Ayşe'nin gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Bir sanatçının başkaldırışı

Burnumun dibi olmasına rağmen, bilmem kaç senedir bir vapura atlayıp gidemediğim için oraya, adayı mesken tutanlara, kendilerini biraz da şehir hayatından koparanlara, dahası bunu bilinçli yapanlara, hep hayran olmuşumdur.

Demek istiyorum ki oradan yazılan şeyler de başka olur.

Yani sıkı durun ve lütfen sabırlı olun...

Çünkü uzuuuun bir mektup var.

Biraz da, nasıl söylesem, ‘‘damardan’’!

Klakson sesleri arasında yazılmamış, gri gökyüzüne fabrika bacaları arasından bakılmamış, postaneye giderken yüksek gerilim hatları aşılmamış olursa, böyle olur.

Yani iyi olur.

Okuyacağınız şeye sizi biraz hazırlayayım dedim.

Bu Ali Alışır denen adam da ne yazmış, ‘‘Amma da uzun, okunmaz bu!’’ diye kestirip atmayın istedim.

Gelin hadi bir de ona kulak verin.

***

‘‘Her şeyden önce, Büyükada'dan yazdığımı söylemek istiyorum. Burası inanın ki harika bir yer. Tek sorunum var, o da yazılarınızı okumak için 3 km yol yürümek zorunda kalmam! Benim yerimde başkası olsa burada gençleşeceğini falan söylerdi ama ben aksine yaşlandığımı ve daha duygusal birisi olmaya başladığımı hissediyorum...

Halen 20'li yaşlarda olmama rağmen!

Rahip filan olmaya niyetim yok.

Ama şehirde kendimi boş şeylerle avutmaya da niyetim yok.

İnsanlardan ayrı yaşamak mı sadece?

Belki size komik gelebilir ama burada ‘‘hayata boş bakmayı’’ öğreniyorum. Nasıl mı? İnanın bilmiyorum, bildiğim sadece yıllardır yaptığım ve belki de yapmayı becerebildiğim tek şeyin, yani resmin, bana bu konuda yardımcı olduğu. Daha ötesini açıklayamıyorum. Artık insanların benim için gösterdikleri tepkilere de aldırmıyorum.

Eğer onlar iyi, ben rahatsızsam, ‘‘ben artık iyileşmek istemiyorum’’.

Resim üzerine yazdığınız yazı bana içten geldi.

Kahramanlar ve olayın doğruluğu değil beni ilgilendiren, o yazıyı diğer yazılardan farklı bir hisle yazdığınızı düşünüyorum. Çünkü o yazıda bir karanlık hissettim, o karanlık benim karanlığımdı. O yazıda sessiz bir haykırış hissettim, o benim haykırışımdı. O yazıda bir doğallık hissettim, o benim doğallığımdı. O yazıda tualime bakıp ağladığım günleri hissettim. O yazıda kendimi hissettim...

*

Başkası olsa burada felsefe yapıp canınızı sıkmak istemediğini söylerdi herhalde ya da buraya saçma sapan bir espri sıkıştırıp yazıyı rahatlatabilirdi belki de...

Ama ben bunu yapmayacağım işte, daha da ileri gideceğim. Bütün kuralları yıkacağım. Ne varsa! Kim koyduysa! Sonra kırılan parçaları bambaşka şekillere sokacağım, sonra tekrar parçalayacağım. Taa ki mükemmeli bulana kadar, taa ki kendime karşı dürüst olduğumu görene kadar. Belki dürüstlüğü de yıkacağım, ama ortaya ondan daha dürüst bir şey çıkaracağım. İşte bu sondur, budur, demeyene kadar boşlukta dolaşacağım. Boşluğu bulduğum zaman duracağım ve karşısına geçip, kendimi de parçalara böleceğim, taa ki kendimi tekrar o boşlukta kusursuz bir şekilde bulana kadar...

*

Zaten sistemin ortaya koyduğu gerek sanatsal, gerek kültürel şablonların içten yıkılması için gösterilen her çaba, hep bu çatışmayı ortaya koymuyor mu?

Deli-akıllı, ahlaklı-ahlaksız, iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, amatör-profesyonel, saçma-mantıklı vs... eee yani ne? Bunlar kime neye göre iyidir ya da kötüdür? Hangi akıllılar toplumu yönetir, hangi deliler tımarhanededir? Hangi masumlar dışarıda, hangi suçlular hapishanededir? Sanatı kimler yapabilir, kimler yapamaz?’’

***

Ali Alışır'ın mektubunu burada kesiyorum...

Yeteri kadar ‘‘kulak verdiğinizi’’ düşünüyorum!

Bence şu, deli-akıllı, ahlaklı-ahlaksız, doğru-yanlış, saçma-mantıklı gibi yargılarla olan kısım var ya, ve ardından gelen şu soru, ‘‘kime, neye göre?’’ bu soruyu herkes kendine sormalı.

Hemen teslim oluyorum, tabii ki, haklısınız bir adada sormakla, kentin ortasında yaşarken sormak arasında fark var. Kentin ortasında abuk sabuk şeylerle hayat geçtiği, sürekli pazartesileri geldiği, zaman çok da anlamlı şeyler yapmadan hızla ilerlediği için, bu tür soruları kendimize sormaya vakit bile bulamıyoruz.

Ne yapıyoruz?

Ya ‘‘Fazla sorgulama, iyi değil, yorma kendini, sen mi değiştireceksin her şeyi?’’ diye geçiştiriyor, bunlar üzerine kafa yormaktan vazgeçiyoruz ya da doğru olduğu belgelenen, elbetteki çoğunluk tarafından ‘‘hazır yargı’’ olarak önümüze sunulan şeyleri kabulleniyoruz.

Gelin isyan edelim...

Sevgiler, saygılar...






 








Yazarın Tüm Yazıları