Çok “acayip” bir Paris Maratonu ve sürdürülebilirlik

7 Nisan’da Schneider Electric Paris Maratonu’nda kişisel rekorumu kırarak, 42km 195m koştum.

Haberin Devamı

“Neden hala yazmıyorsun, neden videoları paylaşmıyorsun?” diyen çok oldu.
Geçerli bir nedenim vardı.
Bir kere bu yazıyı yazmak zaman istiyordu.
Uzun.
İnsan 42km’lik bir yolu 5 cümleye indiremiyor. Yaklaşık 5 saatlik videoları da 3 dakikaya indirgemek hayli zor.
Kıyamıyor insan tek karesine, tek adımına.

Ayrıca, tüm dünyada “Earth Day” olarak kutlanan 22 Nisan’da yazmak, ve bu senenin konusu olan “Gezegeni korumak ve sürdürülebilir bir gelecek sağlamak” konusuna da değinmekti amacım.
Ancak elimde olmayan aksilikler oldu ve bu yazı bugüne sarktı. Çok üzüldüm.
Bir de affedin, hem koşup hem çeken de ben kendim olunca, toplanmak için zamanım da olmuyor. Perişan edici bir tempo oluyor. Kendimi de korumaya çalışıyorum ki, bir ömür sürdürebilir olayım bu hayalimi.
Hah!
“Sürdürebileyim” dedim, duydunuz mu?

Haberin Devamı

PARİS MARATONU / FOTO GALERİ

Şu anda Dünya’nın bütün büyük-küçük medeni ve akıllı, ileri görüşlü şirketleri “sürdürülebilirlik” üzerine kafa yoruyor.

Dahası ben bile kendi yaptığım şeylerde “sürdürülebilirlik” esasını gözetiyorum.

Enerjinin sürdürülebilirliğini anlatmak adına seçilebilecek en iyi örnek maraton.
Schneider Electric çok doğru ve ileri görüşlü bir kararla, “sürdürülebilirlik” adına Paris Maratonu’na sponsor oldu. “Geleceğin enerjisine yatırım işte!” dedim, duyunca.
Uzun vadeli etkisi olacak bir karar.

Schneider Electric Türkiye, benim Paris Maratonu’nda koşmam adına, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na yaptığı bağışla da, aynı anda eğitimin sürdürülebilirliğine de katkı sağladı.
200 çocuk eğitim alma şansı elde etti.
Bunun etkilerinin ne kadar uzun vadeli olduğunu bir düşünün lütfen.
Geleceğe yatırım derken, boşuna demedim.

Paris Maratonu’nda koşmak, benim için gerçek bir “zihniyet devrimi”ne şahitlik etmek gibiydi.
Üstelik bunun öyle bir etkisi oldu ki, aynı zihniyet devrimini izlemek isteyen şirketler var şimdi... Hayallerim gerçek oluyor. Sizlere sürekli iyi haberler vererek koşmaya devam edeceğim, yaşasın!

Maraton dediğiniz şey, aklına esince çık-koş-gel yapacak olduğunuz bir şey değil.
42km 195metreyi verilen süre içinde -ki genelde 6saat sınır- tamamlamanız gerek.
Yani yürüyerek bitmez...
En az 4 aylık bir hazırlık yapmak akıllıca. Hazırlık aşamasında da insan dikkatli olmalı.

