’Danışman’a değil de ’danışanlar’a bakalım

AHMET Davutoğlu ne yapmıştır?

Bin türlü katakulli çevirip bir punduna getirerek HAMAS Lideri Halit Meşal’i gizli bir operasyonla Türkiye’ye mi sokmuştur?

Hayır!

Hiç kimse böyle bir iddiada bulunmuyor.

O halde...

Neden Davutoğlu’na yükleniyoruz?

Neden "Hepsi onun yüzünden" tavrı takınıyoruz?

Unutmayalım:

Ahmet Davutoğlu son tahlilde bir danışmandır.

Yani...

Dış politikada epey riskli bir oyunu istese de tek başına oynayamaz.

Çünkü konumu müsait değildir.

O görüşünü söyler... O görüşe uyup uymamak konusunda kararı ise sorumluluk mevkiinde bulunanlar verir...

Çünkü Davutoğlu’nun makamı ’hesap verme’ makamı değildir.

HAMAS Lideri’nin Ankara’ya gelmesinin ardından doğacak sıkıntıların hesabını kimlerin vereceği ortadadır. Eğer bir başarı kazanılırsa, bunun rantını kimin yiyeceği de bellidir.

Her iki durumda da Davutoğlu’nun esamisi bile okunmayacaktır.

***

Yanlış anlaşılmasın:

Ahmet Davutoğlu’nun hükümetin dış politikasının oluşumunda "etkin" olmadığını söylemek istemiyorum.

Gerçek şu ki: Davutoğlu fazlasıyla etkindir...

Ama onun etkinliğini "danışanların kimliği" belirlemektedir.

"Danışanlar" kimlerdir?

Hem Başbakan Erdoğan, hem Dışişleri Bakanı Gül...

Yani "Bir numara" ile "İki numara"...

Hükümet çevresinde bulunan danışmanlardan hiçbiri böyle bir ayrıcalığa sahip değildir...

Her iki ismin üzerinde anlaştığı başka bir "danışman" yoktur.

Davutoğlu’nun gücü de işte buradan gelmektedir.

O halde hükmü verebiliriz:

"Danışman"a değil, "Danışanlar"a bakalım...

Woody Allen’ın son filmine dair

HADİ olaya Hıncal Uluç gibi girelim...

Cumartesi öğleden sonraydı...

Mahşeri kalabalığı yararak Maçka G-Mall’da bir kuytu köşe aradım.

Fakat heyhat!

Kalabalık... Hem de nasıl kalabalık...

Çaresiz sıkışık nizam masalardan birine sindim...

Ve "Ayıp" ile "Merak" duygusu arasında gidip gelerek etrafı kesmeye başladım...

Birbirinden ünlü isimler arz-ı endam etmesin mi?

İşte Erdal İnönü... Yüzünde o meşhur ironik ifadeyle cool bir şekilde sıraya girmiş bilet alıyor...

İşte Engin Cezzar... Arkasında da Gülriz Sururi... "Aşk ve Gurur" filminin potansiyel müşterileri gibi dolaşıyorlar...

İşte Nazlı Ilıcak... Öyle mütehakkim ki sanırsınız ki tipik bir "Kurtlar Vadisi" filmi seyircisi...

İşte Sarıgül’ün zarif eşi de burada...

Ve işte Sedat Aloğlu... Yanıma yaklaşıyor ve sanki aramızda gizli bir şifre varmış gibi, "Ben şu HAMAS işine o kadar da karşı değilim" cümlesini kuruyor...

Bu kadar ünlünün geçit resmi yaptığı bir ortamda girdim Woody Allen’ın son filmi "Maç Sayısı"na...

Yani bir parça gergin...

***

Ama film acayip sardı beni...

Gerginlik filan bir anda toz oldu...

Filmin beni sarmasının fazlasıyla kişisel nedenlerine gelince...

BİR: Çok sevdiğim Londra’nın güzelliklerini sergilemesi nedeniyle...

İKİ: Bayıldığım Patricia Highsmith teyzemizin "Yetenekli Bay Ripley" türünden romanlarını andırması nedeniyle.

ÜÇ: Artık dayanılmaz hale gelen Woody gevezeliklerinden hiçbirinin filmde yer almamasından...

DÖRT: Dostoyevski Baba’nın Suç ve Ceza’sına çaktırmadan, yani epey dolaylı göndermelerde bulunmasından...

BEŞ: Oyuncuların hepsinin döktürmesinden...

ALTI: Özellikle filmin ikinci yarısının izleyenleri Hitchcock’vari bir gerilimin pençesinde kıvrandırmasından...

YEDİ: Kendi hayatını kurtarmak için başkalarının canını almaktan çekinmeyen filmin kahramanına kendimizi yakın hissettirecek denli gerçekçi oluşundan...

SEKİZ: Filmin her tarafından zeka fışkırması nedeniyle...
Yazarın Tüm Yazıları