Ertuğrul Özkök: İçimdeki Sean Connery, Katmandu yolunda

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

O reklamı her seyrettikçe aynı soruyu kendi kendime soruyorum. ‘‘Hazır Kart’’ reklamındaki oğlan mı olmak isterdim, yoksa kız mı?

Meseleyi kız veya oğlan olmaya indirgemeyin, cinsiyeti aradan çıkartıp o soruyu bir kere daha sorun.

Kamyonetin üstünde kalan oğlanın yerinde mi olmak isterdiniz?

Yoksa atlayıp belirsiz bir istikamete yürüyen o kız mı?

Başını alıp giden mi, yoksa arkadan bakıp hayıflanan mı?

Hem kızı kaçırdığına, hem de kendini zoraki bir güzergáha bağlayan kamyonun esiri olduğuna mı?

* * *

Ben çok düşündüm.

Son ve kesin cevabım şu:

Başını alıp giden o kızın yerinde olmak isterdim.

Ayağımda bir şort, sırtımda bir tişört ve hafif bir ceket.

Ayağımda kısa bir pantolon ve botlar...

Tabii bir de o ‘‘Malboro man’’ şapkam.

* * *

Bu yazıyı okuduğunuz pazar gününde ben Katmandu yollarında olacağım.

Paris'in bir öğrenci mahallesinde, Rue de la Huchette'te, Easy Rider filmini seyrettikten sonra kafama giren o virüs, sonunda beni 38 derece ateşle oraya götürüyor.

Hippiliğin kábesine...

Kimbilir kaç kere yazdım, ondan kaç yüz kere daha fazla düşündüm.

Kaç binlerce hayal ettim.

‘‘Yapamadığım şeyler’’ diye hayıflandığım bir hayali şimdi gerçekleştiriyorum.

Artık Katmandu yollarındayım.

O zamanlar bir otobüste, ne bileyim halk trenlerinde veya o Malboro man kamyonlarında, zaman zaman otostopla, zaman zaman yürüyerek yapmayı tasarlamıştım.

Şimdi bir uçağın ön sıralarında gidiyorum.

İyi bir şarap içerek, güzel bir yemek yiyerek, müzik dinleyerek uçuyorum.

Zaman zaman da kendime soruyorum.

Hangisi daha keyifliydi?

* * *

O genç gövdemin içinde, narin siluetini koruyan kalınlaşmamış bir vücutla, uzun saçlarla ve başında kavak yelleriyle, o halk otobüslerinde mi?

Yoksa tek teselliyi içindeki ‘‘Sean Connery’’ efsanesinde bulan bu 50 yaş lüksüyle mi?

Güneri Cıvaoğlu'nun sakallı fotoğrafını görünce, umudumu yeniden artıran o Sean Connery ikonu, bu yolculukta bana refakat ediyor.

* * *

Onunla birlikte gidiyorum...

50 yaşını geçmiş bir hippi kalıntısının ertelenmiş seyahati.

Ölümüne ve doğumuna giden bir somon balığı gibiyim.

Arkamda genç okyanuslar, çılgın deltalar, önümde yorgun engebeler...

Valpurgis gecesi gibi, yokuş yukarı tırmanıyorum.

Kafamda yine o tezat, yine o cevapsız soru...

Hangisi daha güzeldi?

Genç bir hippinin pejmurde macerası mı, yoksa 50 yaşını geçmiş bir adamın tavafı mı?

Cevap yok, ama yollardayım.

Lüksün tadına vara vara yollardayım.

Refakatçim Sean Connery'nin arabı gibi, yanında oturuyorum.

Onun sakalı var, benim yok.

Ama kendini gövdemden dışarı atmış gözlerim, kendime baktığında sadece içimdeki o Sean Connery'yi görüyor.

Seninle ne alakası var diyenler umurumda bile değil.

Benim aynamdan görünen suretim, o aynı suret.

Bir sakalı eksik...

* * *

1970 yılının karanlık bir akşamında Rue de la Huchette'teki o sinema salonundan çıkmıştım.

Easy Rider'ı seyretmiştim.

Peter Fonda, Denis Hopper ve Jack Nicholson aklımı çelmiş, delice özgürlük fikirleri sokmuştu.

Alıp başımı gitmek istemiştim.

Tıpkı kamyondan atlayan o Malboro man kız gibi.

Arkamdan hayıflanan kimse yoktu.

Arkamdan üzülen kimse olmasa bile ben yine de özgürlüğün keyfini yaşamak istiyordum.

O gün yapamadım.

Param yoktu. Belki korkaktım.

Şimdi param var ve gidiyorum.

Ve durmadan soruyorum.

Hangisi daha güzeldi?

O mu, ben mi?..

Yazarın Tüm Yazıları