Arabi şeker

ARAP - İslam medyasındaki Türkiye yorumları ülkemiz basınına pek az yansımıyor. Eğer meraklıysanız ve de eğer İbn Haldun lisanına vakıf olmamanıza rağmen bir Batı dilini biliyorsanız, o medyadan tercümeler yayınlayan dergi ve sitelere bakacaksınız.

Yukarıdaki ‘umursamazlık’ belki, kolektif hafızamıza kısmi bir ırkçılıkla birlikte yerleşmiş olan ‘ne Şam’ın şekeri, ne Arabın yalellisi’ önyargısından kaynaklanıyordur.

İslam alemine ilişkin olarak da yine belki, bilinçaltının ‘aidiyet reddi’ arazı mevcuttur.

Háttá çok muhtemelen, bunların her ikisi birden devreye giriyordur.

Oysa, başta 3 Ekim zaferimiz, yukarıdaki medya şu an Türkiye’yle dolup taşıyor.

Aşağıda açıklayacağım nedenden ötürü de bunu gayet iyi değerlendirmemiz gerekiyor.

Ama önce, ikisi arasındaki ilişkiyi vurgulamak için Avrupa basınından başlayacağım.

* * *

ÖZETİNİ aktarıyorum, ünlü Fransız kalem Alain Franchon hafta sonu ‘Le Monde’de yayınladığı ve Türkiye’ye ilişkin olarak AB Komisyonu eski Dış İlişkiler Sorumlusu ve İngiliz siyaset adamı Chris Patten’le hafiften polemiğe girdiği makalede şu temayı işledi:

Patten, Ankara üyeliğini canla başla savunurken bunun Arap-İslam dünyasını da etkileyeceğini ve hem ‘medeniyetler çatışması’nı engelleyeceğini, hem de Ortadoğu’daki barışa hizmet edeceğini söylüyor.

Fakat Araplar, eski sömürgeci güç addettikleri için Türkleri pek sevmez.

Üstelik de, Türkiye’nin İsrail’le zaten yakın ilişkileri bulunması bir yana, laik Kemalist model Müslüman alemin çoğunluğu tarafından hoş karşılanmaz.

Dolayısıyla, kabul, Ankara’nın AB üyeliği desteklenir ama, sakın bunun Arap-İslam dünyasını da kazanmak olacağı türünden bir argüman getirilmesin’.

* * *

GERÇEKTEN de ilk bakışta, Franchon’un yorumu doğruluk payı içeriyor.

Eh malûm, 1. Harb’deki Lawrence yönetimli Hicaz isyanları; veya bizim ‘ne şekeri’ diye kolektif hafızaya yerleştirdiğimiz o Şam’daki ilk ‘yalelli’li milliyetçilerin İttihatçılar tarafından asılması, Türklerle Araplar arasındaki husumet; en azından ‘mesafe’ karşılıklıdır.

Üstelik de, geçmişte Nasır, Burgiba, Sukarno, hatta Cinnah gibi liderleri cezbetmiş olsa bile, Cumhuriyetçi laiklik modelimizin İslam aleminde ‘maya tutturamadığı’ doğrudur.

Ancaak!

* * *

ANCAĞI şu ki, madalyonun diğer bir yüzü var ve de bugün, işte o yön ağır basıyor.

Başka bir deyişle, velev ki o sıra ‘halifeye hürmeten’ gerçekleşmiş olsun, Kurtuluş Savaşı sırasında Hint’ten Fas’a, hemen tüm ‘ümmet-i Muhammedi’nin İngiltere ve Fransa’yı zorlayacak ölçüde bize verdiği destek; en azından gösterdiği ‘hassasiyet’ yine öne çıkıyor.

Bu da, Arap-İslam medyasının başta sözünü ettiğim şu Türkiye yorumuna yansıyor: ‘Ankara’nın AB üyeliği bizler için de bir mihenk taşı oluşturacaktır.

Müzakerelere başlamakla, Avrupa biz Arap-Müslüman alemine de işaret
verdi.

Şimdi bekleyeceğiz ve Batı’nın samimiyetini Türkiye aynasında sınayacağız.

Ve şunu da kabullenmemiz gerekiyor ki, eğer tüm İslam başkentleri içinde yalnız Ankara buraya varabildiyse; üstelik, bizler gibi petrol mirasyedisi olmadan sıçradıysa, demek, AKP dahil demokrat ve laik bir
‘Türk modeli’ni örnek almamız gerekiyor.

* * *

AZ şey mi? Devasa bir İslam aleminin Türkiye’yi ‘mihenk taşı’ addetmesi, Batı’ya yönelik manevra marjımız açısından hayati bir siyasi - diplomatik koz oluşturmuyor mu?

‘Uygarlıklar çatışması’nı kıracak çekici ülkemizin tutması dev fırsat sunmuyor mu?

Yemeyi ve dinlemeyi bilirsek, Şam’ın şekeri álá ve Arabın yalellisi ahenkli değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları