Nilüfer Kas

Yaratıcı dramayla yaşam dersi

5 Aralık 2008
Drama, dünyada uzun süreden beri bir eğitim modeli olarak kullanılıyor. Yaratıcı drama etkinliklerine katılan çocuk, diğerleriyle birlikte düşünüyor, hissediyor ve hareket ediyor. Bu etkinliğe katılan çocuk, kendi yaşantısından yola çıkarak daha büyük keşifler yapabiliyor.

Uzun zamandır Nehir’i yaratıcı drama kursuna götürmek istiyordum, ama bir türlü olmamıştı. Nihayet bu yıl üşenmedim, pazar günlerini tamamen Nehir’in faaliyetlerine ayırdım.

Dersler için adres ararken hem evimize yakın hem de bir kültür merkezinin faaliyeti içinde yer alması nedeniyle Kadıköy’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde karar kıldım. Bir aydır Nehir güle oynaya yaratıcı drama kursuna gidiyor.

Drama, dünyada uzun süreden beri bir eğitim modeli olarak kullanılıyor. Doğal olan, yaşantıya ve deneyime dayanan, yapılandırılmadan oynanan ve çocuk gözüyle oyun diye nitelendirilebilen yaratıcı drama, aynı zamanda bir öğrenme yolu. Yaratıcı drama etkinliklerine katılan çocuk, diğerleriyle birlikte düşünüyor, hissediyor ve hareket ediyor.

Özellikle içe dönük çocukların sosyalleşmesinde yaratıcı dramanın büyük etkisi olduğuna inanıyorum. Sosyal hayat denince kızım benim bir adım önümdedir, ama yine de bu kursun kızımın dil, iletişim ve problem çözme becerilerini ve yaratıcılığını geliştireceğine, başkalarının değer ve tutumları anlayabilmesine katkı sağlayacağına inanıyorum.

Bazı çocuklar kendini ifade etme konusunda sıkıntı yaşıyor. Bu konuda sıkıntısı olmayan çocuk ise kendini yaratıcı olarak ifade ediyor. Yaratıcı dramaya katılan çocuk deniyor, riske giriyor, yaşantılar geçiriyor, keşfediyor, çevresel uyarıcılara karşı duyarlı oluyor ve fikirlerle oynayabiliyor.

Mutfakta biri var

Bu konuda Nehir’i iyi yönlendirdiğimi düşünüyorum. Masal anlatmak istemediğim akşamlarda Nehir’e "Kendi masalını kendin anlat" derdim. Kızım beni hayal dünyasına götürürdü. Zaten yaratıcılığı besleyen en önemli unsur hayal gücü... Hayal gücünü besleyen ise zengin yaşam deneyimleridir.

Yeni anne olmuş arkadaşlarıma çocuklarını mümkün olduğu kadar farklı yerlere götürmelerini, farklı deneyimler yaşamalarına olanak tanımalarını öneriyorum. Biz bu hafta yaratıcı drama kursunu kırdık, kurabiye yapmaya gittik.

Çırağan Kempinski Otel’de pazar günü çocuklar şefle birlikte hamur yoğurdu, oklava kullandı, kurabiyeler yapıp, süsledi. Kurabiyeler fırına gönderildiğinde onlar da önlüklerini boyadılar, palyaçoyla eğlendiler. Bir ara bizimki ne yapıyor diye oyun odasına daldığımda, silindir şeklinde bir kumaşın içinden her seferinde farklı bir karakter olarak çıkıyordu. Nehir yaşıtlarıyla eğlenirken, annemle Boğaz’ın tadını çıkardık. Çırağan Kempinski Otel, yeni yılı bu etkinlikle karşılarken, Nehir’in bağlama dersi nedeniyle bu keyfi maalesef yarım bıraktık.

Ama Nehir bağlama öğrenirken de çok eğleniyor. Her deneyim onun hayata bakışını zenginleştiriyor, olaylara bakışını derinleştiriyor. Kızıma bakarken içimden hep aynı şeyi geçiriyorum: Keşke şu yaşananların bir bölümünü kendi çocukluğumda yaşama fırsatım olsaydı...
Yazının Devamını Oku

Çocuk dostu ilk adım merkezleri kurulsun

27 Kasım 2008
Çocukların ve kadınların daha fazla sistem tarafından mağdur olmalarının önüne geçmek için her ilde ‘Çocuk Dostu İlk Adım Merkez’leri kurulmalı.

Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı da bu merkezlerin hızla hayata geçmesi için taraf olmalı.

Konu malumunuz. Hüseyin Üzmez’in 14 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulunması ve sonrasında çorap söküğü gibi gelen olaylar…

İş artık Hüseyin Üzmez olayından çıktı. Artık, B.Ç’nin yaşadığı olaylar zinciri, istismara uğrayan kadın ve çocukları ilgilendiriyor. Çünkü bizim aslında bilmediğimiz, yabancı olduğumuz mevcut sistemin, istismara uğramış çocuk ve kadınlar üzerinde daha fazla travma yarattığını adli tıp uzmanları ve hukukçular söylüyor.

Biliyorsunuz 14 yaşındaki B.Ç için verilen raporun altında çocuk psikologu olmadığı için rapor tartışmalı hale gelmişti. Bu vahim bir olay. Daha vahimi ise bugüne kadar verilen raporların altında bir psikolog ya da psikiyatr imzasının bulunmaması. Çünkü düne kadar Adli Tıp Kurumu’nda bir psikiyatr görev yapmıyordu.

Yazının Devamını Oku

İşyerinde çocuklarla bir gün geçirmek

20 Kasım 2008
Pfizer Türkiye Ebeveyn Kulübü, çocukların anne-babalarının işyerinde onlarla birlikte bir gün geçirmelerini sağlamak üzere "Çocuklarınızı İşe Getirin" adında bir etkinlik düzenledi. Anne babaların bir gün de olsa gözleri arkada kalmadı. Geçen hafta yazacaktım araya başka konular girdi, ertelendi. Pfizer Türkiye Ebeveyn Kulübü’nün, bu yıl ikincisini düzenlediği "Çocuklarınızı İşe Getirin" etkinliğine ben de katıldım. Hava nefisti. Pfizer’in Ortaköy’deki binasının terasında içimizi ısıtan güneşe canlı orkestranın çaldığı şarkılar eşlik etti. O gün çalışanlar çok mutluydu çünkü yılda bir kez de olsa çocuklarını yanlarında getirme fırsatı bulmuşlardı. Anne-babalarıyla birlikte işe gelen çocuklar, hem onların işyerini görme fırsatı buldu hem de kendileri için düzenlenen aktivitelerle eğlenceli bir gün geçirdi.

Bana sorarsanız bu aktivite çocukların kafasını karıştırdı.

Açık havada canlı müzik, dans, kukla tiyatrosu, yüz boyama, duvar boyama ve balon katlama gibi etkinliklerin yanı özel öğle yemeği mönüsü ve küçük hediyeler vardı. Çocuklar bu tablo karşısında şunu düşünmüşlerdir: "Annem (ya da babam) akşamları hep işte çok yorulduğunu söylüyor. Yalancılar, bu kadar eğlenceli bir ortamda insan yorulur mu? Keşke okul olmasa da ben de çalışsam!" İşin şakası bir yana, birkaç aylık bebeklerini de işe getiren anne-babaların keyfine diyecek yoktu. Bir gün de olsa gözleri arkada kalmamıştı.

Aranızda yaz aylarında, sömestr tatilinde çocuklarını işe götüreniniz vardır. Ancak onlar işyerindeyken çok da verimli bir çalışma günü geçirilmediğini en iyi bilenlerdenim. Nehir 10 yaşında ama taş çatlasa bir iki kez işe götürmüşümdür. İşle ilgili asıl macerayı birkaç yıl önce bir yarı iş, yarı tatil sayılabilecek bir seyahatte yaşadım.

