Paylaş
Dink ailesinin avukatı Çetin’in hazırladığı raporun en önemli tarafı, bir yıl içinde taranan gelişmeler içinde bu kez bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararının da yer almasıdır.
Cinayetle ilgili dava ağır aksak yol alır, ayrıca cinayette kusuru olan kamu görevlileriyle ilgili inceleme ve soruşturmalarda hiçbir ilerleme sağlanamazken,
Strasbourg’daki mahkemenin daha fazla beklemeden Türkiye’yi mahkûm etmiş olması, ilgili Türk makamları açısından gurur duyulacak bir tablo değildir.
SORUN SİYASİ İRADE YOKLUĞU
Fethiye Çetin’in raporunda cinayetin aydınlatılmasına dönük kovuşturmalarda “belirgin ve sistematik bir olgu” olarak dikkat çektiği bir durum var. Bu olgu, “Güvenlik ve istihbarat birimlerinin maddi gerçeği ortaya çıkaracak nitelikteki bilgi ve belgeleri saklamaları, değiştirmeleri, yok etmeleri, yalan beyanda bulunarak soruşturma makamlarını yanıltmaya çalışmaları ve deliller üzerinde oynamalarıdır.”
Bu eylemlerin her biri tek başına suç olmasına karşılık ya soruşturma açılmamış ya da başlatılan soruşturma süreçleri sonuçsuz bırakılmıştır.
Çetin, soruşturma ve yargılama süreçlerinin temel sorunu olarak “dokunulmazlık ve cezasızlık” kalıbına işaret ediyor. Cinayet ve sonrasındaki süreçlerde sorumluluğu olan kamu görevlilerine dokunulamamakta, bu görevliler herhangi bir ceza görmemektedirler.
Bir başka önemli sorunu “siyasi irade yoksunluğu” olarak tarif ediyor Çetin. Burada adres, cinayetin öncesi ve sonrasında işbaşında olan ve idare düzeyinde cinayetle ilgili bütün süreçlerin siyasi sorumluluğunu da taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetidir.
Çetin, “siyasi irade yoksunluğunun devlet görevlilerinin direncini ve cesaretini artırdığını, siyasi irade olmadıkça resmi kurumların direncini kırmanın mümkün olmadığının anlaşıldığını” belirtiyor.
Hükümete bu eleştiriyi getirmekle birlikte, altında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası bulunan Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunun akıbetine hiçbir şekilde değinilmemiş olması Çetin’in raporunda bir eksiklik olarak beliriyor. Bu raporda talep edilen hususlar, Başbakanlık ile İçişleri Bakanlığı arasındaki yazışmaların kilitlenmesi nedeniyle bir sis perdesinin ardında kalmıştır.
AİHM VE TÜRK YARGIÇLARI ARASINDAKİ FARK
Çetin’in en düşündürücü saptamalarından biri, “inceledikleri dosyalar ve içerikleri aynı olmasına rağmen, AİHM yargıçlarının aynı veriler ve bulgulara bakıp Türkiye’deki meslektaşlarından tümüyle farklı sonuçlara ulaşmış olmalarıdır.”
Bu durumun “insan hak ve özgürlüklerini korumak yerine devleti koruma ve kollamayı misyon edinen bir yargı kültüründen” kaynaklandığını belirtiyor Fethiye Çetin.
Sonuçta AİHM, geçen eylül ayında Türkiye’yi Dink cinayetinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) 4 başlıkta ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm etmiş, 133 bin Euro da para cezasına hükmetmiştir.
Bu başlıklardan birincisi, Dink’in yazdığı bir yazıda Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyle verilen mahkûmiyetin AİHS’nin ifade özgürlüğü maddesinin ihlali olarak görülmesidir. AİHM bu ihlali, doğrudan Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi ve Ceza Daireleri Genel Kurulu’nun Dink’le ilgili nihai mahkûmiyet kararlarına karşı vermiştir.
AİHM’nin diğer ihlal kararları, Sözleşme’nin yaşam hakkına ilişkin 2’nci maddesi çerçevesindedir. Devletin istihbarat ve güvenlik birimlerinin suikast planlarını bildikleri halde Dink’i korumak için önlem almamış olmaları bir ihlal gerekçesidir.
Ayrıca, Dink’in ölümünde kusurlu olan kamu görevlileri hakkında “etkili soruşturma yapılmaması” bir diğer ihlalin gerekçesini oluşturuyor.
Bundan tam 4 yıl önce bugün Hrant Dink İstanbul’da öldürülmüştü. Bu cinayet sonrasında başlatılan idari ve yargı süreçlerinde, geçen 4 yıl içinde AİHM mahkûmiyeti dışında hiçbir ciddi ilerleme sağlanmamıştır.
Bu da Türkiye için yeteri kadar yüz kızartıcı bir durumdur.
* * *
DÜZELTME: Dünkü yazımızda Anayasa Mahkemesi için yanlışlıkla “AYİM” kısaltmasını kullanmışız. Doğrusu “AYM” olacaktır. S.E.
Paylaş