35 yıl gecikmiş bir trip

ÖNCEKİ çarşamba günü İsviçre’nin Burg kasabasında sade bir yaş günü kutlaması vardı.

100’üncü yaş gününü kutlayan bu adamın adı Albert Hofmann’dı.

Eminim çoğunuz bu adamın adını hayatınızda ilk defa işitiyorsunuz.

Oysa "dalya" diyen bu İsviçreli, bundan 40 yıl önce benim kuşağımın hayatında çok önemli bir yere sahipti.

Çünkü bu adam, 1960’larda, "Beat generation" denilen isyankár kuşağın, hayaller ve zevkler dünyasına dalmak için kullandığı "LSO" adlı küçük hapın mucidiydi.

Benim kuşağımda birçok insan, hayatlarında hiç olmazsa bir defa bu küçük hapı alarak, "psikolojik bir tribe" çıkmıştır.

"Trip", iç dünyalarımıza yaptığımız derin yolculuğun adıydı.

* * *

Hofmann’
ın hikáyesi, bitkiler álemine olan tutkusuyla başlıyor.

Ona göre "her şey bitkiler álemi aracılığıyla güneşten gelir".

O nedenle, mistik yanı olmayan bir insanın tabiat bilimcisi olamayacağına inanıyordu.

Bitkilere olan tutkusu nedeniyle İsviçre’nin ünlü ilaç şirketi Sandoz’a girer.

Görevi, ilaç yapımında kullanılabilecek bitkileri bulmaktı.

İlk işi, "ergot fungus" adlı zehirli bir bitkiyi incelemekti.

Asırlar boyunca kadınlar, bu zehirli bitkiyi çocuk düşürmek için kullanmışlardı.

Ama kimyacılar, bu bitkinin aktif maddesini izole etmeyi bir türlü başaramamışlardı.

Bu işi Amerikalı kimyacılar başardı ve bu bitkinin aktif maddesinin "liserjik asit" olduğunu keşfettiler.

Hofmann, bu asidi başka moleküllerle birleştirerek, doğumdan sonra kanamaları durduran bir ilacı buldu.

Ama onun asıl ilgisini çeken bu değil, 25’inci halkaydı.

Bu sentezden "liserjik asit dietilamid" adlı bir madde oluşuyordu.

Aslında bu maddenin farmakolojik olarak hiçbir etkisi yoktu.

Öyleyse kısaca, "LSD" denilen bu maddenin önemi neydi?

Hofmann bunu, 1943 yılının nisan ayının bir cuma günü tesadüfen keşfedecekti.

* * *

İsviçreli bilim adamı, her gün olduğu gibi o gün de bisikletiyle evine dönmüş ve dinlenmek üzere divanına uzanmıştı.

İşte o andan itibaren, kendini saatler boyu süren müthiş halüsinasyonlar içinde bulmuş, çocukluk günlerine kadar giden tuhaf bir yolculuğa çıkmıştı.

Kendine geldiği an, bir maddenin etkisiyle tribe girdiğini anlamıştı.

Hemen laboratuvarına dönüp, bilmeden hangi maddenin etkisi altında kaldığını araştırmaya başlar.

İlk aklına gelen şey, bir gün önce deneylerde kullandığı kloroforma benzeyen eriyik olur.

Onun buharını tekrar koklar ve divana yatar.

Ama hiçbir şey hissetmez.

Bunun üzerine 25’inci halkayla desteklenmiş "LSD"ye yönelir.

Bir asistanını yanına alıp o maddeden çok küçük bir miktarı dener.

Aynı halüsinasyonlar yeniden başlar.

* * *

1951 yılında Alman romancı Ernst Jünger’e bir mektup yazarak, bu maddeyi birlikte denemeyi teklif eder.

Yanlarına bir doktor alırlar. Vazolara renkli güller yerleştirirler. Bir Japon tütsüyü yakarlar ve gramofona Mozart’ın bir parçasını koyarlar.

Dünyanın ilk "Psychedelic tribi" başlar.

Daha sonraları ikisi birlikte bu ilacı çeşitli defalar denerler.

Bir defasında Hofmann kendini kötü hisseder. Seyahat birden "Horror tribe" dönüşür.

Jünger onu kendine getirmek için amfetamin verir.

"LSD" keşfedilmiştir.

Hofmann ona "ruhun ilacı" adını vermiştir.

Bu ilaç 10 yıl boyunca psikanaliz alanında başarıyla kullanılacaktır.

Ancak 1960 yılında talihsiz bir olay, bu ilacın kaderini değiştirecek ve LSD, uyuşturucu dünyasının yeni gözdesi haline gelecektir.

O günlerde bir gençlik örgütü, LSD’nin formülünü çalacak ve ilaç bir anda New York’un, Londra’nın arka sokaklarında satılan uyuşturucu haline gelecektir.

O kuşağın en ünlü yazarlarından Timoty Lear LSD’yi kutsayacak, Pink Floyd’un müziği "Psychedelic trip" çağını, yeni gençlik uygarlığına dönüştürecektir.

Bu aynı zamanda, LSD’nin sonunu başlatan gelişme olacaktır.

Bitkiler álemine tutkun bir bilim adamının mistik ruhu bu ilacı terk edecek, geriye sadece kötülükler áleminin karanlık sokaklarına seyahat kalacaktır.

* * *

Siz bu yazıyı okuduğunuz sırada ben Marakeş’e uçuyor olacağım.

Kuzey Afrika, gençlik damarlarıma "If" filmi ve Pink Floyd’un "If" albümü ile girmişti.

Hayatımda hiç uyuşturucu kullanmadım.

Ama uyuşturucu hep etrafımda dolaşıp durdu.

Genç Paris yıllarımda divana uzandığım zaman başucumda hep bir Hint tütsüsü vardı. Pink Floyd durmadan çalıyordu.

Uyuşturucu almadan da mistik bir seyahate çıkılabileceğini daha o günlerde kendi üzerimde ispat etmiştim.

Şimdi şunu merak ediyorum:

Acaba hiçbir zaman gitmediğim o Marakeş hálá yerinde duruyor mu?



(x) Albert Hofmann’la ilgili bigileri, Craig S. Smith’in 9 Ocak 2006 tarihli New York Times’ta yayınlanan yazısından derledim.
Yazarın Tüm Yazıları