Önce anneyim

Çocuk kulübüne bırakamayınca Nehir’e röportaj sırasında yanımda uslu usla oturmasını tembihledim. Tam birinci soruyu sorup yanıt almaya hazırlanırken Nehir göğsünün ağrıdığını söyleyerek kucağıma atladı. Karşımda CEO, kucağımda göğsü ağrıyan kızım. İçimden "Önce anneyim, sonra gazeteciyim" sözlerini geçirdim. Kızımı iyice kucağıma alıp, bir elimle göğsünü ve karnını ovaladım. Karşımdaki CEO ise sorularımı yanıtlamayı sürdürdü.

Ama ortada öyle komik bir tablo oluştu ki, gülmemi durduramadım. Ben gülünce, karşısındaki manzara karşısında CEO da gülmeye başladı. CEO’ya "Çok özür dilerim. 16 yıllık gazetecilik hayatımda ilk kez başıma böyle bir olay geliyor" dedim. Hafta sonu olması, biraz da işin içine çocuk girmesi nedeniyle CEO, "Rica ederim. İnanın ben de ilk kez böyle bir şey tecrübe ediyorum" yanıtını verdi. Adam daha ne desin?

Biz ana-kız, röportaj bitiminde odadan tırıs tırıs çıktık. Kapının önünde Nehir’i haşlamayı düşünürken "Ne yapayım anne, göğsüm çok ağrıyordu. Senin röportajın benim ağrımdan daha mı önemli?" diye sorunca kalakaldım. Gerçekten de hangisi daha önemliydi?

O gün beni bir yaşıma daha sokan olayı şimdi gülümseyerek hatırlıyorum. Her sabah işe gitmek üzere evden çıkan anne-babalar ardında "Nereye gidiyorsun?" diye soran bir çift minik yaşlı göz bırakır. Bu nedenle Pfizer Türkiye Ebeveyn Kulübü’nün çocukların anne-babalarının işyerinde onlarla birlikte bir gün geçirmelerini sağlamak üzere "Çocuklarınızı İşe Getirin" adındaki etkinliği diğer işyerlerine de örnek olabilir. Yeni sloganımız şu olsun: Yılda bir kez iş yerlerimiz çocuk sesleriyle çınlasın!
Yazının Devamını Oku

Çocuk dünyasında ispiyonculuk

27 Ekim 2008
Çocuklar arasında rekabetin koşulları değiştikçe, aralarındaki iletişimin şekli de değişiyor. Ve kimi bu oyunu daha sert oynayarak arkadaşlık ilişkilerine zarar veriyor. Pazar günü tam uyumaya hazırlanırken Nehir "Anne sana bir şey anlatacağım. Aslında üç gündür içimde tutuyorum ama daha fazla dayanamayacağım" dedi. İçimden "Erken uyumamak için bakalım daha ne numaraları var?" diye geçirirken kızım anlatmaya başladı.

Döndüncü sınıfa geçerken tüm üçüncü sınıflar birbiriyle karıldığı için eski arkadaşlarından sadece ikisiyle aynı sınıfa düştü. Okulda öğle yemeğinden sonra aynı sınıfa düştüğü arkadaşlarından biriyle bahçeye çıkmışlar. Meyvelerini yerken eski sınıfından bir çocukla ayaküstü sohbet etmişler. Birkaç dakika sonra başka sınıfa dağıtılan kız arkadaşlarından biri yanlarına gelip elini beline koyarak "Osman’ımı size kaptırmam. Bunu sakın aklınızdan geçirmeyin" diye uyarmış. Bizimkiler şaşkın şaşkın Osman’la sadece sohbet ettiklerini anlatmaya çalışmışlar ama inandıramamışlar.

Nehir, bu konuşmaların ardından sınıfa girdiklerini söylüyor. Öğle teneffüsü uzun sürüyor. Bahçede hızını alamayan kız arkadaşları sert bir hareketle sınıfın kapısını açıp "Bir daha sizi Osman’ımın yanında görürsem bu sınıfı başınıza yıkarım" diyor. Sınıftan çıkarken de "Siz şimdi gider annelerinize anlatırsınız, ispiyonlarsınız. Sakın ispiyonlamayın" diye çıkışıyor.

