Efendi, bu Diyanet’in işi de değil!

YETİŞKİN bir insanın, o kişi devlet memuru da olsa, özel yaşamında nasıl giyinebileceğinin kurallara bağlanması fikri paylaşabileceğim bir düşünce değil. Toplumda genel kabul gören ahlak kurallarına uymak koşuluyla isteyen istediği gibi giyinebilir diye düşünüyorum. İsteyen başını örter, isteyen mini etek giyer!

Bu herkesin kendi karar vereceği ve başkalarının da beğenmeseler bile saygı duymaları gereken bir durumdur. Bireysel hak ve özgürlüklerin kullanımı ile ilgilidir.

Bu nedenle Danıştay’ın, bir öğretmenin okula gelip giderken türban taktığı için müdür olarak atanamayacağına ilişkin kararına katılabilmem mümkün değil.

Başbakan da Danıştay kararına karşı ama söylediği sözlerle aslında bir başka "kısıtlayıcı anlayışı" savunuyor.

Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay’ın son "türban kararını" eleştirirken şöyle konuştu: "Efendi, bu senin işin değil, Diyanet’in işi."

Laik-demokratik bir toplumda insanların özel yaşamlarında nasıl giyinebileceklerine ilişkin kurallar koymak mahkemelerin işi olmadığı gibi Diyanet’in de işi olamaz.

Eğer bu Başbakan’ın söylediği gibi "Diyanet’in işi" olacaksa, o zaman Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınların tümünün toplumsal yaşam içinde "dini tesettüre uygun" olarak giyinmeleri gerekir.

Diyanet’in bu konulardaki görüşü defalarca tekrarlandı ve yanlış anlaşılmaya meydan bırakmayacak kadar da açık.

Başbakan bu sözleri söylerken laik bir demokratik devletin yöneticisi gibi değil, toplumsal yaşamın şeriat kurallarına göre düzenlendiği bir ülkenin "mollası gibi" konuşuyor.

Bu da laiklik kavramını ne kadar özümsemiş olduğunu gösteren bir başka örnek.

Argo dilin baharatıdır!

BAŞBAKAN’ın sinir bozukluğunun ağzına yansıdığının örneklerini artık daha sık görüyoruz. Cumartesi günü de bir "bireysel protestocu"ya önce "Lan bana Anayasa’yı öğretme. Lan terbiyesizlik yapma" dedi.

Başbakan’ın protestocu vatandaşa "Hadi ananı al git buradan" dediği de televizyonlardan duyuldu ama Başbakanlık sözcüsü bu sözün Başbakan’ın çevresindekilerden birisinin söylemiş olabileceğini belirtti. Artık isteyen kendi gözüne ve kulağına inansın, isteyen Başbakanlık sözcüsüne.

Ama diyelim ki sözcüye inandınız, bir vatandaşın "anasını" işin içine karıştırabilecek tıynette birisinin Başbakan’ın çevresinde olması ne anlama geliyor, orası ayrı konu!

Kim söylemiş hatırlamıyorum ama "Argo dilin baharatıdır" diye bir söz var. Özellikle edebiyatta, yerinde kullanılan ölçülü bir argonun yazılı metne özel bir tat verdiği doğrudur.

Ama günlük hayatta, Başbakan’ın ağzından duyunca bu "baharat" tat vermiyor. Bana sadece Başbakan’ın ağzına sürülecek "biberi" çağrıştırıyor.

Erdoğan’ın belediye başkanlığının ilk günlerinde ne söylediğini anlayabilmek için eski Türkçe sözlük almıştım. Öyle görünüyor ki şimdi de Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nden bir tane almam gerekecek.

Selahattin Beyazıt görev başına!

GAZETELERİN spor sayfalarını takip ediyorsanız son zamanların en popüler konusunun Galatasaray’ın parasızlığı olduğunu da biliyorsunuzdur.

Galatasaray ciddi bir mali sıkıntı içinde ve elindeki çok büyük olanaklara rağmen bu sıkıntıyı aşmayı başaramıyor.

Gazetelere yansıyan haberlere göre Selahattin Beyazıt, İnan Kıraç gibi önde gelen Galatasaraylıların kuracağı bir heyet, yeni seçilecek başkanı da yanlarına alarak bir "mali komite" kuracaklarmış. Bu komite Galatasaray’ın değerlerini harekete geçirerek mali sıkıntıyı aşacak yapısal bir çözüm bulacakmış.

Bunun doğru bir yöntem olmayacağı çok açık. Davulun yeni seçilecek başkanın boynuna asılacağı, ama tokmağı başkalarının tutacağı bir düzen gibi geliyor bu bana.

Bence en doğrusu Selahattin Beyazıt’ın artık başkanlığı kabul etmesi ve yanına Eşref Hamamcıoğlu, Ali Dürüst gibi Galatasaray bünyesinde sayıları hiç de az olmayan yöneticilikten ve para idaresinden anlayan çalışkan insanları toplayarak bu işi bizzat yürütmesi.

Bu görüşümü söylediğim Galatasaraylı arkadaşlarım, bir Fenerbahçeli olarak bu konuyla neden bu kadar ilgilendiğimi soruyorlar.

Şundan dolayı: Bir futbolsever ve bir Türk olarak Galatasaray’ı UEFA Kupası galibiyetine götüren süreçte deplasmanlar dahil tüm maçları yerinde izledim ve bundan keyif aldım.

Sadece Fenerbahçe’nin değil, öteki Türk takımlarının da yurtdışında başarılı olmalarını samimiyetle istiyorum. Yurtdışı maçlarında, hiç tanımadığım yabancılar sevineceğine, ülkemde tanıdığım insanlar, arkadaşlarım sevinsin diye düşünürüm.

Galatasaray mali sorunlarını aşıp, güçlü bir takım kurmalı ki bu rekabet Fenerbahçe’yi de, Beşiktaş’ı da, öteki takımlarımızı da yukarılara çekebilsin.
Yazarın Tüm Yazıları