Cemal Süreya’dan hakiki portreler

Cemal Süreya’nın şiirini kim ki eleştirir, şiir karnesindeki notu sıfırdır. Bütünlemesi yoktur bu cehaletin.

Ya düzyazısı? Fantastik. İronik. Zeká alıştırmaları. Düzyazı ile şiir dostluk kursa nasıl olurdu? Cevap; Cemal Süreya’nınkiler gibi.

Bir insanın ruhu, kafasındaki, gönlündeki görünmeyen özellikler nasıl bilinir. O bir ruh arkeologudur.

Portre nasıl yazılır?

Yanıtı şu olabilir:

Yoksa siz Cemal Süreya’nın 99-Yüz’ünü okumadınız mı?

Portre, ehline düşmezse kurudur, sıkıcıdır. Didaktiktir. Vesaire vesaire...

Sezgiden bilgiye, edebiyattan psikolojiye kadar ne çok şeyin bilinmesini ister. Kırk ambarınız yoksa, yazmayın...

Cemal Süreya’nın ‘99-Yüz’ü dergide yayınlanırken, kimi yazdıysa, gidip ona bir kez daha yakından bakmak istedim.

İnsanın ruhunu nasıl yakaladığını, bir kahinle falcı arasındaki mertebede durduğunu düşündüm. Onda gerçekçilik, fanteziye bürünüp, yeni bir elbiseyle çıktı.

Çizdiği yüzlerin, derinliğini ancak o ölçebildi. Sığlığını da.

Turgut Özal da vardır, Süleyman Demirel de, Deniz Baykal da, Türkan Şoray da, Güngör Bayrak da, Cihat Burak da.

‘99-Yüz’ü bitirdikten sonra bir bakarsınız ki, Türkiye’nin yüzü çizilmiş. Maskeli, maskesiz... Siyaseti de, edebiyatı da, magazini de...

Ünlüler, ünsüzler, üne değmezler, ünü hak edenler... Sınıfsız bir sınıflama. Hepsinin üzerine ışık düşmüş, saklanamayan her şey ortada... Daha doğrusu Cemal Süreya’dan saklanamayanlar.

Onları hiç kimse Cemal Süreya kadar iyi tanımadı.

İronisi keskindir, bıçağı derin yara açar, öldürücü değildir ama kan kayıplarına açık...

‘99-Yüz’de Cemal Süreya’nın yazdığı 126 portre, 26 söz senaryosu yer alıyor.

Üslubunda, ısırgan otu yaralayabilir, karanfil gönlünüzü okşayabilir.

Bazı portreleri okurken -sahi bunlar yalnız portre mi, çok daha fazlası ama kolaylık olsun diye bunu bir türe sıkıştırmışız- şöyle bir duyguya kapılırım.

Fotoğraf çekilmiştir, donmuş bir kareye rötuş yapar.

Eski bir yorumcu (müfessir) gibi bin anlamını bulur.

Portrelerle bir ülkenin tarihini okudunuz mu? ‘99-Yüz’ aynı zamanda tarihtir, tarihe kalanlarla, tarih kitaplarında üstü sönmüş yanardağın külüyle örtülenler.

O kişiler bir zaman bizi yönetirlerdi, bir zamanlar bedelsiz çıkılan zirvelerin hakimiydiler.

Onları Cemal Süreya’dan okuduğunuzda, ciddi tarihlerden, politik değerlendirmelerden daha iyi, daha içten bir ülkenin toplumsal panoramasını anlarsınız.

Kitaptan

DENİZ BAYKAL

...Reel politika ona görünmeden de varolma olanağını sağladı. ‘Sosyal davranış’ kürsüsü doçenti, ustası, daha doğrusu ağabeyi Turan Güneş gibi sadece bir ‘eda’ halinde kalmadı; belirsiz de olsa bir ‘tavır’ olarak boy göstermeyi bildi. Baştan sanıldığı gibi, Ecevit’in bir karikatürü olmadı. Karizması yok, bu yüzden bilinçli biçimde, sloganı da yok. Tavrı sanki partinin, hatta bütün politikanın olması gereken tavrı. Bağırmayı gerçekçi bulmaz. Ama küçük kardeşi Alyoşa (İsmail Cem) gibi aydınlık sayılabilen bir gülümsemesi de yoktur. Onun gibi miyop değil, geleceğe fazlaca uzaktan bakar...

ÇETİN ALTAN

Hayat, çoşku ve devinim: Budur Çetin Altan. Atın gökyüzüne çifte atması, ilkyaz ikindisinde gübre kokusunun hiç de kötü olmayışı; manken yürüyüşündeki evrensel, bir bakıma uzaysal tat; Názım’ın bir şiirindeki gibi, denizde öpüşmek...

Çetin Altan, ülkemizde bu denli sömürü olmasaydı, dünya olaylarını böylesine izlemeseydi, siyasete girmeseydi, eski edebiyatı bu kadar iyi bilmeseydi, yeteneğinin bunca ayırdına varmasaydı, daha çok Epikürcü yanıyla yaşayacak, bu anlamda, bir Rousseau gibi, ‘Mutluluk Sözleşmesi’ni yazacaktı.

İBRAHİM TATLISES

Daha çok zordaki erkeğe, mahpus görmüş kişiye seslenen Orhan Gencebay, hep kendi görüntüsünü gizli tutma eğiliminde olmuştur. ondaki belirsizlikte canavarsı bir yaratığın soluk alışını da duyumsarız. Kentleşmeyle ek yükler de alan bu acımasızlığın parçalı görünümlerine tanık oluruz. Ferdi Tayfur gözyaşıyla terledi ve o canavarı şeytansı bir konuma getirmenin yollarını aradı. Bununla sanki yan kültürü de temizlemiş oluyordu. Ferdi Tayfur’la arabeske hafif müzikten ayrıntı yansıları da geldi. İbrahim Tatlıses ise spor bağlamında olmayan bir koşu içinde belirdi. Aslında arabeskin bir örneği, uyması gereken biçimleri, göndermeleri yoktur. Tatlıses’te hiç yok. Kendi kendinin taklidi. Yine de Yılmaz Güney söylencesini içinde taşıyıp durduğu bir gerçek.

ERDAL İNÖNÜ

Çevresine belirsiz bir mizah da yaymakta. Uzun vadede, düzeltici, göz açıcı, yerine oturtucu bir mizahtır bu. Gülmece değil de, gülümsemece... Yarısı kendinden, yarısı hesaplanmış. Acemi görünüm, Erdal İnönü’de yalınlığın, iyi niyetin, çıkarsız çabanın sadece kabuğu ya da süsü değil, tanıtım ilanıdır da. Kravatının öyle hafifçe yana kayıvermiş olması, yalnızca kumaşının çok hafif olmasından mıdır acaba?

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Rauf MutluayBende Yaşayanlar YKY

Frances Stonor SaundersParayı Verdi Düdüğü Çaldı Doğan

Özge SamancıAnimasyonun Önlenemez Yükselişi İst Bilgi Ünv

Sevgi SoysalTutkulu Perçem İletişim

Demir ÖzlüÖteki Günler Gibi Bir Gün Dünya
Yazarın Tüm Yazıları