelerinden Savaş ve Barış’tan daha kalın bir hatırat çıkar yani...

Şimdi işin yoksa yine gazeteye kimliğini kaybettiğine dair ilan ver, git kimlik çıkart, onu iptal et, bunu yenile... Öööf be!..

Kendimden sıkıldım, yemin ederim. Üstelik ‘Kendimden sıkıldım’ cümlesini o kadar çok kurdum ki cümleyi eskittim...

Acaba diyorum, şu ‘Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür’ ilanıyla birlikte bir kayıp ilanı daha mı versem?: ‘Hatırlamadığım bir tarihte şuurumu kaybettim, lütfen beni kaale almayınız, hükümsüzüm, teşekkür ederim...’
Yazarın Tüm Yazıları