Hadi Uluengin: İspanya girizgahı

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Madrid

Eski insan, eski laf, Uşşakizade Halit Bey ve Marcel Proust romanlarının harika bir karışımı olan rahmetli Annennem şimdikine oranla on üç gün geriden gelen Rumi takvimi kastederek, ‘ağustosun yarısı yazsa, yarısı kıştır’ derdi.

Fakat işte zamanlar değişti ve hanidir Miladi yaprakları çevriyoruz.

Zaten yeni takvimle bile ağustos bitimine daha üç hafta var. Dolayısıyla, yaz mevsiminin noktalanmakta olduğunu söyleyerek keyfinizi kaçıracak değilim.

Üstelik eminim, ya tatildesiniz ya da tatildeymişçesine bir rehavette yaşıyorsunuz. En azından böyle olmasını temenni ediyorum.

Her halükarda, ben tatildeydim... Sivri akıllılık, büyük bir Müslüman uygarlığın peşisıra, çöl sıcağına aldırmadan İspanya Endülüs'lerinde sürttüm.

Ama İkitelli'yi kızdırmamak için bugün mutlaka işbaşı yapmam gerekiyor...

°* * *

OYSA bilgisayarın tuşları ağır mı, ağır ! Ne yumurtlamalı ki ?

İç veya dış siyasetten bahsedebilecek durumda değilim, çünkü son iki - üç haftanın gelişmelerini ancak dostlar alış verişte görsün kabilinden izledim.

Tamam, öğleye doğru kepenk kaldırmaya alışık senyor garsonları ite kaka kahve makinalarını ilk ben ısıttırdım ve çinko tezgahlara dirsek dayayıp, sanki Cervantes lisanını anlarmışçasına ‘El Pais’ sayfalarını sökmeye çalıştım ama dünyayı ve Türkiye'yi hakkıyla gözlemlediğimi söylersem yalan olur.

Kısa dalga radyodan BBC yetti de arttı bile....

Yine tamam, yola çıkmadan önce anasının nikahı para sayıp cep telefonumu dizüstü bilgisayarımı bağlayan alengirli bir modem - kablo almıştım ve çok isteseydim, bunun sayesinde internet aracılığıyla her şeyi takip edebilirdim.

Fakat iki defa denedim, tövbe! Alet pek amel-i manda bir hızla çalışıyor.

Bekle ki dünya sistemine bağlanasın... Tabii bu arada da fatura yazıyor.

Ve unutmayın, söz konusu faturayı ‘Hürriyet’ ödeyecek !

Terbiyemde ifrada yer yoktur, her ne kadar peseta cinsinden dövizle olsa dahi yüzüm bu kadar çok sıfırlı bir dökümü muhasebeye teslim etmeyi tutmaz.

* * *

UMARIM ki döndüre, dolaştıra lafı nereye getirmeye çalıştığımı anladınız.

İşte baklayı ağzımdan çıkartıyorum, bir süre iç ve dış politika konularında kalem oynatmayacağım. Daha doğrusu, oynatamayacağım.

Biraz alışmam ve havaya girmem gerekiyor. Isınma turlarına ihtiyacım var.

Hem yukarıda dediğim gibi, ağustos sonuna daha şu kadar zaman olduğuna ve yaz sıcağı da sürdüğüne göre, n'apacakmışsınız ki siyasi makaleleri ?

Plaj kıyısından dünyayı kurtaracak değilsiniz ya...

Dolayısıyla, ben de size bir müddet İspanya ve Endülüs yazıları yazacağım.

* * *

ENDÜLÜS kelimesini telaffuz ettim, hemen teknik bir parantez açayım:

Gelecek makalelerde bazı yer ve şahıs isimlerini zikrederken esas Arabi terimi kullanacağım ve İspanyolcasını ancak parantez içinde kaydedeceğim.

Örneğin, Yahya Kemal'in gül şehri bu sütunlarda ‘Gırnata’ diye yazılacak ve ‘Granada’ fasulye cinsinden bir hatırlatma olacak. Veya, sergi sayesinde bizde de keşfedilen ‘Sevilla’, kentin gerçek adı olan ‘İşbiliye’yle anılacak.

Çünkü laikleşmek köksüzleşmek demek değildir. Çünkü, genel anlamda kültür, insanlık tarihine temel damgayı vuran din kültürleri ıskalanarak yakalanamaz.

Dolayısıyla, İslam'ın en büyük uygarlığından söz ederken ben de tabii ki kendi din kültürümüzün lugatine sadık kalacağım.

Hıristiyan ‘Toledo’ iyi güzel de, biz Muhammediler oraya ‘Tuleytule’ deriz.

İseviler Kurtuba'lı İbn Rüşd‘Cordoba Averroes’i diye baş tacı etmiş ne ala, fakat sonsuz doğaldır ki biz dev Müslüman filozofu kendi adıyla anarız.

Yarın henüz Endülüs'e inmeden Bilbao kuzeyinden İspanya'ya gireceğiz...



Yazarın Tüm Yazıları