AB raporundan sonra

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

İşte, AB Komisyonu'nun topluluk genişleme stratejisini saptadığı ‘Gündem 2000' belgesi ve buna ek oluşturan ‘Mülahaza Raporu' dün resmen açıklandı.

Türkiye, üyelik müzakereleri ilk planda başlatılması tavsiye edilen altı ‘şanslı' ülke arasında yer almıyor. Bu hanede esamesi okunmuyor.

Üstelik, Ankara için ‘aday başkent' sıfatı bile kullanılmıyor.

‘Ayrıcalıklı ilişki' tanımlamasının ötesine gidilmiyor.

‘Mülahaza Raporu', öz itibariyle, tam üyelik başvurusundan sonra 1989 yılında hazırlamış olan ‘Mütalaa Raporu'ndan çok farklı bir içerik taşımıyor.

* * *

Eee !.. Bunda şaşılacak ne var? Görünen köy zaten kılavuz istemiyordu.

Bu satırları izlemiş olanlar bilirler ki, ben kendi hesabıma bir tek defa dahi Türkiye'nin AB adaylığında işi sağlama bağladığı tezine prim vermedim.

Eski Dışişleri Bakanı'nın ‘aile fotoğrafı' gargaralarıyla piyasaya sürdüğü hayalperest avuntulara rağbet etmedim. Fotoğrafın negatif suretini de kazıdım.

Israrla ve tekrarla Ankara'nın hiçbir şekilde Topluluk genişlemesinde ilk halkaya dahil olamayacağını; sonraki halkalara girebilme şartlarının ise önce siyasi, ardından da iktisadi sorunların aşılmasında düğümlendiğini vurguladım.

Türkiye ağzıyla kuş tutsa dahi bunlara çözüm bulunmadıkça AB'nin Ankara'yı yanına yaklaştırmayacağını ve her halükarda da, muhtemel bir üyeliğin ancak Ortak Pazar genişlemesinin genel konjonktürüne göre seyredeceğini kaydettim.

Akıl var, yakıl var, dünkü ‘Mülahaza Raporu'ndan 1989'daki ‘Mütalaa Raporu'ndan daha farklı bir mucize beklemedim.

* * *

VE durum dün neyse, bugün de odur. Brüksel Komisyonu'nun son belgesi ertesinde ülkemiz AB'ye öncekinden ne daha uzaktır, ne de daha yakındır.

‘Mülahaza Raporu' mevcut statükoyu saptamaktan öteye gitmemektedir.

Ankara'nın ilk genişleme halkasında yer alamayacağını Bursa'daki Sağır Sultan bile bildiğinden, Türkiye adının ‘altı şanslılar' arasında telaffuz edilmemesi sürpriz oluşturmamaktadır. Buna yanıp yakılmanın alemi yoktur.

Kaldı ki, söz konusu ‘altı şanslılar'la müzakerelere geçilmesi üyeliğin gerçekleşmesi anlamına gelmemektedir. Kıbrıs açısından hiç gelmemektedir.

Öte yandan, kuşkusuz, Ankara'nın ‘aday başkent' olarak zikredilmemesini belirli bir olumsuzluk çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir.

Ama bu da çok fazla bir kıymet-i harbiye ifade etmemektedir.

Çünkü her şeye rağmen Türkiye'nin üyelik ‘ehilliği' anlaşmalar uyarınca teyid edilmiştir. AB'nin bu yükümlülükten geri adım atması mümkün değildir.

Üstelik, bütün bunlar son derece teorik planda kalmaktadır.

Zira ilkin, ‘Mülahaza Raporu'nun kesinleşmesi Aralık ayındaki Lüksemburg Zirvesi kararına bağlıdır. Ve velev ki söz konusu zirvede de aynı doğrultuda bir karar alınsa dahi, AB'nin genişleme stratejisi ve bu genişlemenin geleceği önümüzdeki dönemde muğlaklık arzetmeye devam edecektir. Belirsizlik sürecektir.

Dolayısıyla, hem Ankara diplomasisinin yıl sonuna kadar raporu ‘‘esnek'' kılmak şansı hala mevcuttur, hem de hiçbir rapor ve karar değişmez değildir.

Yeter ki, Türkiye, dün olduğu gibi bugün de bütün geçerliliğini koruyan ve üye adaylığında kesin kıstas oluşturan siyasi sorunlarını çözümleyebilsin.

Ve, bu çözüm yalnız ülke iç dinamiğinde gerçekleşebilir. Reçete dahilidir.

Dün olduğu gibi bugün de önemli olan AB'nin ‘Mülahaza Raporu' değil, bizim kendi kendimize yapmak zorunda olduğumuz köklü ve derin mülahazadır.

Yazarın Tüm Yazıları