Dış politikamız 2010’da nereye gitti?

GERİDE bıraktığımız 2010 yılında Türk dış politikasının seyrinin genel bir dökümünü yapmaya çalıştığımızda, farklı doğrultuda giden bir dizi yönelişi birlikte değerlendirmemiz gerekiyor. Bu açıdan Türkiye’nin iç dinamiklerini değerlendirirken karşımıza çıkan karmaşık fotoğraftan çok farklı değil dış politikamız...

Tabloya baktığımızda şu yönelişleri görüyoruz:
BATI İLE İLİŞKİLERDE BOŞLUK
Geçen yıl Türk dış politikasının en önemli olayı, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım kararının oylamasında aleyhte oy kullanmasıdır. Türkiye, uluslararası alanda büyük bir konsensüsün belirdiği bir konuda Batı dünyasıyla değil İran’la birlikte saf tutmuştur. Bu, dış dünyada, özellikle de ABD’deki karar vericiler ve kanaat önderleri nezdindeki Türkiye ve özellikle de iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi algısı üzerinde daha uzun yıllar iz bırakacak bir tercihtir.
Yine 2010 yılında yaşanan bir başka olumsuzluk, Türkiye ile AB arasındaki tam üyelik müzakerelerinin adı konmasa da artık fiilen durma noktasına gelmiş olmasıdır. Bir yıl boyunca yalnızca tek bir başlık açabilmiştir. Gelinen noktada AB ile müzakere edilmesi gereken 35 başlıktan 13’ü açılabilmiş, bunların da yalnızca 1’i kapatılabilmiştir. 2005’te tam üyelik müzakerelerine Türkiye ile birlikte başlayan Hırvatistan’ın geçen süre içinde 35 başlıktan 33’ünü açıp 28’ini kapattığını hatırlamak, tempo konusunda fikir verici olabilir. Bu ülke en geç 2013 yılında tam üye olarak AB’nin kapısından içeri girecektir.
Müzakerelerin durmuş olması büyük ölçüde Almanya, Fransa ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin engellemelerinden kaynaklanıyor olsa da, Ankara cephesinde bu durumu kabullenen ve pek mesele de yapmayan bir ruh halinin belirdiğini görüyoruz. AB ile tam üyelik sürecinin bugünkü sağlıksız haliyle uzun süre idame ettirilebileceği şüphelidir.
DAVUTOĞLU NEREYE KOŞUYOR?
Sonuçta hem Atlantik ötesi hem de Avrupa cephelerindeki gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde Türk dış politikasının Batı boyutunda önemli boşluklar söz konusudur. ABD ve AB ülkelerinin köklü çıkarları nedeniyle Türkiye ile yakın bir çalışma ilişkisi sürdürüyor olmaları, buradaki belirsizliklerin üstünü örtmeye yetmiyor.
Geçen yılın dış politikayı ilgilendiren bir başka önemli olayı Mavi Marmara saldırısı nedeniyle Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerde tam bir dibe vuruş yaşanmasıdır. Kuşkusuz, İsrail’in hiçbir insani ölçüyle izah edilemeyecek bu vahşeti karşısında Türkiye’nin gösterdiği tepki ve masaya koyduğu talepler haklıdır. Ancak İsrail ile Mavi Marmara’dan çok önce Davos’tan bu yana sürmekte olan irtifa kaybının, Türkiye’nin bölgede oynamak istediği arabuluculuk rolünü sınırlandırdığı, ayrıca Batı dünyasında da sıkıntılar yarattığı bir olgudur.
Bu gibi olumsuzluklar bir tarafa bırakıldığında, Türkiye, bütün coğrafyalarda çıkarlarını maksimize etmeye çalışan son derece enerjik, proaktif bir dış politika izliyor. Dış politikanın mimarı Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu’nun, Türkiye’nin “düzen kurucu” bir bölgesel güç olarak dünya politikasındaki ağırlığını artırmayı amaçlayan bir strateji izlediğini görüyoruz.
DIŞ POLİTİKAYI AKORTLAMAK
Türkiye’nin üzerinde bulunduğu eşsiz jeopolitiğin sunduğu imkânlar, siyasi istikrar olgusu, büyümedeki etkileyici rakamlar ve ekonominin dinamizmi ile birleştiğinde, uluslararası alanda Türkiye’ye dönük belirgin bir ilgi yoğunlaşması ortaya çıkıyor.
Sorun, Türkiye’ye gösterilen ilgi ve atfedilen önemle Türkiye konusunda duyulan tereddütlerin, dile getirilen soru işaretlerinin at başı gitmesidir.
Buradaki paradoks bizi çok temel bir meseleyle baş başa bırakıyor. Yüksek bir enerjiyle sürekli devinim halinde her tarafa hamleler yapan ve adından söz ettiren bir dış politika çizgisinin ana doğrultusunu, yön duygusunu kaybetmemesi gerekiyor. Çok yönlülük Türkiye’nin çıkarlarını zenginleştirmekle birlikte, Batı ile ilişkiler pahasına bir arayış olmamalıdır. Batı ile kurumsal ilişkileri zayıflayan bir Türkiye zamanla diğer kulvarlarda da sendeleyebilir.
Bu çerçevede Türk dış politikasının Batı’ya dönük ayarlarının elden geçirilmesinde yarar vardır; çok güçlü ses veren müzik enstrümanlarının da belli aralıklarla akort edilmesi gerektiği gibi...
Yazarın Tüm Yazıları