Hadi Uluengin: Hikmet ve Güney

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Tabii ki hiçbir şey eleştiriden muaf değildir ama Yılmaz Güney polemiğini rampa olarak kullanıp, Nazım Hikmet Ran'a ‘zavallı’ damgasını vurmak, bana göre fırsatçılığın dik alasıdır. Buna elmalarla armutları karıştırmak denir.

İşin hazin yönü de, esasında Ran'a sol kimliğinden dolayı veryansın eden şahsın kendisini ‘liberal’ olarak tanımlayabilmesidir. Liberalizme kitakse!

Ben, Güney tartışmasında taraf davrandım ve sinemacının lumpen karakterini, entelektüel zafiyetini ve siyasi slogancılığını bir vakıa olarak saptadım.

Fakat ısrarla altını çizdim ki, eğer yaratıcılığa yeni boyut katabilmiş ve mükemmele yaklaşabilmişse, en azılı lumpen de en tıntın beyin de en ‘keskin’ militan da ‘konjonktür sanatçısı’nı aşar ve ‘evrensel’ sıfatına hak kazanır.

Yılmaz Güney kazanamamıştır, çünkü ‘vasat üstü’nde kalmıştır. O kadar!

Peki, Nazım Hikmet için de aynı şeyi tekrarlayabilir miyim?

Ağzımdan yel alsın ve çarpılırım, tabii ki hayır! Bin defa hayır!

* * *

HAYIR, çünkü Ran içerikte ve biçimde; özde ve estetikte bir ‘sanat ihtilalcisi’ydi. Salt Türkiye çapında değil, yerküre çapında bir öncüydü.

Mayakovski'den esinlenmişti ama onu aşmıştı. En zirveye tırmanmıştı.

Bırakın diğer eserlerini, yalnız ve yalnız, hümanizmayla yurtseverliği dahi bir şiir dilinde bütünleştiren ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ öylesine bir başyapıttır ki, çağdaş dünya edebiyatında eşi emsali hemen hiç yoktur.

Zaten bunun içindir ki, Güney sineması kolektif hafızamızda kalıcı olamaz ama ‘yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür’ dizesi bilinçaltımıza nakşolmuştur.

Elmalarla armutları karıştırmayalım ve evrensel yaratıcı Hikmet'e, kömünist angajmanından dolayı yakıştırılan ‘ihtilalci sanatçı’ kimliğininin, aslında onun ‘sanat ihtilalcisi’ kimliğinin yanında, solda sıfır kaldığını görelim!

* * *

EVET, Ran komünistti ve aralarında çok büyük grado farkı olsa bile, son tahlilde Güney'le aynı siyasi familyadandı. Ne değişir?

Ben, uzlaşmaz bir anti-komünistim ve nasıl oluyor da sinemacının etrafında yaratılmak istenen tabuya metelik vermeme rağmen Hikmet'i sahipleniyorum?

Çünkü, başta da belirttim, sanatçılar politik kıstaslarla kefeye konmaz.

Belirleyici tek referansı, onların yapıtlarındaki genel bütün oluşturur.

Nitekim, ümmetçi de değilim ama bana göre Necip Fazıl, Yahya Kemal ve Nazım Hikmet'e ek olarak Türk şiirinin üçüncü temel taşını oluşturur.

Üstelik, sanatçıların yanılmayacağına ve ideolojik yelpazedeki en korkunç tercihleri yapmayacağına dair bir kural yoktur. Fakat, öz yine değişmez!

Fransız Celine'nin, Amerikalı Pound'un, İsveçli Bergman'ın faşizmle flört etmiş, hatta ona yamanmış olmaları, birincinin romancılığındaki, ikincinin şairliğindeki, üçüncünün de sinemacılığındaki evrensel boyutu sıfırlamaz.

Kaldı ki, tarihin en büyük yalanı komünizmin biraz farklı bir yönü vardır. Ran, pek çok çağdaşı gibi, yalana hümanist serüvenden yola çıkarak kanmıştır.

Sonra da Moskova yıllarına rağmen totalitarizme karşı mesafe koymuştur.

Piyesteki ‘İvan İvanoviç’ ve şiirdeki çorbanın içine giren bıyıklar, eğer yaşasaydı, Hikmet'in büyük ihtimalle muhalefete geçeceğini haber vermektedir.

Her halükarda da dev şairin siyasi tercihi ve özel hayatı onun ‘evrensel sanatçı’ kimliğine asla ve asla gölge düşüremez!

* * *

VE hazindir ki, Türkiye'de kendisini ‘liberal’(!) olarak tanımlayan bir kimse dahi, tamamen farklı Yılmaz Güney polemiğini fırsat bilerek, yukarıdaki siyasi tercih ve özel hayat nedeniyle Nazım Hikmet'e ‘zavallı’ diyebiliyor.

Tartışmayı nesnel kıstaslar değil yine ‘iman’lar belirlemeye başlıyor.

Ama şükür, Hikmet evrenseli yakaladığı için hep Hikmet kalacak...

Ama heyhat, böyle ‘liberalizmin’ hikmeti hep kendinden menkul kalacak...

Yazarın Tüm Yazıları