"Peki siz ne yaptınız kızım?" diye sordum, bizimkisi korkmuş. Gülsem mi, ağlasam mı bilemedim. Daha 10 yaşındayken hoşlandığı bir arkadaşını bu şekilde sahiplenen, üç yıl aynı sınıfı paylaştığı arkadaşlarını çocukça olsa da tehdit eden bir çocuk hakkında ne yorum yapabilirim ki?

Nehir’e bana bu olanları anlatmasının ispiyonculuk olmadığını, çocukların yaşadıklarını anneleriyle paylaşmasının çok doğal olduğunu söyledim. "İspiyonculuk, birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyip, başkalarına söyleyerek çıkar sağlamaktır, ama sen bunları çıkarın için anlatmadın. İçin rahat olsun kızım" dedim. Ama yine de içi rahat etmedi. Sonra sevdiği bir masalı okudum, mışıl mışıl uyudu.

Bu olanlara rekabet mi deniyor? Bazı aileler çocuklar arasında rekabetçi yaklaşımları yüreklendirmenin, gelişme konusunda yararlı olacağına, bu duygu olmadığı takdirde çocukların kesinlikle gayret göstermeyeceğine inanıyor. Belki de bu durum gözüktüğünden daha karmaşıktır.

Rekabetin koşulları

Yaptığım işin iyisini yapmayı isterim ama iş rekabete gelince çevremdekilerle değil kendimle rekabet etmeyi tercih ederim. Anlayacağınız kızımın önünde böyle hırslı, rekabetçi bir model yok. Yapmam gereken kızıma arada bir başarısızlığı hoşgörüyle karşılamasını öğretmektir. Çünkü hepimiz hatalarımızdan ders alırız. Başarıya seyrek ulaşmış çocukların bu deneyimi daha fazla yaşamaya gereksinimleri var. Yeterince başarılı oldukları duygusuna kapıldıktan sonra, başarısızlığa hoşgörü ile bakmayı kabul ediyorlar.

Belirli yaş dönemlerinde rekabet daha fazla öne çıkıyor. Sınıf içi başarının dışında giyilen ayakkabılar, giysiler, çantalar, kullanılan Mp3’lerin markası, rekabetin başka alanlara kaymasına neden oluyor. Bu alanlara kaymaması için kızımı sürekli uyarıyorum.
Yazının Devamını Oku

Kalbini sev kırmızı giy!

9 Ekim 2008
Bugünlerde önemli iki kampanya var: Kalp ve damar hastalıklarına karşı bilinçli ol, kampanyayı destekliyorsan kırmızı giy. Beklenmeyen gebelik yaşamamak için korun. Kampanyanın sloganı: Senin Hayatın, Senin Bedenin, Senin Seçimin! Geçenlerde İstanbul’da önemli bir toplantı vardı. Sloganı; "Kalbini Sev, Kırmızı Giy!" Ne alaka demeyin. Artık kalp hastalıkları sadece yaşlıları vurmuyor. Mesela ben... İki yıldır tansiyon ilacı kullanıyorum. Bazen içimden geçen "Bu yaşta ne tansiyonu, bırak ilacı" sesine kulak verip birkaç gün tansiyon ilacını almadığım oluyor. Sonra bünyem öyle bir tepetaklak oluyor ki, durumum eski halini alana kadar günler geçiyor. Elimi kolumu kaldıracak gücüm kalmıyor, serseme dönüyorum.

Bu durumu bir uzmana danıştığımda "Sakın bir daha böyle çocukça şeyler yapmayın. İlacınızı düzenli aldığınız için kendinizi iyi hissediyor, bunun doğal olduğunu sanıyorsunuz. Bu yaşta olan tansiyon yüksekliklerinde düzenli ilaç kullanmayı bırakırsanız, telafisi mümkün olmayan olaylarla karşılaşırsınız" dedi. Bu uyarıyı ilaç yazdırırken başka bir doktor daha yapınca işin ciddiyetini anlamış oldum.

