Bam teli Irak değil

BİZ askeri Bağdat'a göndermişiz veya göndermemişiz özle hiç ilgisi yok, Ortadoğu sorununun merkezi Irak'ta falan odaklaşmıyor. Zaten asla da odaklaşmadı.

Dün olduğu gibi bugün de, bugün olduğu gibi yarın da sorunun kalbi, can damarı, püf noktası, bam teli İsrail - Filistin anlaşmazlığında yatıyor. Yatacak da...

Saddam ertesinin gelişmeleri ise cim karnında nokta kalmaktan öteye gitmez.

* * *

GİTMEZ ve nitekim sebep - sonuç ilişkisini irdelediğimiz takdirde, tıpkı'Irak meselesi' gibi, 'İslami nihilizm'in uyguladığı tedhişçilik de dahil, Arap - Müslüman alemde yaşanan kaosun 'ruhi', hatta siyasi kökeni aynı anlaşmazlığa uzanıyor.

Daha doğrusu, ortak kavim kardeşleri arasındaki çelişkinin yarattığı travma, o alemin biraz olsun demokratikleşmesini, sivilleşmesini ve sekülerleşmesini önlüyor.

Dolayısıyla, İsrail - Filistin sorunu çözümlenmeden Ortadoğu'nun 'normalleşmesi' hiçbir şekilde mümkün değildir. Hayal kategorisine dahi giremez.

Ve, söz geçirebilecek tek devlet, yani ABD bunu anlamadı. Anlamak istemedi.

'W' rumuzlu George Bush yönetiminden bahsetmeye ise zaten değmez.

Peki, o takdirde nereye gidiliyor?

* * *

HAYIRLI yerlere gidilmiyor. Hafta sonu vukuatları ertesinde ise hiç gidilmiyor.

İşte Cumartesi, avukat bir kadın 'İslami nihilizm' 'mertebesine erişip' (!), Musevi ve Arapların ortak mekanında bedenini infilak ettirterek 19 insanı katletti.

Pazar sabahı, ani misilleme olarak, İsrail jetleri hem aynı örgütün, hem de 'İslami Cihad' militanlarının Suriye'de silahlı eğitim gördüğü kampı bombaladı.

Akşama kalmadı, Arafat'ın 'derdest' edileceği haberleri tekrar ön plana çıkınca, Filistin Otoritesi buna 'karşı tedbir' (!) olarak 'olağanüstü hal' ilan ederek 'savaş kabinesi' kurdu; Şam ve Arap Birliği saldırının tel'ini için BM'ye başvurdu; New York kurumu yeni bir ABD - Avrupa bilek güreşine sahne oldu.

Böylesine zincirleme gelişmeler uluslararası siyaset lugatinde 'tırmanış süreci' ve 'şiddet döngüsü' tanımlamalarıyla sıfatlandırılır.

Ve iş bu noktaya vardığı an, hem ok yaydan çıkmış olduğu için daha sonraki gidişat kestirilemez; hem de artık kesif sislerin arkasında kaybolan 'kim başlattı', 'kim haklıydı' sorularına cevap aramanın kıymet-i harbiyesi kalmaz.

* * *

BİN bir fırsat kaçırmalarına rağmen yine de ahlaki ve tarihi açıdan Filistinlilerin mağdur taraf olduğu ve kaldığı gerçeği bir yana, aslında, yukarıdaki 'tırmanış süreci'nin ve 'şiddet döngüsü'nün sorumluluğunu her iki hasım birlikte paylaşıyor.

Önce, Ariel Şaron hala anlayamadı ki, Yahudilerle Araplar arasında yeni bir 'utanç duvarı'nın çekilmesi ve Filistinlileri her gün daha çok aşağılayan askeri önlemlerin arttırılması, hiç bir şekilde ortalığı 'süt liman' kılmaz. Kılamayacaktır.

Zaten, bombalanan 'İslami Cihad' ve 'Hamas' kamplarının Suriye'de bulunması, örgüt kalplerinin ve militanlarının Filistinli olduğu vakıasını değiştirmiyor.

Buna karşılık, tedhişçiliğe şöyle veya böyle daima 'göz kırpan' ve otokratik ve despotik liderliğini koruyabilmek için de asla gerçekleşemeyecek hayalleri 'gıdıklayan' Yaser Arafat'la uzlaşmaya varılması yine mümkün gözükmüyor.

Ancak, Arafat'ın fiilen 'elimine edilmesi' de barışa ayrı bir engel oluşturuyor.

Dolayısıyla, korkarım, önümüzdeki gün, hafta ve aylarda İsrail - Filistin yangını daha çok alevlenecek ve Ortadoğu sorununun Bağdat'ta, Basra'da, Kerkük'te falan değil, Kudüs'te, Ramallah'ta, Gazze'de düğümlendiği gerçeği tekrardan anlaşılacak.
Yazarın Tüm Yazıları