Hem iyi bir şair hem iyi bir gazeteci

Özdemir İnce’nin gazete yazılarını okurken, rahmetli gazeteci arkadaşım Adnan Semih Yazıcıoğlu’nun bir sözünü anımsadım: "Canikom," demişti, "akıllı, bilgili insan her şeyi iyi yapar."

İnce, iyi bir şairdir. Ayrıca şiir üzerine yazdıklarıyla da Türk edebiyatında önemli bir yeri vardır.

Bugün gazete yazılarından söz edeceğim Özdemir İnce’nin yeni kitabı Fesatlar Sarmalında Türkiye, Türkiye’nin sorunları üzerine yazılmış, güncelin bilgiyle ve bir dünya görüşüyle donatıldığı yazılar.

Gerçek bir aydın ve yurtsever olan yazarın, genel geçer görüşlere yüz vermeyen gazete yazılarının önemli bir özelliğini fark etmenizi isteyeceğim.

Özdemir İnce’nin yazdığı ve seçtiği konulara başka gazete yazarlarında da rastlayabilirsiniz. Ama o yüzeysellikten kaçınır, onu bilgiyle donatır, böylece polemiğin kaydırak taşı özelliğinden onları kurtarıp birer deneme/köşe yazısı/makaleye dönüştürür.

Aydın olma niteliklerini tekeline almak isteyenlere karşı, Özdemir İnce’nin yazıları, güvenilir, kabul edilir, savunulur alternatif kimlikler içerir.

Fesatlar Sarmalında Türkiye, üç bölümden oluşuyor: Son Pazar Kazıları, Fitneler ve Fesatlar, Hürriyet-Avrupa Yazılarından Seçmeler.

Sunu
’da benim saptamalarımı destekler bir görüş ileri sürüyor: "Gazeteciler ve gazete yazarları, büyük bir alçakgönüllülükle, gazete yazılarının ömrünün bir gün olduğunu söylerler. Basılı gazete sayfasının kelebek ömrü. Hüzün verici.

Edebiyat yazarlığından geliyor olmanın yazınsal koşullandırması ve edebiyatın binlerce yıllık geleneği, benim için böyle bir yazgıya karşı en büyük savunma siláhı oldu.

Gazete yazarlığına başladığımdan bu yana hem günceli izlemeye, hem de gündelik dünyamızın temel sorunlarından uzak durmamaya dikkat ettim."

Ben de gazeteye edebiyattan geldiğim için, onun görüşlerini daha iyi algılayabiliyorum.

Yazı başlıkları, altı boş birer slogan değil. Evrim Kuramı Olmadan Bilim Olmaz yazısını, bir bilim dergisinin özel sayısını kaynak göstererek yazar.

Láiklik, cumhuriyetin temel ilkeleri, Avrupa’nın bize bakışı, bizim ona bakışımız.

O, sorunlara, konulara ön yargılı yaklaşmaz.

Avrupa Türkiye’yi Çok İyi Tanıyor yazısından bir bölümü, AB karşısındaki konumumuzu özetliyor: "Kendini beğendirecek olanın Türkiye, beğenecek olanın da Avrupa olduğunu daha önce birkaç kez de söyledim. Türkiye’nin 90 bin sayfalık Avrupa Birliği müktesebatını tartışmadan kabul etmek zorunda olduğunu da yazdım."

Vatansız ve Milletsiz Devlet
’in sonundaki soruyu hepimiz sormalıyız: "Ama, Anayasa’dan ’Türk Milleti’ ve ’Milletin bölünmezliği’ ifadelerini çıkarmak isteyenler Türkiye’yi ’Vatansız ve milletsiz bir devlet’ haline getireceklerini bilmiyorlar mı acaba?"

Başka ülkelerdeki azınlıkların, cemaatlerin yılmaz savunucusu bazı ülkelerin, kendi ülkelerinde bu hakları yok saydığı gerçeğine değinen, Şu İsveç’in İşleri yazısında, İsveç’in 1,5 milyon Scan’in haklarını tanımadığından söz eder.

Ökümeniklik tartışmasını, tarihini bilerek izleyecekseniz, Patrikhane’nin Ökümenik Olamayaşının Kanlı Tarihçesi’ni okuyun.

Resmi Olmayan Tarih ve ’Popüler Tarih’ yazısındaki bir iki cümlenin altına her sağduyulu insan imzasını atacaktır:

"’Resmi Tarih", ’Geçmişiyle Barışmak’ gibi gösterişli ama alt tarafı ’hazır giyim’den başka bir şey olmayan sloganları ciddiye almam."

Avrupa hayranlığı, kayıtsız şartsız bir uygarlığı değil, bütün dayatmaları kabul etmek anlamına gelmez. Özdemir İnce, Avrupa’yı da bildiğinden onunla bizim ilişkilerimizin dengesi konusunda tarafsız yazar.

Hangi düşünce olursa olsun, teslimiyetçi yazarlardan pek hoşlanmam, hele, "Bitaraf olan bertaraf edilir," sözü bana aldatıcı gelir. Sorgulamadan, bireysel bir tavır koymadan, sürüye katılmayı emreder. Akılcılığa ters düşer.

Kitapta yer alan Ermeni sorunu üzerine belgesel nitelikli yazıları mutlaka okuyun. Olayları tarafsız değerlendirmeniz için önemli malzemeler var bu yazılarda.

Bir Aynanın Önünde Tek Başına’nın son cümlesi, size Türkiye’deki bir aydın tipini anımsatmıyor mu?

"Geçmişle yüzleşmek için kendi tarihini ve ulusunu aşağılayan bir Yunan’a rastlamadım!"

