Dünya Tadı

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Yeniköy’deki İzmirli Balıkçı

İzmirli Balıkçı şimdi bu yeni yerinde gelenlere mütevazi ve az sayıdaki mezesini sunuyor önce. Fazla mezenin iştahı kapatıp asıl eser olan balık yemeğinin takdir edilmesini önleyeceğini düşünüyor haklı olarak.

Yeniköy'deki İzmirli Balıkçı'ya ilk gidişimin üzerinden neredeyse iki ay geçti. Sonra bir kere daha, başka dostlarla gittim aynı yere. Geçen süre içinde o iki güzel akşamın anısı aklımdan hiç çıkmadı. Restoran tanıtım yazıları yazmamama rağmen, bu kez kuralı bir kenara koydum. Güzel şeylerin ancak paylaşıldığı zaman bir anlam kazanacağını düşünerek gecenin anılarını sizlere aktarmak istedim.

Yemeğe merkalı arkadaşlarım bana bir zamanlar Kapalıçarşı içindeki aynı isimli küçük lokantadan söz etmişlerdi. Kısmet değilmiş, hiç uğrayamadım oraya. Adı yine İzmirli Balıkçı. Küçük, 4 masalık bir restoran. Gemi dümeninden lambalarla süslendiğini söylemişlerdi. Basit ve yalın bir dekorasyonun yanısıra müthiş lezzetli yemekler yediklerini anlatmışlardı. İzmirli Balıkçı orada tek başına harika yemekler yapmaktaymış. Uğur Yücel, Dinç Bilgin, Mustafa Oğuz gibi ünlü isimler müdavim müşteri listesinde hemen yerlerini almışlar. Tevazunun ötesindeki gerçek lezzeti çabuk keşfetmişler.

İSTANBUL'DA BİR İZMİRLİ

Yeniköy'deki yeni yerinde İzmirli Balıkçı, Ayhan Bey'le ilk tanıştığımda, bana orada çok mutlu zamanlarını geçirdiğini anlattı. İstanbul'da bir İzmirli'nin mutlu olması zor. Çünkü iklim, aynı iklim değil. İzmir, tipik bir Akdeniz şehri. İstanbul'da ise Bizans'ın kentin üzerinden hiç kalkmayan tül perdesi mevcut. İnsan ise önce alışkanlıklarının esiri. Çocukluğunun mutluluğunu aramayan birisini bana gösterebilir misiniz?

Buna karşılık, uyum gösterme becerisi de insanoğluna özgü bir nitelik. İzmirli Balıkçı da, İstanbul'a göçle birlikte eski anılarını bir sandığa kapatmayı başarmışa benziyor. Hatıralar sandığının üzerine öyle bir kilit vurmuş ki, ancak benim gibi bir hemşerisiyle karşılaştığında, Boğaz kıyısında harika bir akşam yemeğinin arkasından biraz dumanlı bir kafayla açıyor o sandığı ve tek tek anılarını ortaya döküyor. Sonra da havada uçuşan bu güzel anıları tekrar toparlayıp aynı sandığa koymayı gösteren bir beceri sergiliyor.

Anıların başında babası Niyazi Usta var. Kendisi gibi bir balık yemekleri ustası Niyazi. Fuar'ın içindeki Atlı Spor Kulübü'nü eski İzmirliler bilir. Hani, 9 Eylül kapısından girince hemen sağdaki yerdeydi. Galiba 1952 yılında kapanmış. Ben o sıralar daha bir yaşımı doldurmadığımdan hatırlamam imkansız. İzmirli Balıkçı da hayal meyal anımsıyor zaten. Niyazi Usta ilk ününü orada yapmış.

Sonra, NATO'nun yanındaki Gündoğdu Restoran'a taşınmış. Ardından da İnciraltı'ndaki restoranına taşınmış. Denizin üzerine çakılı kazıklar üzerinde bir restorandan sözediyorum. İzmir Körfezi'nde güneşin batışının ne kadar güzel olduğunu bilmeyen var mıdır acaba? Hele akşamüstü çıkan imbatın serinliği sürüyorsa hava da ne latif olur!

ÇAY BAHÇESİ

Bana anılarını anlatırken sözü birden müziğe getirdi. Besbelli müziğe büyük merakı var. Müzeyyen Senar'ın, Mualla Mukadder Atakan'ın, Hamiyet Yüceses'in, Perihan Sözeri Altındağ'ın, Abdullah'ın Yüce'nin musikisiyle büyüdüğü için kendisini şanslı saydığını söyledi. Fuara gelenleri kaçırmazmış. 'Diğer zamanlarda da plaklarını dinleyerek geçirirdim günlerimi' dedi. Notalar hafızasında birer birer asılı kalmış. O derin musiki, dudaklarda artık terennüm edilmese bile, yüreğinde çalmaya devam ediyor. Hayrettir ki, o yürekte yer eden musikiyi bunları konuşurken ben de yüreğimde ve kulaklarımda hissettim. Musikinin içindeki büyü mü sağladı acaba bunu?

