Bizim Emmy’miz olamaz mı

Efendim yarın televizyon dizisinden sinemaya geçen X Files filmlerinin ikincisi vizyona giriyor.

Bu münasebetle biraz dizilerden söz etmekte fayda var.

Dizi ve film arasındaki 7 farkı söyleyin desem, cevap vermekte zorlanabilirsiniz.

Ama gelin görün ki aynı insan gücüyle ve tekniklerle ortaya çıkan bu iki ürün arasında uçurum varmış gibi algılanıyor.

"Şekerim ben pek dizi seyretmem" demeyi marifet görenler çoğunlukta. Dizi seyri ev hanımlarına özel bir boş vakit geçirme aracı olarak algılanıyor.

Sinema eleştirmenleri TV dizileri üzerine yazmayı pek prestijli bulmuyorlar.

Oysa televizyon dizileri sürekli gelişiyor, hatta evrim geçiriyor.

Amerika’da her yıl olay yaratan Emmy ödülleri, televizyon dizilerinin de ciddiye alınması gerektiğinin bir kanıtı.

Bizim Kelebek töreninde diziler de ödüllendiriliyor.

Ama sadece dizilere özel bir ödül sistemi yok.

Geçen yıl dizilere yönelik Kristal Ekran Dizi Film Festivali ve Yarışması düzenlenmek istenmiş ama organizasyondaki beceriksizlikler nedeniyle sonuç fiyasko olmuştu.

Bu ay itibarıyla ekranlarda dizi savaşları başladı.

Yerli Emmy’ler için yeniden adım atmanın tam zamanı.

Kenan Doğulu’nun davadan haberi yokmuş

"İki dostun arasını şeytan bozdu, Kenan Doğulu, Serdar Ortaç’ı şarkı sözü nedeniyle mahkemeye verdi" haberini okuyunca, kaleme sarılıp "Serdar, şarkı yaparken gerçekten de sağdan soldan kırpıyor mu acaba" diye yazdım.

Nasıl bir oyuna geldiğimi Kurtuluş Günü konseri için İzmir’e gelen Kenan Doğulu’yla konuştuğumda anladım; böyle bir dava açmamış, olaydan haberi bile yokmuş.

Kenan’ı tanımasam kızmayacağım kendime. Onun böyle basit işlerle uğraşmayacağını bilmem lazımdı. Serdar’ı tenzih etmek lazım, onun haberi bile olmayabilir. Onun albümüne gaz vermek isteyen birileri Kenan’ın üzerinden reklam yapmaya çalışıyor olabilir mi acaba?

Efes’in paraları nereye gidiyor

İzmir’e gelmişken Selçuk’taki Meryem Ana Evi’ni ve Efes’i de gezdim.

Günün en zor anı Meryem Ana’da, dilek panosundaki küçük dilek kağıtlarını okumamak için kendini tuttuğum anlardı.

Abartmıyorum, tüm günü o dilekleri ya da mum yakanların dudaklarını okumaya çalışarak geçirebilirim!

Neyse, asıl meselem arkeolog Yusuf Yavaş (konuyla alakası dolaylı ama Yusuf Bey sayesinde dünyanın mimarisi olan en eski yerleşim yerinin Urfa Göbeklitepe’de olduğunu öğrendik, şaka gibi ama burası için M.Ö. 12 binden söz ediliyor) eşliğinde gezdiğimiz Efes...

Burayı gezerken çağlar öncesine gittim ve caddelerde kentin kokusunu, kalabalığını hissederek yürüdüm.

Yapılar, tarih bu kadar görkemliyken, şehrin korunmasız ve bitap hali can yakıyor tabii.

Her gelen bir şey götürmüş.

İngiltere’deki British Müzesi’nin Efes’ten giden eserlerle dolu olduğunu kendi gözlerimle görmüştüm. Duyduğuma göre Avusturya’daki müzeler de farklı değilmiş.

Üstelik maalesef bu eserler izin kağıtları ve padişah tuğralarıyla götürülmüş yurtdışına. O tarihlerde ülkemizin zenginlikleri peşkeş çekiliyormuş demek ki...

Günümüze bakıyorum da, maalesef değişen bir şey olmamış!

Not: Efes’e giriş 20 YTL. Selçuk Belediyesi, payına düşen yüzde 5’le anfitiyatronun restorasyonunu ve mekanın temizlik işlerini yapıyor. Paranın geri kalanını alan Kültür ve Turizm bakanlığı ise personel masrafı dışında hiçbir şeye karışmıyormuş. Gerçekten merak ediyorum, birleştikten sonra daha da tuhaf bir hál alan Kültür ve Turizm Bakanlığı, buraya akın eden onca turistten gelen paraları nerede kullanıyor acaba?
Yazarın Tüm Yazıları