AKP ile neler değişti

VAY be...

Demek AKP’nin kuruluşunun üzerinden üç koca yıl geçmiş, partinin dördüncü kuruluş yıldönümü kutlanıyormuş.

Oysa ‘Ampul’ amblemiyle şaşırmamız daha dün gibi gelmiyor mu bize?

Neyse...

Sezai Karakoç gibi yaparak ‘Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna’ diyelim ve ‘AKP ile neler değişti’ sorusuna yanıt olsun diye hazırladığımız listeyi sunalım:

‘Beraber yürüdük biz bu yollarda / Beraber ıslandık yağan yağmurda’ adlı şarkı, ‘ikinci milli marş’ muamelesi görmeye başladı. Adnan Şenses ile Muazzez Abacı, üç yılın en iltifata mazhar isimleri olmayı başardı.

‘Dengir Mir Mehmet Fırat’ gibi ezberlenmesi hayli zor bir isim bile artık tolere ediliyor. Bu ismi bir kerede doğru bir şekilde söyleyebilenlerin sayısında hayli artış var...

‘Özal’ın prensleri’ni tartıştık. ‘Çiller’in A takımı’nı gördük. Demirel’in o belalı ‘aile fotoğrafı’na takıldık. Bunların hepsi şimdi feci demode... Ve artık gündemde ‘Erdoğan’ın danışmanları’ olgusu var...

Hiçbir dönemde Ankara, İstanbul’la bu kadar aldatılmadı. AKP, Yahya Kemal üstada bin selam göndererek, Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü sevdi. Bu aşk üç yıl boyunca hararetini korudu.

Kasımpaşa, Rize ve Siirt’in gönlünün aynı oranda hoş tutulması ilk kez AKP ile mümkün olabildi. Üç yöre de aynı başarı karşısında aynı oranda gurur duydu. Bu arada imam-hatipler de karmaşık duygu fırtınalarının ortasında kaldılar: Bir yandan ‘Bizden başbakan çıkar’ diye gurur duydular, bir yandan da hırpalanmaları AKP döneminde de devam ettiği için acı çektiler.

‘Ampul’ gibi matrak göndermelere müsait bir ambleme karşın, ‘Senin yürüyüşüne kurban’ tarzı alaturka seslenişlerin egemenliği üç yıl boyunca sürdü. Biz sözde ‘aydınlar’ da, ‘Bu nasıl oluyor’ diye hálá tartışmaktayız.

Türk siyaseti ‘gömlek çıkarmak’ diye bir tabirle ilk kez tanıştı. Ancak ilginç bir gelişme yaşandı: Hem ‘çıkarılan gömleğin sahipleri’, hem de ‘gömleğin çıkması nedeniyle memnun olan kesimler’, bu işten hiç mi hiç memnun olmadılar.

Üç yılın ardından ‘Siyasette başarının kriterleri’nin yeniden yazılması farz oldu. Çünkü üç yıl boyunca ‘şans’ adlı bir kriter o kadar çok konuşulur oldu ki, bigane kalmak neredeyse imkansız hale geldi. Şimdi yeni bir lider kafayı çıkardığında ‘Birikimi var mı? Vizyon sahibi mi?’ gibi soruların yanı sıra ‘Acaba şanslı biri mi?’ diye de soruluyor.

Abdullah Gül isimli ‘ikinci adam’ sayesinde şunu gördük: Türk siyasetinde hiçbir ikinci adamın yeri bu kadar sağlam olmadı.

Senede üç beş günü Ekinlik Adası’nda geçirmek, fakir sofralarında iftar yapmak, arabanın arkasında çocuklara dağıtmak üzere bisküvi ve çikolata taşımak, Rize dağlarındaki evde tatil yapmak... Bunların hepsi artık medyanın ‘rutin’ haberleri arasında yerini sağlamlaştırdı.

Şiir okunarak girilen cezaevinin yol açtığı siyasi ikbal, yine şiir okunarak sürdürülüyor. Şiir yoluyla kurulan iletişim, şiir aracılığıyla verilen siyasi mesaj ve şiirin yol açtığı yumuşak geçişler. Yani üç yıl boyunca Doğan Hızlan’ın da dediği gibi ‘şiir iktidarda’ oldu.

Türk siyasetinde hiçbir dönemde hiçbir parti, ‘lider’in baskın karakteri nedeniyle bu kadar geri planda kalmadı. Bu üç yıl boyunca lider partinin o kadar önünde oldu ki, partinin ‘ileri gelenleri’ diye adlandırılacak bir ekip öne çıkamadı...

Biraz Menderes, biraz Erbakan, biraz Özal... Karıştırın... Üzerine biraz ‘İkinci cumhuriyet’ tezi ekleyin... Biraz bekleyin... Karizma ve halkla kurulan büyülü ilişkiyi sos yapıp servis edin. Bu arada şans faktörünü de es geçmeyin. Üç yılın ardından çizilebilecek ideolojik çerçeve işte böyle bir şeydir.

Liderin baskın karakterine rağmen ‘yıldız’ isimler, akacak mecra bulabilmişlerdir. Mesela bir Kemal Unakıtan, tarz yaratmasını başarmış bir isim olarak ortaya çıkmıştır. Mesela tiryaki meşrep Abdüllatif Bey, az da olsa adından söz ettirmiştir. Mesela bir Cüneyd Zapsu, derinden ve gizemli de olsa hálá kamuya kapalı muhabbetlerin baş konusudur. Ve tabii son bomba: Atilla Koç... Onu unutabilmek neredeyse imkansızlaşmıştır.

Altınsay, Ülker, Ramsey gibi markalar açısından ikili bir durum söz konusu olmuştur: Bir yandan bütün şimşekleri üzerlerine çekmişler, bir yandan da markalarını parlatmayı başarmışlardır.
Yazarın Tüm Yazıları