‘Kızım’ olmadan asla...

‘Kore Savaşı’nda ailesini kaybeden küçük bir kızla onu himayesi altına alan Türk askeri ‘Süleyman Astsubay’ın gerçek hikâyesini anlatan ‘Ayla’, seyircinin gözyaşlarını teslim alan yanıyla yeni bir ‘Babam ve Oğlum’ hissi veriyor. Film, aynı zamanda Türkiye’nin ‘En İyi Yabancı Film’ kategorisindeki Oscar adayı...

Haberin Devamı

Kimi filmlerin bize hatırlattığı bir gerçek vardır: Hayat, bazen fena halde kurgunun önüne geçer... Geçen yıl Oscar’a aday olan ‘Lion’ böylesi bir yapımdı ve Garth Davis imzalı çalışma, yanlışlıkla bindiği trenle evinden uzaklaşarak bambaşka bir hayatın parçasına dönen ve yıllar yıllar sonra, yuvasını, geride bıraktığı ailesini ‘Google Earth’ üzerinden arayarak bulan Hintli bir çocuğun gerçek öyküsünü anlatıyordu. ‘En İyi Yabancı Film’ dalında bu yıl Türkiye’yi temsil edecek olan ‘Ayla’ da benzer bir arama ve hatıralardaki eksikleri tamamlama çabasına sahip.

‘Kızım’ olmadan asla...

AYLA

Yönetmen: Can Ulkay

Oyuncular: İsmail Hacıoğlu, Ali Atay, Kim Seol, Çetin Tekindor, Meral Çetinkaya, Taner Birsel, Damla Sönmez, Murat Yıldırım, Altan Erkekli, Mehmet Esen, Büşra Develi, Cade Carradine, Eric Roberts / Türkiye yapımı

Haberin Devamı

Yönetmenliği Can Ulkay’ın üstlendiği yapım, 1950’de Türkiye’nin asker gönderdiği Kore Savaşı’ndan dramatik bir öyküyü perdeye taşıyor. Malum, vakti zamanında Batı blokuna dahil olma çabalarının somut adımı olarak dönemin hükümeti Kore’ye asker göndermiş ve yaklaşık 5000 kişilik Türk tugayı, savaşın Kunuri cephesinde boy göstermişti. 721 askerin şehit düştüğü bu savaşın ilginç hatıralarından biri de küçük bir Koreli kızın, bir Türk astsubay himayesindeki hikâyesiydi. ‘Ayla’, işte bu öykünün sinemadaki yansıması.

‘Kızım’ olmadan asla...

‘ELİ YÜZÜ DÜZGÜN’ SINIFINDA

Konuyu kısaca özetlemek gerekirse İskenderun’dan hareket eden birlikte yer alan Süleyman Astsubay, Kore’deki savaş alanında ailesini kaybetmiş küçük bir kız bulur. Astsubay, yaşadığı travmayla konuşamayan minik kıza kol kanat gerer ve Ayla adını verir. Çok geçmeden ikili adeta baba-kız olur. Birliğin Türkiye’ye geri dönme zamanı geldiğinde Süleyman Astsubay, kızından bir türlü ayrılamaz. Yanında götürmeye çalışır ama Kore kanunları buna izin vermez. Ayrılık kapıyı çalmıştır. İkili, tekrar bir araya gelme üzere birbirlerine söz verir ama...

Haberin Devamı

‘Kızım’ olmadan asla...

Süleyman Astsubay’ın yaşlılığını Çetin Tekindor canlandırıyor.

‘Ayla’, popüler sinema adına ‘Eli yüzü düzgün’ ifadesini hak eden bir çalışma olmuş. Filmin teknik işçiliği sağlam, dönem atmosferi iyi, görüntü yönetmenliği birinci sınıf, kadro da fena değil ama tavrı seyirciyi ağlatmak üzerine inşa edilmiş gibi duruyor. Genel görünüş yeni bir ‘Babam ve Oğlum’ çabasına soyunulmuş sanki. Lakin Çağan Irmak’ın filmindekine benzer bir arka plan ve bakış açısı ‘Ayla’da pek yok. Örneğin “Niye oraya asker yolladık?” daha radikal bir tavırla deşilebilirdi ama bu mesele filme pek sızmamış. Murat Yıldırım’ın canlandırdığı ‘Komünist’ eğilimli ‘Üsteğmen Mesut’ karakteri üzerinden hafif politik soslar katılmış, bir de kadınların ‘sezgisel’ yanlarıyla savaşa karşı duruşları var; o kadar. Daha çok ‘milliyetçi’ yaklaşımların ön planda olduğu yapımın zaten asıl derdi Ayla ve Süleyman Astsubay arasındaki baba-kız ilişkisi olduğu için bu tür dertler perdeye yansımamış. Filmin uzatılmış sahneleri ise Astsubay Süleyman’ın, Ayla’nın akrabalarıyla buluşmak amacıyla gittiği köyde Kuzey Korelilerce tuzağa düşürülmesi ve Japonya seyahati.  