Haberin Devamı

OH LA LA La PARİS MARATONU! / WEB TV
İlk 19km videosu…

ACAYİP BİR MARATON BU PARİS MARATONU! / WEB TV
19km sonrası finişe kadar…

 Finişe giden bu uzun süreçte, hırslarınıza yenilmemeyi başarmanız gerek. Vazgeçmemeniz gerek.
Bahanelere kanmamanız gerek.
Kısa vadeli düşünmeden, kendinizi erken tüketmeden, sakatlanmadan, sağlıklı beslenerek, bedeni dinlendirerek, kasları yavaş yavaş güçlendirerek çalışmanız gerek. Başka kaslarınızı da güçlendirmeniz gerektiğinden, sadece koşmakla kalmadan, başka bir spor da yapmanız gerek.
İrade, disiplin, azim, tutarlılık, devamlılık gibi şeylerin benliğinizi kaplaması gerek.
Yola bacaklarla çıkıp, size oyunlar oynayan beyninize söz geçirebilecek bir kalp, dahası güçlü bir “gönül” gerek.
Bu yola gönülden baş koymak gerek.
İşte o zaman, enerjiniz sürdürülebilir oluyor ve finişi görüyorsunuz.
Beden ve ruh erken tükenirse “duvara çarpıyor” insan.
“Duvara çarpmak” maratoncu dilinde, insan bedenin/ruhunun iflası demek.
Kafa gidiyor diyorum ben buna. Birden her şey altüst oluyor. Bacaklar gitmiyor. Kafayı toplayamıyor insan, motivasyon gidiyor.
Son 195 metrede duvara çarpan da var. Son 10km’de de.
Sağlık problemi bir bakıma.
Mineral kaybı, şeker dengesinin bozulması vesaire ile bir sürü insan koşarken “duvara çarpıyor” ve bitiremiyor yarışı.
Paris Maratonu sırasında koşarken çekip hazırladığım videoları izlerken göreceksiniz; sarı tişörtlü bir çocuk gözümün önünde son 2km’de koşamaz oldu, duvara çarptı.

Haberin Devamı

Araya önemli bir bilgi almam gerek.

Maraton öncesi, Schneider Electric’in CMO’su Aaron Davis ve Dış İletişimden Sorumlu Johanthan Hart ile röportaj yapıp onlara:
“Neden bireysel bir spor dalına veya futbola değil de maratona sponsor oldunuz?” diye sordum.

Aldığım cevap çok etkileyici ve ilham vericiydi.

Aaron Davis:
“Bireysel bir spor dalı riskliydi. Futbol ise taraftarlık demek. Oysa biz bir “organizasyona” bir “olaya” sponsor olarak kendimizi “tarafsızca” kitlelere tanıtmak, o olay çevresinde birleşmek ve birleştirmek istedik.
Çok iyi bir şirketiz. Fortune’a göre ilk 300 içindeyiz ancak hak ettiğimiz seviyede tanınmıyoruz. Maraton ise bunun için biçilmiş kaftandı! Bir anda herkes Shcneider Electric nedir anlamaya, merak edip sormaya başladı. Kendimizi farklı platformlarda farklı insanlara anlatabilme şansımız doğdu.
İnsanlar Berlin Maratonu’na hız için, New York’a “New York’da koştum” demek için, ama Paris’e hem bu şehir, hem de bu şehrin enerjisi için geliyorlar.
Biz de insanlardan aldığımız enerjiyi insanlara geri vermeyi hedefliyoruz.
Maratonda sadece kendi başarınıza değil, yanınızda, önünüzde, arkanızda koşan adamın başarısına da seviniyorsunuz. Biz de böylesi iyi bir enerjinin arkasında olmayı istedik. Dahası, şirket olarak bu yola çıkınca, çalışanlarımızın içindeki tutkuyu da keşfettik. Meksika’dan bir çalışanımızın bütün hayali maratonda kendi rekorunu kırmakmış meğer, hiç bilmiyorduk. Bu onun için hayallerini gerçekleştirme fırsatı oldu. Şirket içinde enerji boyut değiştirdi. Herkese pozitif bir etkisi oldu. Üstelik bu ilk senemiz, ve sponsorluk çok taze. Seneye bu enerjinin kat be kat daha fazla olacağını biliyoruz.
Geleceği değiştirme gücüne sahibiz. Şimdi bunun farkında olalım diyoruz. Maraton müthiş gelişen bir organizasyon. İnsanlar henüz bunun farkında değiller, ama olacaklar.
Bakın Schneider Electric Vakfı Habitat-Humanism projesinin de destekçisi.
Paris Maratonu’nda 140 milletten 50bin kişi koşacak. Belirli geçişlere yerleştirdiğimiz platformlara koşarak her ayak basan kişinin ürettiği enerji ile –ki 50 bin kişi koşacak ve basarak geçecek oradan, 7000+watt saati geçersek vakfımız Ile-de-France bölgesindeki Habitat-Humanism projesine 50bin Euroluk fon üzerine bir 10bin Euro daha bağışlayacak. Bu sayede o bölgedeki evlere enerji getirilmesini, o evlerin ışıkla kavuşmasını sağlayacağız.
Bu enerjiyi koşarak beraber üreteceğiz ve sürdürülebilir olması için birlikte çalışacağız.” dedi.

Haberin Devamı

İşte Paris Diplomam

İşte size anlatmak istediğim zihniyet devrimi de tam bu.

Çok etkilendim Aaron Davis’den.
Şirkete bisikletiyle geliyor. Spor yapmadığı gün, sporu atladığı bir tek gün yok. 5 çocuğu var.
Jonathan Hart’da maratonda koştu. Aylarca hazırlanmış, ilk maratonu olacaktı, inanılmaz heyecanlıydı.
Ayrıca Schneider Electric’den yaklaşık 500 kişi vardı maratona katılan.
Schneider Electric binası da çok etkileyici idi. Hiçbir gereksiz enerji harcaması yapılmıyor şirkette. Boşa yanan tek bir lamba yok. İnanılmaz zen ve “yeşil”, yani çevreci bir ortam. Herkes enerji kaynaklarımızın sınırlı olduğunun bilincinde.
Bizleri düşününce, derin dertlendim. Çok daha bilinçli davranmalıyız.

Haberin Devamı

Geleyim maratonuma.
Ben bunca zamandır gidip maratonlarda 10km, 15km, 21km, 42km, Likya Yolu Ultra Maratonu’nda 6 günde 130km koştum.
Her seferinde koşmadan önce, koşarken, koştuktan sonra;
“Bakın ben bu koşumun bir fayda sağlaması, farkındalık yaratmasını isterim.
Benim adıma TEGV, TOG gibi sivil toplum kuruluşlarına bağış yaparsanız hem ben, hem de siz aynı anda harekete geçmiş oluruz.” dedim.
Zor oldu. Ama anlatmayı başarıyordum.
Ama ilk defa, Paris Maratonu’nda bağışım önceden yapılmış bir şekilde koşmaya çıktım.
İnanılmaz sorumlu hissettim kendimi.
Ödüm patladı finişi göremezsem diye...
Sadece 2.5 ay kadar hazırlık yapabildim. Ama zaten sürekli spor yapıp koştuğum için bedenim eskiye nazaran çok daha dayanıklı.

7 Nisan sabahı Paris deli soğuktu.
Yine soğuktu. Nedir benim bu cefam soğukla bilmiyorum.
Dubai’de sıcakta antrenman yaparak geçen bir ömür üstüne, gel yarış günü donarak koş benim kaderim herhalde.
Yine de, koşma hızlarına göre start verilmeye başlayınca içimdeki tüm buzlar eridi.
İnanın eridi.
O an sanırım kafam gönlüm finişe kitleniyor benim.
Garip bir ruh hali. Anlatması zor.
Ama sürekli bağışları yaptığımız TEGV’deki çocuklarımızı düşünüyorum.
Onlar için bunun ne demek olduğunu. Sürekli bu yaptığımın nasıl iyi bir şey olduğunu, hem bana, hem de o çocuklara nasıl iyi geldiğini düşünüyorum...
Güç geliyor üstüme.
İnanın öyle.
Start’ı duydum;
“Bu iş bitmiştir Yonca...” dedim ve başladım koşmaya.
Bir kuralım var start verilince, sürekli gülümsemek!

50bin kişi arasında koşmak, anlatılmaz yaşanır. Champs Elysée boyunca insan seliydi resmen. Hayatımda ilk defa, benim hızımda koşan bu kadar çok insanla koştum. Sanırım 4.5-5 saat aralığında bitirmeyi hedefleyengiller olarak 10bin kişi kadardık.
Yavaş olduğum için hep sonlarda ve yalnız koşmaya  kadar alışmışım ki, ben gibi yavaş onbinlerin olması acayip mutlu etti beni.
Hah işte!
Bakın “acayip” dedim.
Videoda göreceksiniz neden bu yazının başlığında da “acayip” dediğimi.
Sanırsınız başka kelime yok, herhalde heyecandan bir maraton boyunca insan sürekli “acayip” der mi yahu?
Ya da kaç kere diyebilir?
Öldüm izlerken kendimi gülmekten.
Zaten kendimi hiç anlamıyorum inanın.
Çok konuşuyorum, çok!
Start sırasında yerler kazaklarla doluydu. Herkes üzerinde hibe edeceği bir kazak getirmiş. Start öncesi çıkaran atıyor. İyi fikir. Bana da arkadaşlarım söylemişti, üzerimde bir polar almıştım atmak için. En azından o bekleme sırasında az da olsa faydasını gördüm.
Çok iyi fikirdi. Bir dahaki sefere daha da donanımlı atılacak şeyle beklerim startı. Ders oldu yine.
Her daim öğreniyoruz.

Bu arada uzun siyah bir koşu taytım var.
Pek seviyorum kendisini. Hep onu giyiyorum. Adı “Toruk Makto”.
Evet, Avatar filmindeki gibi toruk makto.
Hani birbirlerine kuyruklarından kitlenince güç alıp uçabiliyorlardı...Öyle gibi.
Bana güç veriyor o tayt.
Ben “Toruk Makto”mu giyince yeniden doğuyorum. Kitleniyorum koşan insan kafasına. Bana güç veriyor diye inanıyorum.
Ayrıca bana uğur getirecek olduğuna inandığım ne varsa var üstümde. Biraz aptalca bu yaptığım; çünkü hafif olmak gerek. Ama bu da benim elimde değil.
Kafamda yeşil bi tüy vardı koşarken bu sefer.
Beni kuş gibi hafifletsin finişe uçursun diyerek taktım onu kafama. ?

Çok “acayip” bir starttı.
Her yerden insan fışkırıyordu. Hem koşan hem desteklemek için sokaklara taşan insanlarla doluydu her yer Paris sokaklarında. Herkes desteklemeye gelmişti.
Start çizgisine gelmek 25 dakika aldı kalabalıktan.
Ellerimde ameliyat eldivenleri vardı. Normal eldivenlerin içine giymiştim. Onlar azıcık ısı tuttu içeride de elleri bu sefer dondurmadım.
Sonra onlara teşekkür edip veda ettim yolda.
Sokaklarda da insan seli vardı. İnanamadım, 42km boyunca hiç yalnız kalmadık.
Paris halkının maratonunu kucaklama şekli beni çok duygulandırdı ve sinir oldum.

İstanbul sinirleniyor Avrasya Maratonu sırasında trafiğin kapanmasına. Oysa o gün bir karnaval gibi algılanmalı. Ama o da olacak biliyorum. Biz de öğreneceğiz maratonları kucaklamayı.
İstanbul Dünya’nın tek kıtalararası maratonuna sahip olduğunu anlayacak ve sahip çıkacak.

Yol boyunca “mavi” bir çizgi vardı Paris Maratonu’nda; Maraton çizgisi.
Eğer onu izler, yakınında kalırsanız, 42km 195metre üzerindesiniz, finişe giden yoldasınız demek.
Beni o mavi çizgi çok etkiledi.
Kalabalık el verdikçe, üzerinden hiç ayrılmadım.
Sımsıkı bastım ona. Toruk Makto ve ben kitlendik mavi rotaya.
Hep gülümsedim. Hep.
Gülümsemek iyi geliyor, gülücükler güç veriyor, umut veriyor bana. Bütün zorlukları aşmama yardımcı oluyor diye inanıyorum.
Ağrım sızım, kramplarım olunca da gülümsüyorum inatla.
Yolda ne kadar bando ve müzik varsa her biri ile dans ettim.
Nasıl güzel davul ritimleri vardı anlatamam. İnsanı resmen büyülüyordu. Her duyduğumda o ritimleri, hızlanıyordum sanki.
Su ve yiyecek verilen noktalarda insan kalabalığından biraz bizim pazarlardaki gibi itiş kakış vardı. Çok komikti. Dirsek yiyerek ve atarak su alabildim.
Her 5km’de bir mesela kuru üzüm verilmesini çok iyi bir fikir olarak gördüm. Avuçla yiyerek devam et koşmaya. Süper fikir.
Biz de yapabiliriz Avrasya sırasında. Ne kadar çok kuru meyve üreticimiz var.
Ben onlardan olsam hemen atlarım bu işin üstüne.
Kuru üzüm çok güzel ve iyi enerji veriyor insana. Uzun süreli...
Onun dışında; muz, portakal dilimleri, enerji içeceği, çikolata veriliyordu.
Her noktada ne verilirse aldım, yedim. Gücümü sürekli kılmak için.
Emre Tok bunu bana Venedik Maratonu faciam öncesi söylemişti, o zaman hayatımı kurtarmıştı bu dediği, sözünü dinliyorum.

Sanırım 21km civarı koşarken öndeki adamın dirseğini feci şekilde burnuma yedim. Çok acıdı. Bi 5km kadar acaba burnum kırılmış mıdır, kırılsa kanardı filan diye düşündüm. Sonra 5km buna kafa yorduğuma kızdım ?.
Boş verdim.
Sanki kırılmış olsa ne yapacağım... Nasıl olsa finişe gitmem gerek.

Yetmedi blackberry erken tükendi. Dayanamadı alet.
Ben de video çekimlerini yaptığım iphone’a 26km civarı internet bankacılığı ve 3G sağ olsun kontör yüklemek zorunda kaldım.
KOŞARKEN yaptım bunu evet.
Çok komikti.
Bu da bir ilkti. Çaresizlik insana her şeyi yaptırıyor.
Çözüm üretmen gerekiyorsa, üretiyorsun yani.
“Koşarken twit atmak, video çekimi yapmak, sağda solda koşanlarla sohbet etmek, dans etmek, internet bankacılığını kullanmak ve kırmızı rujumu tazelemek hobilerim arasındadır efenim...” diyebilirim koşugeçmişimde artık.
Esas biliyor musunuz, bir ara sanırım 26km civarı yine, 2 Türk kadını “KOŞ YONCA KOŞ” diye bağırdı bana o kalabalık içinde. Seine Nehri’nin yakınlarında.
Dilim tutuldu koşarken.
Paris’de koşarken bunu da duydum ya, ölsem de gam yemem.
Kimlerdi hiç bilmiyorum. Ama minnettarım!

Kendi kendime inanılmaz moral verdim her yeni kilometreyi aştığımda.
Hiç kötü bir şey düşünmedim.
Hep umutlu ve mutlu düşünceler aklıma getirdim.
Biten kilometreleri unuttum. Önümdeki kilometrelerin sürekli azalıyor olmasını düşündüm.
Koşarken yanımda benimle beraber nefes alan Paris’i seyrettim.
Hayranlıkla!
O anı kaçırmamak için elimden geleni ardına koymadım.
Gereksizce hızlanmadım.
Arnavut kaldırımları fenaydı. İnanılmaz yordu beni. Arnavut kaldırımlarında yavaşladım ve; “İnatçı bu taşlar; ama ben de inatçıyım” dedim kendime.
Bi ara gülme krizi tuttu.
Yol uzun olunca, insana türlü haller geliyor inanın.
Baldırlarıma kramp girince kendime Vasfiye Teyze söylemi çektim.
“Sen ne çektin Yonca, ne çektin!” diye diye kahkahalar attım durduk yerde. Kramplarımı unuttum bu sayede.
Gülse Birsel ve Vasfiye Teyzeme teşekkür ederim hani ?.
Beyin gücü çok önemli.
Hedefe kitlenmek de...
Bu uğurda çalışmak da.
Normalden kısa zamanım vardı Paris Maratonu’na hazırlanmak için. Ama elimdeki kısa süreyi iyi değerlendirdim. Antrenmana sadık kaldım.
İşte en büyük fark buymuş meğer; çalıştığın zaman bedenin inanılmaz gelişiyor, güçleniyor. Kramplar geldikleri gibi senden komut alınca yok oluyor daha kolay.
Hatalarından ders almayı öğreniyorsun maraton yolunda.
Hırsına yenilmemeyi öğreniyorsun. Hırs enerjini tüketmene neden oluyor.
Hırssız olunca da, yarış bitmiyor. Dengelemek gerek.
Denge, sürdürülebilirliğin en önemli unsuru bence.
Risk hesaplamayı, hangi riskin alınabilir, hangisinin alınmaya asla değmez olduğunu tartabilir hale geliyorsun.
Sabırlı olmayı öğreniyorsun.
Etrafımda “burada gereksiz hız yaptı...” dediğim bir sürü insan vardı. Sonra biraz tıkandıklarını görünce kendimi haklı buldum. Sevindim bi şeyleri öğrenmiş olduğuma.
İnadımı kırdırdı maraton bana.
İnsan anlamsız inatlar yapıyor. Oysa uzun mesafeli koşuda, hayat gibi, inatlaşmak insanı sadece zedeliyor. Kazanma değil, kaybetme riskini arttırıyor.

