Bir ülke pazarlanabilir mi? Evet

EMİN Çölaşan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘Ben Türkiye’yi pazarlıyorum’ lafına takılmış.

‘Bu Türkiye’yi satmak anlamına gelir’ diyor.

Ben de bu yoruma itiraz ediyorum.

‘Türkiye’yi pazarlamak’ terimi teknik olarak doğrudur.

Bir başbakanın Türkiye’yi pazarlaması da görevidir.

Keşke bugüne kadar bütün başbakanlarımız bunu yapsaydı.

Keşke Cumhurbaşkanımız da Türkiye’yi pazarlasaydı.

* * *

Bakın Türkiye’nin en önemli ‘marketing’ yani pazarlama dergisinin adı ne?

‘Marketing Türkiye.’

Bu logoyu iki türlü de yorumlayabilirsiniz.

‘Pazarlama-Türkiye’ olarak da, ‘Türkiye’yi pazarlama’ olarak da.

Marketing kelimesi günümüzde sıradan bir pazarlama ifadesi olmaktan çıktı.

İçinde bir ürünün, bir ülkenin, bir siyasetçinin, bir sanatçının, bir tesisin, bir spor kulübünün kıymetli meta haline getirilmesi anlamını da taşıyor.

Artık insanların pazarlaması da yapılıyor.

Ve teknik olarak kimsenin aklına ‘Bir insanın satılması’ gelmiyor.

Mesela, Luxor’daki terör baskınından sonra Mısır’ın tarihi romanlarla yeniden tanıtılması, bir ülkenin pazarlanmasında en başarılı örneklerden biri olarak neredeyse ders kitaplarına girdi.

O yüzden diyorum ki, Başbakan’ın kullandığı ‘Ben Türkiye’yi pazarlıyorum’ sözleri, mesleki ve teknik açıdan doğrudur.

* * *

Peki siyasi açıdan doğru mudur?

En azından Emin Çölaşan’ın dünkü yazısı, bu ifadeyi kullanmanın siyasi açıdan sakıncalı, daha doğrusu istismara açık hale getirdiğini gösteriyor.

Bir siyasetçi de istismara elverişli ifadelerden kaçınmalıdır.

Burada bir psikolojik tahlil yapayım.

Kendine fazla güvenen insanlar, konuşurken böyle teknik riskleri göze alırlar.

Mesela rahmetli Özal...

‘Benim memurum işini bilir’
derken, kastettiği şey elbette rüşvet falan değildi.

Türk memurunun pragmatizmini anlatmak istiyordu.

Oysa Türk siyasi hayatının en fazla kullanılan muhalefet argümanlarından birini yarattı.

İstismarı bir kenara bırakarak, bu ifadenin gerçekte neye tekabül ettiğine bakalım.

Bugün büyük devlet adamlarının hemen hepsi ülkelerini pazarlamak için ellerinden geleni yapıyorlar.

İşte Alman Şansölyesi Schröder.

İngiltere Başbakanı Tony Blair.

Fransa Cumhurbaşkanı Chirac.

Her biri hem pazarlamacı, hem satıcı.

Ne yazık ki Türkçe’de ‘satmak’ ve ‘pazarlamak’ kelimelerine sadece kötü anlamlar yüklendiği için, bu tür yorumlar da yapılıyor..

Dolayısıyla bu tür yorumlar üzerinden siyaset yapılması da mümkün oluyor.

Bana göre artık böyle modern kavramlar üzerinden siyaset ve muhalefet yapmaktan vazgeçmeliyiz.

Tam aksine başbakanları, cumhurbaşkanlarını Türkiye’yi daha iyi pazarlamaya teşvik etmeliyiz.

* * *

Bundan iki yıl önce kadar, özel hastaneler hayatımıza girerken bir tartışmaya tanık olmuştum.

Özel hastanelerden hizmet almak için başvuran insana ne diyeceğiz?

Hasta mı, yoksa müşteri mi?

Doktorlar ve hastaların büyük bölümü ‘müşteri’ kelimesine şiddetle karşı çıkıyordu.

Bense ‘müşteri’ kelimesini tercih ediyorum.

Çünkü bir hizmete ‘müşteri’ olarak talip olduğum zaman çok daha fazla haklarım olduğuna inanıyorum.

Oraya verdiğim paranın karşılığına uygun kalite ve etkinlikte bir hizmet talep etme hakkım doğuyor.

O nedenle, doktorun himmetine kalmış bir ‘hasta’ statüsü yerine, haklarımı eşit şartlarda arayabileceğim ‘müşteri’ statüsünü tercih ediyorum.

Ama dediğim gibi bu da teknik bir ifadedir.

Dolayısıyla eleştiriye açıktır.

İnanıyorum ki, modern kapitalizmin ve ekonominin hayatımızdaki yeri büyüdükçe bu kavramlar da modern anlamlarına kavuşacak, istismara açık yorumlar da marjinalleşecektir.

* * *

Ya siyasetçiler?

Böyle bir gün gelinceye kadar onlar ne yapmalı?

Kendine güvenenler, eleştiri riskini göze alarak bu modern kavramları halka mal etmeye devam etmelidirler.

Çünkü modern siyaset, cesur yenilikler gerektirir.
Yazarın Tüm Yazıları