Türkiye’nin değişik kesimlerdeki insanlarının fikirlerini öğrenmek istiyorsanız, bunların doğru ile eğri yanlarını görmeyi arzuluyorsanız, gündemdeki bütün maddeleri, güncelin sorunlarını, bilgi ve belgelerle tartışıp, doğru bir yargıya varmak istiyorsanız, Fesatlar Sarmalında Türkiye’yi okumanızı isteyeceğim.

Çoğunluk gibi görünen azınlığın dışında sağduyuyu salık veriyorum size.

KİTAPTAN

Türkiye’yi çok iyi tanıyorlar

Türkiye’nin dostu olduğu ileri sürülen, Fransız milletvekili Pierre Lellouche da "Kendinizi beğendirin. Bu bir seçim kampanyası. Kendinizi beğendireceksiniz. Kulübe girmek için kendinizi anlatacaksınız" (Sabah, 24 Ekim 2004) diyor.

Kendini beğendirecek olanın Türkiye, beğenecek olanın da Avrupa olduğunu daha önce birkaç kez de söyledim. Türkiye’nin 90 bin sayfalık Avrupa Birliği müktesebatını tartışmadan kabul etmek zorunda olduğunu da yazdım.

Bu durumdan kıvanç duyduğum, bu durum beni mutlu ettiği için değil gerçekleri söylemek ve yazmak için. Çünkü Türkiye’de büyük bir çoğunluk AB üyeliğini çantada keklik görüyor. Oysa gerçekler sanılanın aksine!

Türkiye’nin kendini tanıtmak zorunda olduğu savları inandırıcı değil. Hele bunu yöneticiler ve işadamları söylediği zaman.

Yılda 60-70 milyar dolarlık ihracat, 90-100 milyar dolarlık ithalat yapan bir ülkenin kendini tanıtmaya ihtiyacı yoktur. Yılda 10 milyon turist ağırlayıp 15 milyar dolardan fazla kazanç sağlayan bir ülkenin kendini tanıtmaya gereksinimi yoktur.

Alternatif tarih gerçekten doğru mu?

"Resmi Tarih", "Geçmişiyle Barışmak" gibi gösterişli ama alt tarafı "hazır giyim"den başka bir şel olmayan sloganları ciddiye almam. Her toplumun, her devletin tarihinin kuşkusuz bir resmi değişkesi vardır: Roma’da Spartaküs Ayaklanması’nın, Osmanlı’da Celáli İsyanları’nın, Yunanistan’da içsavaşın, ABD’de Güney-Kuzey Savaşı’nın, Fransa’da Katar mezaliminin, İspanya’da Franco İsyanının...

Türkiye’de de Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’in kuruluşunun kuşkusuz bir resmi, daha doğrusu devlet destekli bir tarihi olacaktır. Bir kesimin gözünde, örneğin Cumhuriyet tarafından kapatılan iki partinin (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası), Şeyh Sait İsyanı da aralarında olmak üzere Kürt isyanlarının, devrimlerin birinci el tanığı olan Atatürk’ün Söylev’inde yer alan yorumları resmi tarihin bir parçası sayılır. Buna karşın, Rıza Nur’un, Kázım Karabekir’in, Said Nursi’nin Yüz Ellilikler’in kalemlerinden çıkan yazılara ve anılara daha çok itibar edilir. Bunun belli bir nedeni ve sağlam bir gerekçesi yoktur. Alternatif tarihin kaynaklarının doğruyu ve gerçeği söyledikleri ne malûm?

Komşum Sartre

Ocak 1966’da bir gün, bir akşam alacasında, Vavin metrosundan çıktım, Delambre Sokağı’nı dönerken sokağın fahişelerinin kısa boylu bir adamın çevresinde toplandıklarını gördüm. Bunun üzerine, meraktan, karşıya geçtim. Topluluğa iyice yaklaştığım sırada kızlardan birinin "Ama Mösyö Sartre!" dediğini duydum. Sartre’ın Square Delambre’da bir yerde oturduğunu duymuştum, ama mahalleye taşınmamdan bu yana hiç rastlamamıştım.

Bu Jean-Paul Sartre’ı ilk görüşümdü.

Pazar günleri, saat ona doğru Montparnasse Bulvarı üzerindeki Le Select kahvesine gider, Vavin Sokağı’na bakan köşede otururdum. Kahvenin ilk müşterisi ben olurdum pazar günleri. Kitap, dergi okur, Türkiye’ye mektup yazardım.

Bir pazar, Sartre’ı ikinci kez gördüm. Evlatlığı Arlette’in koluna girmişti. Ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Le Selecte’e girdiler ve kapalı terasın öteki yakasına oturdular. Ya okuyor ya da yazıyordum ama göz ucuyla da Sartre tarafına bakıyordum. Masaya oturmalarından pek az sonra Arlette kalkıp benim masaya doğru yürüdü. Birden masadaki bir Sartre kitabını anımsadım ve hemen üzerine bir başka kitap koydum. Suçüstü yakalanmışım gibi yüzüm kıpkırmızı oldu. Arlette gelip yanımda kibrit olup olmadığını sordu. Mösyö Sartre pipo içecekti.

Yanımdaki iki kibrit kutusundan birini Arlett’e verdim. Gitti. Bir daha Sartre tarafına bakamadım. Canım çok çektiği halde pipomu dolduramadım. Görünmeyen üçüncü gözüm engelledi beni.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Selim İleriHepsi AlevDoğan Kitap

Cahit ZarifoğluÇocuklarımızla Atlara BiniyordukBeyan

Stephan GerlachTürkiye Günlüğü (2 Cilt)Kitap

Sermet AtacanlıAtatürk ve Çanakkale’nin KomutanlarıMB

Tahar Ben JellounSon ArkadaşCan

Yazarın Tüm Yazıları