Toplantıda, Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Çetin Erol, kalp-damar hastalıklarının en önemli nedenlerinin hipertansiyon (yüksek tansiyon), yüksek kolesterol, sigara, şişmanlık, hareketsiz yaşam olduğunu belirtti. Türkiye’de ölümlerin yüzde 48’inin kalp ve damar hastalıklarından kaynaklandığı düşünülürse, bu konuya dikkat çekmenin ve hastalıkların önlenebilir olduğunu vurgulamanın en güzel yolu, kırmızı giyerek sağlıklı bir yaşama adım attığınızı göstermek. Kırmızı sever biri olarak bu kampanyanın baş savunucularından olacağım.

Sorularınız yanıtlanacak

"Kalbini Sev, Kırmızı Giy" kampanyasının sponsoru Unilever. Unilever Pazarlama Direktörü Özgür Kölükfakı ise kalp hastalıklarının önlenebilir olmasına karşın her gün dünyada 120, Türkiye’de ise bir uçak dolusu insanın kalp hastalıkları nedeniyle yaşamını yitirdiğini söyledi. Bu rakamları hatırlattığım bir arkadaşım "Bu uçak Boeing Jumbo mu, Airbus mı?" diye espri yaparak konuyu ne kadar ciddiye (!) aldığını göstermiş oldu. Zaten biz hep böyleyiz. Bir şeyi ciddiye almak için illa canımızın yanması gerekiyor.

Kalp sağlığına ilişkin sorularınızı yanıtlayacak bir doktorunuz yoksa, kampanyanın www.kalbinisevkirmizigiy.com adlı sitesinden uzmanlara danışabilirsiniz.

Beden senin bedenin

Günümüzde dünya üzerinde 219 bin 178 kadın planlanmayan gebelik yaşıyor. 126 bin 575 kadın kürtaj oluyor. Plansız nüfus artışı çocukların kötü koşullarda yetişmeleri, eğitim ve sağlık imkánlarından yararlanamamaları gibi sorunlara yol açıyor. Ne yazık ki Türkiye Avrupa ülkelerine göre doğum kontrol yöntemlerini çok az bilen ve kullanan bir ülke.

Bu konuda da bilinç artırmak amacıyla geçen hafta ’Dünya Korunma Günü’ gerçekleştirildi. Dünyada korunma bilincini artırmak, planlı olmayan gebelikleri azaltmak, üreme ve cinsel sağlık konularında eğitimi geliştirmeyi hedefleyen Dünya Korunma Günü’nde toplumdaki tüm aksaklıkların sebebinin aslında plansız nüfus artışına dayandığı vurgulandı.

Bu sivil toplum hareketinin sloganı ise şu: "Senin Hayatın, Senin Bedenin, Senin Seçimin!"
Yazının Devamını Oku

Yaratıcılık öğretilemez ama desteklenip geliştirilebilir

25 Eylül 2008
Yaratıcılığın zekáyla ilişkili olmadığını, öğrenilemediğini, ama desteklenip geliştirilebildiğini biliyor musunuz? Yaratıcı çocukların kalp gözleri açıktır. Bu yönlerini geliştirmek, doğal yeteneklerini ortaya çıkarmak için onları eğlenceli setlerle tanıştırabilirsiniz. Yurtdışına yaptığım seyahatlerde Nehir’e oyuncak dışında, yaratıcılığına katkıda bulunacağını düşündüğüm ürünler alırım. Kızımın iç dünyasından yola çıkarak ortaya koyduğu eserlere gıpta ediyorum.

Yaratıcılığı yüksek çocuklar meraklı, temel sorunlarla ilgili, özgür, enerjik, espritüel, daha iyi gözlemci, daha fazla inceleyici, titizlik gösteren, iyi düşünen çocuklar. Bu çocuklar başkalarının göremediklerini görür, başkalarını uyaramayan uyarıcılar tarafından uyarılırlar. Sözün özü, yaratıcı çocukların kalp gözleri açıktır.

Yaratıcılık öğrenilemez ama desteklenip geliştirilir. Bu sayede çocukların; karşılarına çıkan fırsatlardan yararlanmaları, karşılaştıkları güçlükleri yenmeleri, her şeyi merak edip sormaları sağlanır.

Bu bilinçte olan ebeveynler, çocuklarının yaratıcılıklarını destekleme adına arayış içindedirler.

