Ertuğrul Özkök: Rütbe ve partinin tasfiyesi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Daha bir ay öncesine kadar kamuoyunun çok az tanıdığı bir yüksek mahkeme başkanını hangi rüzgár, hangi fırtına kaşla göz arasında Çankaya'ya çıkardı?

Çıkarmakla kalmayıp, onu halkın gözünde bir anda ‘‘umut ışığına’’ çevirdi?

ECEVİT RÜZGÁRI

Cevabı çok basit.

Son seçimde Ecevit ve Bahçeli'yi hangi rüzgár birinci ve ikinci sıraya yerleştirdiyse, işte o rüzgár.

Yani, Türkiye'de bazı şeylere duyulan tepki.

Sessizlik, mütevazılık, dürüstlük.

Bütün bunlar, Türkiye'nin yeni bir sörf dalgası üzerinde bulunduğunu gösteriyor.

Bu ‘‘yeni değerlerin’’ halk tarafından da benimsendiğini ispatlıyor.

Ancak meselenin bir başka boyutu daha var.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ertesi günü Hürriyet'in manşeti çok düşündürücüydü:

‘‘Partisiz, Rütbesiz İlk Cumhurbaşkanı...’’

Ertesi gün özellikle dış basında da Hürriyet'in manşetindekine benzer bir açı yansıyordu.

Görüşlerine önem verdiğim bir siyasetçi, telefon ederek şu tahlili yaptı:

‘‘Meclis bir hukukçuyu seçmekle cumhurbaşkanlığı sürecinden, siyaseti tasfiye etti.’’

Günlerdir cumhurbaşkanlığına bir hukukçunun seçilmesinden duyulan mutluluk anlatılıyor.

Ama şu soruyu kendi kendimize sormuyoruz:

‘‘Türkiye Büyük Millet Meclisi neden kendi içinden birini seçemedi?’’

İYİ BİR ŞEY Mİ?

Demirel'e itiraz eden milletvekilleri, ağırlıklı olarak şu tezi işlemişlerdi:

‘‘Koskoca Meclis'te cumhurbaşkanı olmaya layık birini bulamaz mıyız?’’

Şimdi geldiğimiz noktada bu soruya verilecek tek yanıt şu oluyor:

‘‘Demek ki yokmuş...’’

Türkiye Büyük Millet Meclisi bu seçimle, cumhurbaşkanlığı teamüllerinde ‘‘askeri kökenli olmakla’’ ‘‘Meclis kökenli olmayı’’ bir anlamda aynı kefeye koyarak eşitlemiş oldu.

Ayrıca iki ay gibi çok kısa bir süre içinde, ‘‘cumhurbaşkanını halk seçsin’’ fikrinden, ‘‘cumhurbaşkanı dışardan seçilsin’’ fikrine geldik.

Ve şimdi geldiğimiz bu noktayı ‘‘demokrasinin geleceği açısından müthiş bir adım’’ olarak niteliyoruz.

Oysa kendi kendimize şu soruyu sormamız gerekmiyor mu?

Acaba Meclis'in, siyaseti cumhurbaşkanlığı seçim kriteri dışına çıkarması, kendi kendini gönüllü olarak tasfiye etmesi iyi bir şey midir?

‘‘Sırf bizim hoşumuza giden fikirleri savunuyor’’ diye, siyasetin tamamen dışından bir kişiyi Çankaya'ya çıkarmak, demokrasi açısından arzu edilir bir şey midir?

EŞİTLEMEK

Biliyorum.

Bu son derece kritik bir soru.

Ve buna samimi cevap vermek de son derece güç.

Ama gelin bu işin adını koyalım.

Türkiye, fikirler açısından müthiş bir çifte standart ülkesi haline geliyor.

Bir bakıyorsunuz, en üst düzey yargı organlarından birinin başındaki kişi, 61 Anayasası'nı fevkalade demokratik bulurken, 82 Anayasası'nı anti demokratik bulduğunu rahatlıkla söyleyebiliyor.

İkisi de askeri müdahalenin ürünü olan iki anayasadan biri, kendi fikirlerine uygun düştüğü için, onu gerçekleştiren iradeyi ‘‘meşru’’, ötekini ise kendi fikirlerine uymadığı için ‘‘gayri meşru’’ ilan edebiliyor.

Bazı çevrelerde belirgin bir sevinç gözleniyor.

PEKİ YA MECLİS

Seçilen kişinin sadece geçmişteki sözlerine ve davranış biçimlerine bakarak ‘‘rütbesiz’’ ve ‘‘partisiz’’ bir cumhurbaşkanının seçiminin ne anlama geldiğini hiç tartışmıyorlar.

Ama unuttukları bir şey var: Meclis, ‘‘rütbesiz cumhurbaşkanı’’ dönemini tasfiye ederken, ‘‘siyaseti’’ de milletvekilliği için iyi bir kriter, düzgün bir ‘‘referans’’ olmaktan çıkarıyor.

Siyaset, ülkenin en yüce makamı için düzgün bir referans olmaktan çıkarsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin var oluş nedenini neyle açıklayacağız?

Sadece, kendi içinde bulunmayan ve siyasetle hiçbir ilişkisi bulunmayan hukukçuları keşfetme misyonuyla mı?

Yazarın Tüm Yazıları