En büyük muammaHangi kaftan, hangi padişahın

‘Stil ve Statü’ Sergisi’nin iki küratörü var. Biri Profesör Atasoy, diğeri Smithsonian’ın İslam Sanatı küratörü Dr. Massumeh Farhad.

Biz Atasoy’un peşine takılıyoruz.

Ve ‘kaftanlar’ dünyasına yolculuk başlıyor.

HAFTA ortasında bir gece, Washington’daki ünlü Smithsonian müze kompleksindeki Arthur Sackler Galerisi’ndeki davetteyiz.

Çevremiz, lale, karanfil motifli, sırma işli ‘kaftanlar’ giyinmiş bir sürü kadınla dolu.

Genç, yaşlı herkes ‘kaftanlı’.

Aile sandığından çıkmış olduğu besbelli ‘kaftanı’ sırtına geçirmiş olanlar bile var.

Galerinin bir köşesinde modacı Atıl Kutoğlu, ‘kaftanlı’ mankenleriyle.

Bazıları oldukça modern çizgilere sahip ama sonuçta ‘kaftan’.

Washington’ın bir ‘kaftan’ çılgınlığına tutulmasının nedeni o gece açılışı yapılan ‘Stil ve Statü: Osmanlı Türkiyesi’nden İmparatorluk Giysileri’ Sergisi.

Ankara’daki eski elçiler, İstanbul’daki eski konsoloslar dahil pek çok tanıdık simanın olduğu yemekten sonra sıra sergiyi gezmeye geliyor.

Sergiyi gezdirecek kişi Osmanlı sanatı uzmanı Profesör Nurhan Atasoy.

‘Stil ve Statü’
Sergisi’nin iki küratörü var.

Biri Profesör Atasoy, diğeri Smithsonian’ın İslam Sanatı küratörü Dr. Massumeh Farhad.

Biz Atasoy’un peşine takılıyoruz.

Ve ‘kaftanlar’ dünyasına yolculuk başlıyor.

‘Seráser’, ‘kemha’, ‘çintamani’ ‘canfes’ gibi gizemli sözcüklerin havada uçuştuğu bir yolculuk bu...

Şükür ki, Nurhan Atasoy her şeyi en ince detayına kadar açıklamakta pek usta.

‘Seráser’ altın ve gümüş iplikli dokuma anlamında.

Bir diğer adı da ‘altınım-gümüşüm’...

EKONOMİYİ SARSACAK DİYE YASAK GELİYOR

16. ve 17. yüzyıllarda Bursa’da ve İstanbul’da ‘seráser’ dokuyan çok sayıda atölye var.

Bunların öncelikleri sarayın ihtiyacını karşılamak.

Sonra halkın.

Yabancı elçilere, diplomatlara ‘seráser’ kaftanlar da hediye ediliyor.

Profesör Atasoy, zaman zaman ‘seráser’in yasaklandığını anlatıyor.

Altın ve gümüş iplikler çok pahalı olduğu ve çok kullanıldığı için ‘seráser’ tüketiminin ekonomiyi darboğaza sokma ihtimali korkutuyor sadrazamları.

Yasaklıyorlar.

‘Kemha’ bir nevi brokar.

‘Çintamani’ ise kimi zaman bulut, kimi zaman kaplan çizgisi olarak algılanan ve hareketli bir çizgi ve üç yuvarlaktan oluşan bir motif.

Bulut ve üç yuvarlağın sonsuz varyasyonları karşımızda.

Yuvarlaklar kimi zaman hilale dönüşüyor.

Bazı ‘kaftanların’ kolları inanılmaz uzun, şalvarlar inanılmaz büyük...

Her şeye bir açıklama getiriyor Nurhan Atasoy.

Boyutların böylesine büyük olmasının amacı ‘görkemli’ etkisi yaratmak.

O anlattıkça her giysinin törenlere göre ayrı bir anlamı olduğu, bunları dokuyan ustaların, diken terzilerin her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesapladıkları çıkıyor ortaya.

Osmanlı imparatorluk giysilerinin her biri bir sanat eseri.

ÇİNTAMANİ DÜŞMANI KORKUTMAK İÇİN

Sembollerle, mesajlarla yüklü...

‘Çintamani’ kudretin sembolü örneğin.

‘Çintamani kaftan’
savaş meydanında düşmanı etkilemek için birebir.

Kırmızı ipek astarlı siyah bir kaftan ise sahibi Kanuni Sultan Süleyman’ın hüznünü temsil ediyor Atasoy’a göre...

‘Ressam Nigari, Kanuni Sultan Süleymanı siyah kaftanla resmetmiş. Öldürtmek zorunda kaldığı oğullarının yası nedeniyle bu kaftan varmış üzerinde’...

‘Kaftanların’ yanı sıra uzun, fitilli ‘kemha’ kavuklar.

Fitillerin sayısı kavuk sahibinin hangi tarikata mensup olduğunu gösteriyor.

‘Padişahlar arasında tarikatlara mensup olanlar da vardı’ diye anlatıyor Atasoy.

70’e yakın parçanın yer aldığı sergide bir tek, bordo, beyaz çizgili kadife pabuç. Diğer teki kaybolmuş. Topkapı Sarayı’ndaki diğer ayakkabıların tümü deri.

‘Stil ve Statü’ Sergisi’nde dikkatimizi bir şey çekiyor.

Hangi kaftanın, hangi padişaha ait olduğu çoğu açıklamada yok.

Ancak birkaç tanesi belli.

Kanuni Sultan Süleyman’ın siyah ‘kaftan’ı gibi.

Nedenini soruyoruz.

Nurhan Atasoy uzunca anlatıyor.

Padişahlar öldükten sonra giysileri özenle bohçalanırmış.

Bohça; böceğe, ışığa, rutubete ve toza karşı en iyi çareymiş o zamanlar.

Giysilerin hangi padişaha ait olduğu bir kağıda yazılıp bohçaların üzerilerine iliştirilirmiş.

Ne ki, günün birinde Topkapı Sarayı Müzesi’nin müdürlerinden biri bohçaların tümünü açtırmış.

İşte o günden sonra bohçalarla kağıtlar birbirine karışmış.

Hangi kağıdın hangi bohçaya ait olduğunu bilen yok.

Dolayısıyla hangi kaftanın, hangi padişaha ait olduğunu da...
Yazarın Tüm Yazıları