Hacı Yaşar olayı

YENİ yetmelik günlerimde...

Bir türlü dinginliğe erişmeyen bedenim, "o dini cemaat senin / bu dini cemaat benim" dolaşıp dururken...

Bazen dünyevi heveslere kapılıp, "başka sokaklarda neler oluyor acep" diye arayışa çıkardı...

Ama benim "cemaat baskısı"yla ıssızlaşmış ruhumu, başka sokaklarda olup bitenler de teskin etmezdi...

Ölümüne bezgin, ölümüne çaresizdim o zamanlar...

* * *

Ne zaman YaÅŸar Alptekin dense...

İşte o buhranlı günlerimi anımsarım...

Renkli bez ayakkabılar, Engin Koç, lambada, Beyaz Bisiklet adlı film, Derya Arbaş, beyaz ketenden şalvar pantolon, Yusuf Azuz’un at yelesi gibi saçları, Banu Alkan’ın sırf sayfaya biraz şeker katsın diye gazetelerde yayınlanan fotoğrafları falan...

Ve YaÅŸar Alptekin...

Manken, artist, dansçı...

Küstah bir sırıtışla ortaya çıkan kocaman beyaz dişler...

Ve her daim bronz bir ten...

Zamanın diskolarının taçsız kralı...

Sefahate tavan yaptırmış bir adam...

Fakat...

Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi:

"Bir değirmendir bu dünya". Öğütür her şeyi.

Öğüttü de nitekim:

Beyaz şalvar demode oldu... Yusuf Azuz çok yaşlandı... Engin Koç sıfırı tüketti... Derya Arbaş zamansız öldü... Banu Alkan kocaman bir şakaya dönüştü...

* * *

Ama Yaşar Alptekin, zamanın ruhuna uygun bir manevrayla...

Kafayı çıkarmasını bildi...

İşte bakın:

Hidayete ermiş... Beş vakit namazını kılmaya başlamış... Tövbe etmiş... Eski sefahat günlerini terk etmiş... Sakal bırakmış... Hacca gitmiş... Şeytan taşlamış...

Fotoğraflarını gördüm:

Beyaz entarisi, boynuna astığı 99’luk tespihi, yüzüne yerleştirdiği "huşu" ifadesiyle...

Hac sonrası Eyüp Sultan’ı ziyaret etmiş... 5 kamera, 8 fotoğraf makinesi eşliğinde akşam namazını eda etmiş...

Türbanlı kadınların, sakallı hacı amcaların arasında mutlu mesut pozlar vermiş...

"Nefsimi yendim" diyor, baÅŸka da bir ÅŸey demiyormuÅŸ...

* * *

Ne diyelim...

"Allah hidayetini daim etsin YaÅŸar KardeÅŸ"
mi diyelim?

Yoksa...

"Hadi yine iyisin Yaşar Kardeş... 2008’in son demlerinde bile gündemi belirledin" mi diyelim?

Öyle de desek, böyle de desek...

Sonunda hepsi "Hacı Yaşar"ın stratejisine hizmet edecektir...

O zaman biz de sözümüzü Yaşar Alptekin’in kolunu öpüp başına götüren tesettürlü dini bütün hanıma söyleyelim...

Daha doğrusu "hidayete erenler" karşısında kendilerini tutamayıp, aşağılık komplekslerini ortaya koyan din kardeşlerimize küçük bir "pazar vaazı" verelim:

* * *

Muhterem cemaat!

Lütfen hidayete eren eski mankenlere "somuncu baba" muamelesi çekmekten vazgeçin... Lütfen hidayete eren eski artistlere "fıkıh alimi" muamelesi çekmekten vazgeçin...

Unutmayın: Ömür boyu hidayete nail olmuş olanlar ile sonradan hidayete erenler arasında bir fark yoktur...

Bastırın şu meşhur aşağılık kompleksinizi...

Yoksa...

Bu "Hacı Yaşar", bir cemaat kurar, bir salma sarar... Paraya para demez...

Adamın hidayetiyle oynamayın... Adamın nefsini azdırmayın...

Akıllı olun... Soğukkanlı olun...

AROG’un 5 kusuru

BÄ°R: Hadi resmen araklanmış olmasını kabahat saymayalım... Ama "arak" olmasına karşın, yarattığı kocaman hayal kırıklığı için "kabahat" demeyeceÄŸiz de ne diyeceÄŸiz?Â

İKİ: Filmin en komik sahneleri, "fragman" adı altında aylar öncesinden gözümüze sokuldu... Bu durum "mizah" ile "sürpriz" arasındaki büyülü bağı hoyratça koparıp atmaz da ne yapar?

ÜÇ: Filmin parasını çıkarmak için, "üç bin beş yüz espri var", "gülmekten harap olacaksınız" ya da "mısır bile yiyemeyeceksiniz" falan diyerek, "gel vatandaş gel" gazlaması yapıldı... Bu durumda "ürün" ile "oluşturulan yüksek beklenti" arasında dengesizlik çıkmaz da ne çıkar?

DÖRT: Bir salon dolusu seyirciyi, iki buçuk saat kahkahalara boğan Türkiye’nin en yetenekli adamı, koskoca sinema salonunda bırakın kahkahayı, kıkırdamaya bile yol açamıyorsa... "Olmamış... Otur, sıfır" demeyeceğiz de ne diyeceğiz?

BEŞ: "Bu filme 9 milyon dolar gömdük" cümlesini, zavallı seyircinin kafasına bu kadar mıhlarsanız... "Bu denli ticari vurgu mizahı öldürür" cümlesini söylemeyeceğiz de ne yapacağız?
Yazarın Tüm Yazıları