Altın Portakal’dan şikayetçiler

İlk iki gün sonunda 49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden halkımız biraz şikayetçi.

Haberin Devamı

Niye mi?
Etrafta çok fazla ‘ünlü’ yok diye.
Bence Antalya’nın buna alışması gerekiyor.
Festival, daha önce hiçbir yerde gösterilmemiş filmleri yarıştırma kararı alarak şehre ‘ünlü oyuncu’ akınının önünü kesmiş oldu aslında.
Genç sinemacıların yolu açılmış oldu.
Bu yıl yarışan filmlerden sekizi, yönetmenlerinin ilk filmleri.
Çoğunun oyuncuları da öyle çok meşhur değiller.
Bu durumu eleştirdiğimi sanmayın. Aksine bu yerinde kararın Antalya’yı diğer festivallerden ayırdığını ve ayrıcalıklı kıldığını düşünüyorum.
Türkiye genç bir ülke ve genç kuşak sinemacılar yeni filmlerle bayrağı devralıyor.
Yeni filmi, ilk filmi ilk kez izleme keyfi, ünlü oyuncuların rol aldığı, gösterimden çıkmış, eskimiş filmleri görmekten çok daha fazla.
Antalya halkına tavsiyem, bu güzel festivalden ve filmlerinden keyif almaları.
Görmek istedikleri ünlüler açılış ve kapanışta, hadi o da olmadı Antalya Televizyon Ödülleri’nde zaten orada olacaklardır.

Haberin Devamı

Ensesti anlatan filme tepki niye?

49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ilk gününde ‘ahlaksız’ film krizi yaşandı.
İzleyiciler, ensesti konu alan Çağatay Tosun imzalı “Derin Düşün-ce” filminin ekibinin adeta üstüne yürüdü, “Rezalet!” haykırışları yükseldi kalabalıktan.
Filmler hayatın perdedeki yansımaları olduğuna ve hayatta da maalesef ki ensest de olduğuna göre bu filme böyle tepki verilmez.
Film kötüyse tepkiyi anlarım ama konusuna tepki vermek niye!
Bundan iki yıl önce yine ensest konulu bir film; “Atlıkarınca” Antalya’da yarışmış ve halktan böyle tepki almamıştı...

Güzel ve akıllı kadınların yaşı yok

Bir yanda Türkan Şoray, Türk sinemasının sultanı, her zaman zarif, utangaç, hanımefendi, aşık olunası.
Diğer yanda Hülya Avşar, kıvrak zekası ortada, girişken, ayrıca giderek gençleşip, güzelleşiyor.
Altın Portakal açılışında parmakla gösterildiler.
Kadınlarda karizmadan söz edeceksek Türkan Şoray ve Hülya Avşar canlı örnekleriydi.

İstanbul Eminönü değil

Türkiye’de çekildi diye böbürlendiğimiz, zevkten dört köşe olduğumuz filmlerle ilgili umutlarım giderek azalıyor.
Liam Neeson’ı Eminönü sokaklarında koşturan film olarak hayatımıza giren “Takip: İstanbul” (Taken 2) nihayet sinemalarımıza geldi.
Yapımcılığını Luc Besson’ın üstlendiği film, karısı, peşindeki adamlar tarafından kaçırılan eski CIA ajanının ailesini kurtarma hikayesini konu alıyor.
Film koca Liam Neeson’ın kariyerinin en vasat filmlerinden biri olduğu gibi, hepsi İstanbul’da geçtiği halde aslında sadece bir Eminönü filmi olmuş.
Eminönü’nün aynı dar sokakları, aynı çarşaflı kadınları ve aynı çatıları...
Baba-kızın yaptığı vapur sefasında bahsediliyor İstanbul’dan.
“Avrupa ve Asya’yı birleştiren şehir” diye.
Övgüler gösteriyor ki senaryo kötü niyetli değil aslında, şehre de bir şey katmaya çalıştıkları aşikar.
Ama keşke film daha iyi olsaymış ve Eminönü dışına da çıkabilseymiş.
Yeni Bond filmi “Skyfall” da yakın yerlerde çekildi.
Yakında vizyona girecek.
Korkuyorum, bir başka Eminönü İstanbul’u ile karşılaşmayalım!

Yazarın Tüm Yazıları