Ertuğrul Özkök: Adı konmamış karşı devrim mi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

GEÇEN hafta Türkiye cezaevi olaylarıyla uğraşırken küçük bir gazeteci heyeti sessiz sedasız Türkiye'ye gelip ülkesine döndü.

Gelenler, Suriyeli gazetecilerdi.

Uzun zamandan beri demeyeceğim, belki de ilk defa böyle bir Suriyeli gazeteci heyeti Türkiye'ye geliyordu.

Heyetin başında Suriye'nin en etkili gazetesi ‘‘Baas’’ın Genel Yayın Yönetmeni vardı.

Bu heyet, Suriye'de Esad sonrası yeni yönetimin Türkiye'ye bakışı hakkında da bir fikir veriyordu.

Suriyeli gazetecilerle bir öğle yemeğinde beraber oldum.

Hürriyet'i gezdiler.

CNN Türk'ü çok merak ediyorlardı. Onun yöneticileriyle tanıştılar.

Ama, en önemlisi iki saate yakın sohbet etme imkánı bulduk.

Gazetecilerin hemen hepsi ‘‘Suriye'de yeni bir dönemin başladığı’’ görüşünde birleşiyordu.

Hemen hepsinin gözlemi şuydu:

Bugüne kadar Esad yönetiminde dünyaya kapalı bir biçimde yaşayan Suriye, artık dışa açılmak istiyordu.

AÇIK TOPLUM ÖZLEMİ

Gazetecilerle konuşurken şöyle bir izlenime kapıldım:

Sanki 1980'lerin başındaki Özal yönetimini tarif ediyorlardı.

İnternet alanına yatırım yapmaktan, telekomünikasyon altyapısını kuvvetlendirmekten, yabancı sermayeye açılmaktan, yabancı finans kuruluşlarını Suriye'ye çekmekten söz ediyorlardı.

Altını çize çize de söyledikleri bir şey vardı:

Yabancı sermayeyi çekebilmek için, hukuk mevzuatını değiştireceklerini söylüyorlardı.

Konuşmalarının her cümlesinden Suriye'yi açık bir toplum haline getirme arzusu hissediliyordu.

Dedim ya, kendimi bir an 1980'lerin başındaki Özal zihniyetinin doğuş döneminde hissettim.

Bizler de aynı heyecan ve duygularla Türkiye'yi dışarıya açma arzumuzu herkese anlatıyorduk.

İki saat boyunca ne onlar ne de biz, Abdullah Öcalan'dan söz ettik.

PKK kelimesi bir kere bile telaffuz edilmedi.

Çünkü konuştuğumuz konular, iki ülkenin bundan sonraki işbirliği imkánları o kadar heyecan vericiydi ki, geçmişin acı tecrübelerini bir parantez içine alıp geçmişte bırakmakta yarar vardı.

Türkiye hakkındaki izlenimlerinin ne olduğunu sordum.

‘‘Gelmeden önce dış basındaki ekonomik yazılardan Türk ekonomisinin çok kötü durumda olduğunu okumuştuk. Ama buraya gelince çok canlı, çok dinamik bir ekonomiyle karşılaştık. Türkiye, gelişme yolunda epey mesafe kat etmiş bir ülke’’ cevabını verdiler.

Cümle aralarından Türkiye'yi bir nevi model olarak gördükleri izlenimini aldım.

1980'li yılların ikinci yarısında Hürriyet'in Moskova büro şefliğini yaparken Rus yöneticilerden de aynı sözleri işitirdim.

‘‘Yanıbaşımızda, Avrupa ile Ortadoğu arasında yeni bir Japonya doğuyor’’ diyorlardı.

O dönem Türkiye, bölgenin ‘‘yükselen yıldızı’’ydı.

Özal reformlarını başlatan 24 Ocak Kararları'nın üzerinden 20 yıl geçti.

Şimdi kendi kendime şu soruyu soruyorum:

TÜRKİYE MODELİ

80'li yılların yükselen yıldızı Türkiye, bugün ne durumda?

Hayatımın son 20 yılı hep Türkiye'nin geleceğiyle ilgili iyimser duygularla geçti.

Bazı meslektaşlarımca ‘‘pembe gözlüklü’’ olarak değerlendirildim. Daha doğrusu ben onlara ‘‘kara gözlüklü’’ dedikçe, onlar da bana ‘‘pembe gözlüklü’’ olarak cevap verdiler.

Ben Türkiye'nin geleceği hakkında bu iyimser duygularımı pekiştirdiğim sırada, ülkem serbest pazar ekonomisi konusunda eski komünist ülkelere ve komşularına göre 10 yıl öndeydi.

Yani 10 yıllık bir ‘‘öncelik rantı’’ kullanıyordu.

Polonya, Bulgaristan, Rusya, Çekoslovakya gibi ülkeler, komünizmin 70 yıllık ataletinden sıyrılmaya çalışırken, Türkiye özelleştirme konusunu tartışıyordu.

Parasını konvertibl hale getirmişti. Telekomünikasyon altyapısını bazı gelişmiş Avrupa ülkelerinin bile ilerisine götürmüştü.

Finansal liberalizasyon konusunda en liberal ülkeleri bile şaşırtacak adımlar atmıştı.

En önemlisi Türkiye, kendine güvenen, geleceğine umutla bakan cesur bir ülkeydi.

ŞİMDİ NEREDEYİZ

20 yıl sonra neredeyiz?

Polonya, Çek Cumhuriyeti, hatta Rusya özelleştirmelerini tamamlamış du- rumda.

Biz ise hálá özelleştirmeyi ‘‘devlet malını hortumlamak’’ olarak gören bir kabile zihniyetinin etkisini kırmakta zorlanıyoruz.

Her yıl devasa zararları cebimizden çıkan vergilerle kapanan KİT'lerin satılmasını ‘‘devlet malını çalmak’’ olarak kabul eden kafalarla uğraşıyoruz.

Bizim devleti değil, devletin bizi hortumladığının farkında bile değiliz.

Devletin üst kadrolarında serbest piyasa ekonomisine inanan insanların sayısı artacağına, tam aksi düşüncedeki insanların sayısı artıyor.

İşte o yüzden kendi kendime soruyorum:

Acaba Türkiye, 1980'li yıllarını reddi miras eden adı konmamış bir ‘‘karşı devrim sürecine’’ mi girdi?

Yazarın Tüm Yazıları