Bir de restoranın işletmecilerinden Laz Ali Osman'ın maymunundan söz etti. Adı da Osman imiş. Kimbilir ne sevimliydi o maymun ki, yaptığı maymunluklar bugün bile anılmaya devam etmekte.

'Babam takım elbise giyerdi,' diye anlattı. Ama ayakları çoğu zaman çıplak olurmuş. Kıyafetin ne önemi var!

İzmirli Balıkçı İstanbul'un Kapalıçarşı'sında icrayı sanat ederken aklına bir fikir düşürmüşler. Geçen yıl eylül ayında Yeniköy'deki tatlıcı Zeynel'e gelmiş. Şöyle ağız tadıyla bir tatlı yiyeyim, biraz da Boğaz havası alayım diyerek. 'Karşıda çay bahçesi gibi bir yer gözüme ilişti' diye başladı anlatmaya. 'Çay bahçesi diyorum ama, içinde her şey satılmakta. Sabah kahvaltısı da var, kebab da, Hasılı, karışık bir mekan.' Kapıda bir de müracaat yazısı varmış yerin kiralanması için. İçindekiler kaçak mı çalışıtırıyor ne diye düşünmüş.

Yer İzmirli Balıkçı'nın aklına bir kere yer etmiş ya, müracaat yazısındaki adresi almış. Burası bir Rum Kilisesi vakfı. Allem etmiş, kallem etmiş, yeri kırk dokuz yıllığına kiralamış. Bu kadarına kendi mütevazi imkanları yetmediği için de Adıgüzel İnşaat diye bir şirketle ortak olmuş. İzmirli dört-beş dostu da yardımcı olmuş.

KELLE, BİR SPESİYALİTE

İzmirli Balıkçı şimdi bu yeni yerinde gelenlere mütevazi ve az sayıdaki mezesini sunuyor önce. Fazla mezenin iştahı kapatıp asıl eser olan balık yemeğinin takdir edilmesini önleyeceğini düşünüyor haklı olarak.

Mezeler içinde bize radika getirdi. Sonra torba yoğurdu, biraz mayonez ve sarmısaklı sosu eşliğinde bir deniz börülcesi sundu. Közde pişirilip İzmir usulü iri doğranmış zeytinyağı ve limonlu patlıcan salatası yedik. Kendi yaptığı bir sardalya turşusunu tattık. Sıcak mezelerden ise küçücük lokmalar halinde teflon tavada pişirilmiş bir kalamar, trança yumurtası tavası yedik.

Herkes o akşam trança ızgara istedi. İzmirli Balıkçı bana bir ayrıcalık yapıp balık yakası ikram etti. Yaka, ki balığın kafasına en yakın olan yeridir, birçok balıkta olduğu gibi gerçekten trançanın en lezzetli yeri.

Çok beğendiğimi söylediğimde, 'bir gün gel, kendime yaptığım kelleden ikram edeyim,' dedi. Kelle de bir balıkçı spesiyalitesidir. Trança benzeri iri balıkların kafası ikiye kesilerek kömür ateşinde usulünce ızgara edilir ki, erbabı tarafından yapılırsa tadına asla doyum olamaz.

Şekere falan boşverip bütün bunların üzerine bir de kalburabastı yedim o akşam.

Dünya geçiçi. Ne kadar yaşayacağımız en azından bizce malum değil. Oysa hayat çok güzel. Hele hayatı güzel kılan insanlarla, onların yüreklerindeki ateşle pişmiş yiyeceklerle, kutsanası elleriyle yapılmış şaraplarla Boğaziçi gibi eşsiz bir su kıyısında çocukluğunuzun İzmir'ini, ilk mutluluklarınızı, ilk sevgilinizi, hasılı hayatınızdaki birçok ilkini anımsatan bir akşamda bu mutluluğu yakalamak bence çok önemliydi.

O akşam içimi bir hüznün kapladığını hissettim. Andre Gide'i hatırladım. Dünya Nimetleri'nde 'hüzün dinmiş bir coşkudur, başka bir şey değil,' demişti. Coşkular giderek yerini hüzne bıraktığına göre acaba yaşlanıyor muyum?

Yazarın Tüm Yazıları