Beklediğim o dize indi

UZUN zamandır bu dizeyi bekliyordum.

Bir vahiy gibi çıkıp gelmesini, daha ilk okuduğum an beynime saplanmasını.

Haberin Devamı

Daha ilk kelimede hafıza dediğim kara kutunun en mutena kuytusuna kendi kendini yazmasını.
Hafızamın, meydan okumaya azmettiren en kıymetli locasına, işte oraya yerleşsin diye bekliyordum.
O cümleyi;
“Şiirimiz mor külhanidir abiler” gibi geniz tadı bırakan;
“Kime baksam sensin” gibi biricik kılan;
“Öyle kadınlar sevdim ki” gibi efsaneleştiren;
“İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür” gibi uçuran;
“Ne de olsa adımız insanların hanesine yazılmıştır” gibi yücelten...
İşte öyle hafıza tutkalı bir dize gelsin diye bekliyordum.
Epeydir yıl, böyle bir cümle için istiarelere yatıp, sabahları mahsun, umutsuz kalkıyordum.
O cümle dün sabah geldi...
* * *
Önceki akşam Viyana’dan yorgun döndüm. Lodos daha havaalanında orama burama bulaştı.
İki büklüm, süklüm püklüm eve gittim.
Gazeteden kitapları göndermişler. Şöyle bir baktım, kenara attım...
Beni ancak bir sakinleştirici devirebilirdi, o bile şüpheliydi...
Sabah kalktım ki, yattığım yerdeyim.
Gece yatağıma aldığım kitaplardan birine baktım. Yine bir “Küçük İskender” kitabı.
“Bu Defa Çok Fena”
Kitabı ortasından bir yerden açtım...
Siz deyin kader, ben diyeyim alın yazısı... O cümle gelmişti.
Gelmemiş, inmişti...
* * *
“Gözleri gözlerime bir katarakt gibi indi...”
Al sana beklediğin cümle, fazlasıyla, ziyadesiyle o cümle.
“Oğlum sen aramıyormuşsun, basbayağı aranıyormuşsun” dedim...
Buldun işte, al başına belayı.
Ece Ayhan’ı özlemişsin değil mi;
Cemal Süreya’yı; başkaları saymasa da sen vefalı çık.
Attila İlhan’ı.
“Gözleri gözlerime katarakt gibi indi.”
Daha bu cümlenin parça tesirini bertaraf edemeden, tarakkalar başlıyor.
“Önce yüzüm tutuştu, ellerim sonra yanar, kalbim şimdi.”
Sonra hepimize geliyor; hepimizin hesaplaşmalarına;
“Nasıl bir zor denge birbirimizin sıratından geçişimiz
Benim bin katilim var - senin bin eşgalin: Eşit sayılırız”
* * *
Dur bitmedi, sabah bıraktığın dağınık yatakla da hesaplaşacaksın.
“Nasıl bir cinayettir ki bu
Kan gruplarımız farklı, parmak izlerimiz aynı çıktı”
Söyle arkadaş, “Apple’ın ısırılmış elmasının” sırrını çözdün mü şimdi?
Her ilişkinin bir olay yeri incelemesi var.
Cinayet mahallinde umumi ahlak örtüsünün altından bir ses geliyor:
“Katil benim diye bağırdı ceset”
Oysa katil Küçük İskender.
Geçmiş opus magnumlarını tek tek, teamüden katlediyor.
Arkadaş hakkın var mı, daha da iyisini yazmaya...
Kendi eserine vefasız, kendi cesedinin katili bir şair..
* * *
Hiç şüphesiz Küçük İskender’in şimdiye kadar yazdığı en güzel şiir kitabı.
Hiç şüphesiz, “Devlet ve Tabiat” kadar büyük bir başucu kitabı.
Ey içindeki ateş hiç sönmeyen arkadaşlar, buradan ilan ediyorum.
“Yeni Üvercinka’mızı” bulduk.
Artık hepiniz yeniden âşık olabilirsiniz...
Sevgili Ahmet Hakan, son sözüm sana kardeşim.
“Şiir öldü” diyorsun, sakın asıl ölen biz olmayalım.
Hani o ahlak örtüsünün altında kalıp da, “Orda kimse var mı” çağrısına seslenen ceset gibi...
Bak, şiir ölmemiş. Bizim terk ettiğimiz arka sokaklara, sokak çocuklarının mutenasız semtlerine, ıssız adam mahallelerine iltica etmiş.
E... Hayat böyle...
Kimi arka sokaklarına döner, kimi ise mutena semtlere...
Ama kulaklarımızı ne kadar kapatsak, ne kadar “Lalaallaaa” diye bağırıp o sesi duymamaya çalışsak; o Allah’ın belası ses yine geliyor:
“Ölecek miyim doktor hanım, tıp yetersiz mi kalıyor
Ameliyathane hazırsa elimde sağlam ve cesur cesetler var...”

Haberin Devamı

- Küçük İskender; “Bu Defa Çok Fena”, Sel Yayınları, 2011. (Naçizane tavsiyem. Hafta sonu işi gücü bırakın, bu kitabı okuyun. Vasatlaşan, iyice sıradanlaşan, grileştirilen, her saniyesi lodoslaştırılan bu ülkede, küçük bir kuytuya sığınmak, orada insan olduğunuzu hatırlamak istiyorsanız, yeniden yeniden, bir defa daha âşık olmak, umutlu olmak istiyorsanız... Okuyun. Ben dün sabahtan beri öyle yapıyorum. Yanına müzik isterseniz onu da söyleyeyim. Vivaldi: “Nulla in mundo pax”. Emma Kirkby söylüyor. Hadi iyi hafta sonları...

Yazarın Tüm Yazıları