Bayram değil seyran değil...


Hatta bugün arefe bile değil... Haftada birkaç gün köşe yazısı yazanlar için, böyle “iki arada bir derede” kalmış günler sıkıntılıdır. Ya siz gündemin kıyısına kadar gelmişsinizdir ya da gündem size dokunacak kadar yaklaşmıştır, hani uzatsanız ayaklarınız suya değecek gibi...
Bazen daha 48 saat vardır, siz yazana kadar konu eskir. Bazen niyet, başlar kâğıda dökülmeye, ama yarım kalır. Çünkü geçen süre, yeterince demlenmesine yetmemiştir. Sanki, günceli yazmak için, ya hep bir miktar erkendir, ya da hep geç kalmışsınızdır... Mecburen birkaç gün beklersiniz, “bayramdan sonra gelen kına...” derler, “gecikmeyeyim” diye birkaç satır karalarsınız, “erken öten horoz” olursunuz. Böyle günlerde imdada, Hamlet ve William Shakespeare yetişir: “Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin. Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta. Madem bırakıp gideceği hiçbir şeyin sahibi değildir insan. Erken bırakmış ne çıkar. Ne olacaksa olsun...”
Memleketin hali, her dem bayram yeri gibi zaten... “Arefenin arefesindeyiz, ne yazsam acaba, diye bir telâşa gerek yok” dedim kendi kendime. Anadolu’dan Ege’ye uzanan haberler, bize hergün bayram şekeri tadında manşetler sunuyor çünkü. Erzurum’da, yerleşim birimlerine kadar inen ayılar yüzünden evlerinin bahçelerine çıkmaya korkan vatandaşlar, “Devlet ayılarına sahip çıksın” demiş. “Ege turizmine artı değer yaratmak için dünyadaki tüm eşek türlerinin, Eşek Adası’nda toplanması girişimi”, “Dünya eşekleri bu adada buluşacak” -tel örgülerle hapsedilmiş mevcut eşekler ise özgürlük istiyor- gülücüğü ile kaleme alınmış. Hiç unutmuyorum, rahmetli Dalokay’ın önerdiği, belediyenin çiftlikler kurup inek yetiştirmesi ve “her kapıya 1 şişe süt” projesi için fizibilitenin ilk olumlu sonuçlarını da  gazeteler, “Ankara ineklerin yaşaması için çok uygun bir kenttir” diye duyurmuşlardı.
Bu “bir yaşıma daha girdim coğrafyası”nda, İstanbul daha mı farklı sanki? Cevap için, bayrama yaklaşırken, cami avlusunda alevlenen (bazı) Ramazan sohbetlerine kulak vermek yeter. Örneğin; naklen yayınlarda, Mickey Mouse karakteri için, “abuk subuk şeylerle gençlik zehirleniyor” fikrini kanırtan TRT spikeri, Walt Disney’in, o çizgilerin arkasına “hayal edebiliyorsan, yapabilirsin” heyecanını gizlediğini bilmiyordu kuşkusuz. Bir efsaneyi, “fare’den ibaret sanmak”, ancak, mahmurluğu yaşama biçimi yapma telkinleriyle örümcekleşen bir gaflet uykusunun rüyası olabilir.
İşte istiyorum ki, “devletin ayılara açık açık sahip çıktığı”, bırakın gazeteci-yazar, milletvekili, akademisyen ve diğerlerini, “eşeklerin bile özgürlüğe hasret kaldığı” güzel ülkemde, Başkentin yaşanabilir ikliminde, “70’lerden bu yana bir şeyler değişip değişmediğinin sorgulanamadığı” bir dönemde, İzmirli ve özellikle İzmirli yerel yönetimler, “hayal edebiliyorsan yapabilirsin” gibi bir ayrıcalığa talip olsun. Daha aykırı, daha yaratıcı ve daha cesaretli bir misyon üstlensin. Daha parlak arefeler, daha mutlu bayramlar, ancak böyle bir iradeyle olası görünüyor. Yoksa, nezaket ziyaretinde bile –inşallah ihale iptal olur deyip- “AVM gerginliği”nden medet umarak siyaset yaparak, ne hayal etmek, ne de iş bitirmek mümkündür. Oldu olacak, hale münasip manşeti de ben uydurayım bari: “İzmirli fareler, yarınlarımızın güvencesi oldu...” Nasıl?
Yazarın Tüm Yazıları