Ben kim miyim?

TAM da ben Hakkári-Şemdinli-Yüksekova hattında ‘ölümcül bir kimliğin peşine düşmüş’ debelenirken...

Yalçın Doğan’ın Hürriyet Pazar’da yayınlanan Amin Maalouf röportajına yedirilmiş kocaman bir ‘Siz kimsiniz?’ sorusuyla karşılaşmayayım mı?

Ayşe Arman’dan Zekeriya Beyaz’a, Doğan Hızlan’dan Okan Bayülgen’e herkesin kendi kimliğini tarif ettiği çok eğlenceli, epey öğretici ve dahi kışkırtıcı bir bölüm.

Hakkı Devrim üstadımız haklıdır:

‘Kambersiz düğün olmaz.’

O halde üstümüze vazife olmayan bir işe soyunalım ve bize sorulmamış ‘Siz kimsiniz?’ sorusuna yanıt vererek eğlenceye kıyısından köşesinden biz de bulaşalım.

***

İşte benim altüst olmuş zavallı kimliğim:

Türk’üm. Ama doğuştan kazandığım özelliklerimi bir övünç vesilesi haline getirmekten hazzetmediğim için buna çok fazla vurgu yapmam.

Müslüman’ım. Ama günahlarımı itiraf etmekten kaçınmam.

Tarikatçıyım. Tarikatımın adı: ‘Kafası karışıklar tarikatı’dır. Pirim Cemal Süreya’dır. Şeyhim ise Oğuz Atay.

Döneğin tekiyim. Ama dönekliğim menfaat icabı değildir, çabuk sıkılmamdandır. 40 yıl aynı şeyleri tekrarlayan adamların sabrına hayranımdır.

Özentili bir adamım. Buradayken ‘ora’ya, oradayken ‘bura’ya heves ederim.

Taşralıyım. Ama taşralılığımı alaycılıkla dengelemeye çalışırım.

Doğan Hızlan’ın aksine, hoşlanmasam da bazı ortamlarda sırf ‘incelik’ olsun diye uzun süre kalabilirim. Hatta ben çıktıktan sonra arkamdan konuşmasınlar diye topluluğu en son terk etme huyum bile vardır. Yani bu derece hastayım.

Topluluk içinde gösterilmekten nefret ederim. Ayrıca benim üzerimden espri yapılmasına ifrit olurum.

İtaatsizim. Ama iyilik bilirim.

Uyum sağlama konusunda üstüme yoktur: Belki de bu yüzden 5 yıl önce taşındığım Teşvikiye Hüsrev Gerede Caddesi’nde, ‘Hüsrev Gerede’nin torunu gibi’ dolaşırım.

Dadanmacıyım. Bir şeye dadandım mı uzun süre bırakmam.

En sevdiğim roman kahramanı: Yetenekli Bay Ripley’dir.

Gamzem yoktur.


Hariçten gazel


‘BEN Cumhuriyet’teyken’ filan diye başlayıp ‘İlhan Abi’, ‘Nadir Bey’, ‘Berin Hanım’ anıları anlatacak durumda değilim.

Çünkü Cumhuriyet’in kıyısından köşesinden geçmiş değilim.

Ancak...

1980’li yılların başında cebimde bir ‘kimlik’ gibi gezdirecek kadar takip ettim Cumhuriyet’i.

Düşünün:

Ali Sirmen hapisteyken ‘Samim Lütfi’ diye imzaladığı yazıları kaçırmazdım. ‘Dostum Mozart’ı, ‘Düşünüyorum o halde vurun’u su gibi okumuştum. Hasan Cemal’in ‘Ece Bar’a takıldığından bile haberim vardı.

‘Keşke bizim de Cumhuriyet gibi bir gazetemiz olsa’ dediğimiz günlerdi.

Yani...

Cumhuriyet benim gençlik dönemime damgasını vurmuştur.

Ama yine de her şeyi ‘içeride’ yaşamış gazeteciler ortadayken, benim Hasan Cemal’in ortalığı karıştıran ‘Cumhuriyet gazetesi anıları’ konusunda yazacaklarım bir parça ‘hariçten gazel okumak’ gibi olacaktır.

Bu yüzden söyleyeceklerimi kısacaca, üç maddede özetlemekle yetineceğim:

BİR: Hasan Cemal’in kitabı, ‘mütevazı bir anı kitabı’ olarak vitrinlerde yerini almaya aday bir kitap olacakken, galiba biraz fazla pompalanmanın sıkıntısını yaşıyor.

İKİ: Hasan Cemal’in alaturka bir tavır içine girmeyip, olup bitenleri olanca açıklığıyla anlatması takdire şayandır. Ancak keşke kişiler hakkında olumsuz tanımlamalarda bulunma yolunu seçmeseydi.

ÜÇ: Olumsuz tanımlamalar ve kitabın ölçüsüz propagandası... İkisi bir araya gelince mesela ‘İlhan Abi’ biraz ‘mağdur’ konuma mı düştü acaba? Ne dersiniz?
Yazarın Tüm Yazıları