Erbakan’ı en iyi Şener Şen oynar

Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan...

Onlar ki, dört atlısıydı mahşerin. Çocukluğumuz siyah-beyaz televizyondan adlarını ezberlemekle geçerdi.
Memleketin kaderi onlardan sorulur, “siyaset” denince anne-babalarımızın aklına önce onlar gelirdi.
Darbe olunca içeri alınan onlar, seçim olunca meydanlarda coşan yine onlardı.
Metin Akpınar, onları taklit edip biz sabileri güldürür, rahmetli Altan Erbulak onları çizerek sayfaları şenlendirirdi.

***

Ama Sultan Süleyman’a kalmamış dünya onlara da kalmadı: Ecevit ve Türkeş rahmetli oldu. Demirel ise “şapkasını alan bilge” olarak Olimpos’taki (pardon, Güniz Sokak’taki) otağına çekildi.
Bu arada milenyum değişti, Türkiye değişti, cumhuriyetin kimyası bile değişti.
Tam biz gafiller için nostaljik birer motife dönüşmüşlerdi ki, olmaz denilen oldu: Efsanelerden biri geri döndü.
Necmettin Erbakan 84 yaşında ve gözyaşları içinde Saadet Partisi’nin tekrar başına geçti. Hem de kıran kırana mücadele ederek!

***

Dünyada örneği olmayan böyle bir mucizenin gerçekleşmesini sağlayan Saadet Partisi’ni ne kadar takdir etsek az.
Necmetin Erbakan, şimdi koltuğunda bir Yavuz Turgul filmi kahramanı gibi oturuyor.
Hani hep “gururlu son Mohikan” öyküleri vardır ya Turgul’un filmlerinde, o bakımdan.
“Muhsin Bey”deki Muhsin Kanadıkırık, “Eşkıya”daki Baran, “Kabadayı”daki Ali Osman gibi, Erbakan da kapanmış bir devrin son temsilcisi olarak yeniden karşımızda.
Kendisinin günün birinde Şener Şen tarafından canlandırıldığını düşünüyorum da; ne yalan söyleyeyim, kulağa hiç fena gelmiyor.

Para gani, futbol hani?

Dijitürk’ün futbol ihalesini çılgın bir rakama kapatmasının üstünden çok geçmedi.
Ne başlıklar atılmıştı: “Futbolumuzda devrim! Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
Oysa gelinen yer: Mütevazı rakiplere elenen anlı şanlı takımlarımız, Almanya’dan hızlandırılmış futbol dersi alan milli takım...
Futbolcunun mahremiyle uğraşan yorumcular, tadı kaçmış taraftar...
Üstelik güya rakipten saymadığımız Bulgaristan’ın bile Manchester United’da kafadan oynayan dünya yıldızı var, bizim yok.
Hal böyle olunca, mecburen anlıyorsunuz acı gerçeği: Demek ki oyun artık sahada değil, bizim göremediğimiz başka yerlerde.

İstanbul seven üç Japon

Bazı şeyler sırf isimleriyle bile gönül telimizi titretir. “İstanbul’u Seven Üç Japon” sergisi, Erol Evgin’in deyimiyle, işte öyle bir şey.
Osmanlı Tanzimat’la batılılaşmaya çalışırken, Japonya da aynı niyetle Meiji dönemini yaşıyordu.
Bu nedenle Türkiye’ye merak saran bazı güzide Japonlar, geçen yüzyılın başında gelip İki milletin hâlâ süren muhabbetini tesis ettiler.
Kafada sarık ve elde nargileyle poz verecek kadar sempatik büyüklerimiz Yamada Torajiro, Ito Chuta ve Otani Kozui’nin Türkiye günlerini yâd eden sergi, gayet ilgi çekici.
13 Şubat’a kadar sürecek serginin yeri de Tepebaşı’ndaki İstanbul Araştırmaları Enstitüsü.
Niye hâlâ gece yarısı Japon dizisi seyrettiğimizi de bu sayede anlarız belki.

İncir çekirdeği
Aşk sonsuzdur, yarım kalmış İlhan Berk şiirleri gibi.
Yazarın Tüm Yazıları