Haberin Devamı

Oyunculuklara gelince: Süleyman Dilbirliği’nde İsmail Hacıoğlu, Üsteğmen Mesut’ta Murat Yıldırım, Binbaşı Fuat’ta Taner Birsel, Nuran’da Damla Sönmez gayet iyiler. Ayla’da minik oyuncu Kim Seol ve Astsubay Ali’de Ali Atay ise kadronun en ışıltılı performanslarını sunuyor. Çetin Tekindor, Süleyman Dilbirliği’nin yaşlılığında kısa sürede enfes bir kompozisyon sunuyor ve filmi, adeta ‘Babam ve Oğlum’un sularına daha somut taşıyor.  Öyle ki insan “Açaydım kollarımı, gitme diyeydim” demesini bekliyor.

Sonuç? Daha çok duygulara seslenen ‘Ayla’, sinematografik yanından ziyade, seyircinin gözyaşlarını teslim alan atmosferiyle dikkat çekiyor. Bu özelliğiyle de gişede iş yapar türünden bir beklenti oluşturuyor. Peki ‘Oscar’ yarışında ‘İlk beş’e kalır mı, orası zor görünüyor...      

Haberin Devamı

Not: Bilindiği üzere filmin yapımcısıyla senaristi arasında bir problem var. Lakin böylesi bir problem, jenerikte ‘Senaryo: Yiğit Güralp’ şeklinde bir ifadenin yer almamasına gerekçe olamaz. Senaristi, sadece kuyruk jeneriğinin bir kenarına iliştirmek, her şeyden önce emeğe saygısızlık...

‘Kızım’ olmadan asla...

İşe Yarar Bİr Şey

Yönetmen: Pelin Esmer

Oyuncular: Başak Köklükaya, Öykü Karayel, Yiğit Özşener, Ayşenil Şamlıoğlu, Berfu Öngören

Türkiye yapımı

BU TREN, NEREYE NEREYE GİDER?

Farklı kültürlerin, farklı sınıfların, farklı yaşların temsilcisi iki kadın... Ve onların bir tren yolculuğunda başlayan ve bambaşka yönlere evrilen serüvenleri... Pelin Esmer imzalı ‘İşe Yarar Bir Şey’, avukat-şair Leyla’yla hemşire Canan’ın, ‘Veda sonatı’na soyunan bir adama karşı bir nevi son görevlerini yerine getirmelerinin öyküsü olarak da özetlenebilir. Senaryosuna Barış Bıçakçı’nın da katkıda bulunduğu yapım, iki ayrı bölümden oluşuyor sanki. İlk yarı trende geçiyor ve bu bölümde Esmer, son derece başarılı bir atmosfer kuruyor. Ama iş raylardan zemine kayınca (İzmir bölümü) etki hafiften dağılıyor gibi...

Haberin Devamı

Öte yandan ‘İşe Yarar Bir Şey’in en önemli yararı, uzun bir süredir sinemadan uzakta kalan Başak Köklükaya’yı (Leyla’yı canlandırıyor) yeniden karşımıza çıkarması olmuş. Özlemişiz... (Performansıyla Adana Film Festivali’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü kazandı.) Öykü Karayel de (Canan’a hayat veriyor), Zeki Demirkubuz’un ‘Bulantı’sında küçük bir rolle adım attığı ‘Uzun metraj’ âlemindeki üçüncü (ikincisi ‘Toz’du) hamlesinde gayet iyi. Ben filmde en çok trenin pencereleri üzerinden elde edilen yansımaları, üst üste bindirilen görüntüleri, dışarıdaki hayatları içeriye taşıyan kadrajları, yani Gökhan Tiryaki’nin (ki Adana’da ‘En İyi Görüntü’yü kazandı) usta işi çerçevelerini beğendim. Sonuç? ‘İşe Yarar Bir Şey’, sezonun üzerinde konuşulmaya değer yapımlarından, kaçırmayın...

‘Kızım’ olmadan asla...

‘Çekiçli ilah’ bir kez daha huzurlarımızda...

Marvel imalatı kahramanlardan ‘Thor’, üçüncü kez salonlara uğruyor. Uzayın derinliklerindeki uygarlıklardan Asgard’ın yaşlı kralı Odin’in oğlunun yeni macerası, ‘Thor: Ragnarok’ ismini taşıyor. Yeni Zelandalı yönetmen Taika Waititi’nin imzasını taşıyan yapımda öykü, Asgard’ın sonunu hazırlayacak olan kehanetin, Ragnarok’un start almasına odaklanıyor. Bu kehaneti tetikleyen şeyse, Thor’un ve ağabeyi Loki’nin varlığından haberdar olmadıkları ablaları Hela’nın ortaya çıkışı oluyor.

Thor’un sinemadaki ilk adımı, kamera arkasındaki isimden (Kenneth Branagh) belki, fazlasıyla Shakespeare’yen öğelerle doluydu. Bu durum kötülüğün simgesi Loki’nin iktidar tutkusu ve tahtı ele geçirmek için kardeşine karşı verdiği mücadelede kıyıya vururken filmin meselelerinden biri de üstün yeteneklere sahip bir uzaylının Dünyalı bir astro-fizikçiye gönlünü kaptırmasıydı. Alan Taylor’ın yönettiği ikinci hamle olan ‘Karanlık Dünya’ ise ilkine göre daha esprili ve görsel açıdan etkileyiciydi. ‘Ragnarok’a gelince: Bu kez filme ‘Her yer espri, her yer komiklik’ türünden bir mantık hâkim olmuş. Daha ilk sahneden itibaren Thor, sözde kendisini, ‘Süper kahramanlık’ kavramını ti’ye alıyor ve bu tavır, bütün film boyunca sürüyor. Tabii ki böylesi bir yaklaşımda bir problem yok ama sanki genel bir parantez dahilinde istenilen hedef tam olarak gerçekleşememiş gibi. Espriler arka arkaya geliyor ama bir bütünlükten ziyade, “Her yere bir şeyler serpiştirelim” mantığının ifadesi gibi duruyor.

‘KÖTÜ ABLA’ CATE BLANCHETT

Öte yandan artık ‘Marvel dünyası’nın çok kahramanlı evreni de hafiften sıkmaya başladı. Bir filmi belli bir ana karakter sürüklerken araya giren başka ‘Süper’ler (ki ben onlar için futboldan mülhem, ‘Kiralık oynuyorlar’ tabirini uygun görüyorum!) bir noktadan sonra hoş bir güzellikten gereksiz gevezeliklere dönüşüyor (bu arada ‘Thor: Ragnarok’un ‘ara nağme’leri ‘Doctor Strange’ ve ‘Hulk’).

Hollywood’un Kıvanç Tatlıtuğ’u Chris Hemsworth’u bir kez daha Thor’da karşımıza getiren film, serinin önceki adımlarındaki kadroyu (Loki’de Tom Hiddleston, Heimdall’da Idris Elba, Odin’de Anthony Hopkins) korurken yeni karakterlerden Hela’da Cate Blanchett’ı (üstelik sanki bilgisayarda fazla gençleştirilmiş versiyonuyla) izliyoruz (Savaşçı kıyafeti de ‘Malefiz’i andırıyor). Jeff Goldblum şov dünyasının ‘Grandmaster’ı, Tessa Thompson da Amazongillerin uzaydaki uzantısı ‘Valkyrie’de karşımıza geliyor. Ve tabii ki Hulk’ta Mark Ruffalo, Doctor Strange’de de Benedict Cumberbatch...

‘Thor: Ragnarok’ görsel, işitsel ve öyküsel anlamda bir karmaşanın ifadesi. Marvel’in iç içe geçmiş kahramanlarının da bir anlamda kısa bir resmi geçidi. Filmdeki bazı espriler iyi ama ‘büyük resme’ baktığınızda ‘Thor: Ragnarok’ vasat bir hamle... Bir de hafif zorlarsak gezegensizlik üzerinden ‘Mülteci sorunu’na gönderme yapıldığını ve filmin politik bir mesaja sahip olduğunu düşünebiliriz...

DİĞER SEÇENEK

Bu hafta vizyona giren dördüncü film, bir yerli yapım: ‘Yol Arkadaşım’. Bedran Güzel’in imzasını taşıyan çalışmada başrolleri İbrahim Büyükak, Oğuzhan Koç, Emre Kınay, Eda Ece ve Aslı Bekiroğlu paylaşıyor.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları