Bu ülkenin sevgi menkıbesi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Teröristten başka herkesin unuttuğu bir sınır karakolundan, eksi otuz derecede bir buz mevziinin içinden sevgilisine öpücük gönderen genç bir insan sizi etkilemez mi?

Soğuktan morarmış yüzünün üzerine, ateş gibi yanan o iki gözü, güzel bir şömine kadar sıcak o gülüşü nasıl monte edebildiğini merak etmez misiniz?

Bu aşk becerisine hayran olmaz mısınız?

* * *

Olursunuz...

İçinizde hâlâ sevgi kalmışsa, mutlaka hayran olur, buzlar içinde nöbet tutan o gence, en azından gıpta edersiniz.

Tıpkı benim hayran olduğum, gıpta ettiğim gibi...

* * *

Bu duyguları, geçen akşam TGRT'de yayınlanan ‘‘Mehmetçik’’ programını izlerken yaşadım.

Yer, Ziyaret Karakolu'ydu...

Doğu Beyazıt'ın İran sınırında bir yer.

Hava eksi 30 dereceydi.

Beyaz arazi elbisesi giymiş çocuklar, hudut nöbetindeydi.

Başlarındaki berelerin üzerine çektikleri kar gözlükleriyle hepsi, insana güven veren militer bir defilenin mankenleri gibiydiler.

Kendilerine ‘‘Hudut Kartalları’’ adını takmışlar.

Hep bir ağızdan haykırıyorlar:

‘‘Akbaba değil, karga değil, Hudut Kartalı'yız.’’

* * *

Ve programcı soruyor:

‘‘Buradan kimlere selam göndermek istersiniz?’’

Türk gencinin saygı ve sevgi hiyerarşisi, hemen duruma hâkim oluyor.

Önce saygı hiyerarşisi...

‘‘Anneme, babama’’ diye başlayan sıcak sözler.

Sonra kardeşler ve akrabalar...

Bazıları utangaç. Veya henüz sevgilileri yok ya da tek yanlı bir sevgiyi açıklama hakkını kendilerinde görmüyorlar.

Ama bazıları, ismini vererek, üstüne bastıra bastıra haykırıyorlar:

‘‘Şu an Bodrum'da olan sevgilime... Seni çok seviyorum Ayşen...’’

Ardından elini dudaklarına götürerek gönderilen bir öpücük.

Dünyanın en evrensel dili...

Hiçbir kültürün değiştiremediği ortak kelime.

El ve dudağın evrensel ortak yapımı.

Seni seviyorum.

Bir sınır karakolundan, nereden geleceği belli olmayan, adres sormayan bir kurşunun gölgesinde sıradan bir günü, Sevgililer Günü'ne bağlayan karanlık bir geceden.

Eksi 30 dereceden...

* * *

Ertesi gün Antalya yaz gibiydi.

İzmir, ilk papatyalara hazırlanıyordu.

İstanbul güneşliydi.

Türkiye, şimdiye kadar görülmemiş biçimde Sevgililer Günü'ne hazırlanıyordu.

Akmerkezler, Galleria'lar, Carousel'ler tıklım tıklımdı.

Çiçekçiler yığınaklarını yapmıştı.

Türkiye, aşkın ve sevginin lojistiğini hazırlamıştı.

Sevgi ekonomisi gelişiyordu.

Aşk sanayiinin büyüme hızı akıllara durgunluk veriyordu.

İşte o yüzden ‘‘bu ülkenin’’ aşk ve sevgi menkıbesini yazma zamanı gelmişti.

* * *

Bu ülke; yaşamayı, hayata asılmayı öğreniyor.

Bu ülke; doğusunda savaşı, deniz kenarlarında aşkı, sevgiyi sürdürmeyi biliyor.

Bu ülke; eksi 30 derecelerde, teröristten başka herkesin unuttuğu sınır boylarında Sevgililer Günü'nü unutmayacak kadar duygu becerisi ve kapasitesine sahip çocukları yetiştiriyor.

Bu ülke; korkaklıktan töre sığınaklarına kaçmış erkeklere direnen, öldürülmeyi, boynunu sıkmış bir eşarpla Fırat Nehri'ne atılmayı göze alarak sevgilisine kaçan genç kızlar yetiştiriyor.

* * *

Bir Sevgililer Günü daha geçti.

Çiçek satışları rekor kırdı.

Hududun öteki tarafındaki savaş heyhulası, sevgi gümrüklerine takılı kaldı.

Sevgili ilanları, dünyanın en güzel işgal kuvvetleri gibi küçük ilan sayfalarımıza yayıldı.

Bir cumhurbaşkanı çıkıp, ‘‘Birliğimizin durumu’’ konuşması yapsaydı şunları söyleyebilirdi:

‘‘Ülkemizin aşk ekonomisi iyi yoldadır. Duygusal büyümemiz, hedeflerini aşmıştır.’’

Geçmiş Sevgililer Gününüz kutlu olsun.













Yazarın Tüm Yazıları