Uzun, çok uzun bir yazı oldu biliyorum.
Bu satıra geldiyseniz, çok teşekkür ederim!
Bu da bir maratonvari yazı işte.

Bana yol boyu twit atan, facebook’dan destek veren e-posta gönderen sizlere binlerce teşekkürler.
Ben Paris sokaklarında yalnız koşmadım, sizinle koştum, sizin sayenizde.
Anlatamam size benim için o an ne demek...
Gözlerim doluyor. İnanın.
Benim için Eurosport açıp hayatında ilk defa maraton izlediğini yazan oldu. Tüylerim diken diken yazdım bu satırı bakın...
Hatta bir okurum e-posta atmış: “Kızım ilk defa maraton izliyorum, şimdi Kenyalılar geldi, seni aralarında göremedim!” yazmış.
Çok güldüm, gözlerim dolu dolu.
Beni ilk 3’de bekliyor Dünya tatlısı okurum.
Şahanesiniz!
Ancak ben gelinceye kadar yayın mayın kalmıyor. Sonlardayım, ama geliyorum finişe işte. Kendi kendimi geliştirmeyi deniyorum.
Oluyor da.
Venedik Maratonu’ndan Paris Maratonu’na 1 saat gelişmişim.
Son 5km civarında rujumu tazeleyince koşarken yanıma 2 Fransız adam geldi ve “yok artık” deyip bana “ilan-ı aşk” edip  “Koşarken ruj tazeleyen kadın” diye diye koştular, çok güldük.
Son 2km içinde gönüllüler madalyaları gösterip “Hadi bu güzel madalyayı almanıza az kaldı!” dediklerinde ben uçuyordum artık.
30km’den sonra bana “acayip” bir güç geldi.
Nasıl oluyor anlamıyorum. Ama oluyor. Oldu.
Bir sürü insan finiş rampasında yürürken, ben delice hızlanıyordum.
Sanki yukarıdan biri gelip arkamdan ittirmeye başladı... Gerçekten öyle hissediyordum.
Arkamdan birileri: “Kadına bak danalar gibi koşuyor!” derken duydum.
Kahkaha attım! Haklılardı.
İçimden o an geçenin, nasıl bir haz olduğunu anlatamam.
Son 1km’ye gelirken bayrağımızı açıp kameralara göstererek finişe girmek için hazırlık yaptım.
Son 195metre boyunca bir elimde bayrağım, diğer elimde kameram kayıtta koştum.
O kadar gururlandım, o kadar onur duydum ki orada olabildiğim, o finişe iyi girebildiğim, bitirebildiğim için...
Çok ağladım finişi geçince.
Schneider Electric Paris Maratonu’nu kendi en iyi süremle bitirdim.

Net sürem: 04 saat 53dakika 07saniye.

TEGV’de 250 çocuğun “KOŞ YONCA KOŞ” Ablası daha olabildiğim için, bana bu duyguyu yaşayabilme şansı verdiği için aldığım her nefese, attığım her adıma şükrettim.

Herkese, her şeye,
Schneider Electric Türkiye’ye bu zihniyet devrimine öncülük ettiği için,
Teşekkür ederim.

Koşmaya devam.
Elimden geldiğince bu güzel enerjiyi en yeşil haliyle sürdüreceğim.

Yonca
“sürdürülebilir gelecek”

Buyurun çok “acayip” koşan Yonca’nın çekimlerini izleyin
OH LA LA La PARİS MARATONU!
İlk 19km videosu…

ÇOK ACAYİP BİR MARATON BU PARİS MARATONU!
19km sonrası finişe kadar…

Yazarın Tüm Yazıları