Çocukların yaratıcılığının oyun ile geliştirilebileceğine inanan büyük firmalardan biri de 250 yıldır kalem üreten Faber-Castell. Benim doğduğum yıldan itibaren Türkiye’de Adel Kalemcilik’le ortak olan Faber-Castell, özel günlerde hediye edilmek üzere kreatif (yaratıcı) ürünleri piyasaya sürüyor.

Anneler marka yarattı

Bugün Faber-Castell adı altında satılan yaratıcı setlerin çıkış hikayesi yine annelere ait... 1976’da Evelyn Greenwald ve Phyllis Brody adlı iki genç anne, çocuklarının kendilerini ifade edebilmeleri için yaratıcı yolların olmadığını fark ediyorlar. Oturup bu ihtiyacı kendilerinin karşılayabileceğini düşünüyorlar.

Evlerinin bodrum katındaki oyun odasında fikirlerini geliştirip, üretim yapıyorlar. Ortaya çıkan ürünleri fuarlarda ve sergilerde tüketiciye ulaştırıyorlar. İki genç annenin markası Creativity for Kids, popülerliğin yanı sıra pek çok ödül kazandığında, Kont von Faber-Castell’in dikkatini çekiyor. Çocukların yaratıcılığının oyun ile geliştirilebileceğine inanan Kont von Faber-Castell, bu markayı geliştiriyor ve dünya pazarına sunuyor.

Yaratıcı setler arasında biz büyükleri cezbedecek olanlar da var. Mesela süslenecek bir ayna konusunda Nehir’le birbirimize girdik. Ben önce kurdeleleri yapıştırıp üzerine boncukları serpmek yanlısıydım, Nehir ise sadece boncuklarla süslemek konusunda direndi. Set onun olduğu için kenara çekilmek zorunda kaldım.

Ucu açık yaratıcılık

Yaratıcı setler çocukların hayal gücü, el becerisi ve yaratıcılık gibi özelliklerinin gelişmesine katkıda bulunmak için geliştirilmiş. Amaç, çocukların "oynayalım&eğlenelim" düşüncesiyle hoşça vakit geçirmelerini sağlamak. Modern eğitim sistemlerinde de çocukların yaratıcılıkları geliştirilmeye çalışılıyor.

Aynı ürünü iki çocuğa hediye edin, çıkan sonuç farklı olacaktır. Kutulardan çıkan malzemeler aynı olsa da her şey çocukların hayal gücüne kalmış.

Kutuların içinde yer alan yapıştırıcı ve boyaların çocuklara zarar verip vermediği konusuna gelince; gönlünüz rahat olsun. Hiçbirinde sağlığa zararlı boya maddeleri kullanılmıyor. Markanın Türkiye ortağı Adel Kalemcilik, toksikologlar tarafından tüm ürünlerin zehirli madde içermediğine dair sertifikalandırıldığını söylüyor.
Yazının Devamını Oku

Çocuklarımızla cinsellik hakkında nasıl konuşalım

18 Eylül 2008
Mutsuzluklar, cinayetler ve intiharlar çoğu kez cinsel bilgi yetersizliğinden kaynaklanıyor. Bilgisizlik, çocukların, ailelerin ve toplumun ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Tüm bu serüvenin gidişini değiştirebilmenin yolu ebeveynlerin cinsellik konusunda bilgilenmelerinden geçiyor.

Kim demişti hatırlamıyorum ama çocukluk ve gençlikte cinsellikle ilgili sorularının yanıtı alamayanlar, ileriki yaşantısında cinsel sorunlar yaşıyormuş. Cinsel bilgisi yeterli olmayan, cinselliği konuşmaktan utanan büyükler, çocuk ve gençlere cinselliği anlatamıyor ya da yanlış anlatıyor. Ebeveynler çocuklarına cinselliği nasıl anlatacakları konusunda sıkıntı duyuyor. Bu grubun içinde ben de varım. Sıkıntımın nedeni yaşına uygun cümleler kurmak. Çünkü kızımın kafasının karışmasını istemiyorum.

Çocukların cinsellikle ilgili sorularına yanıt vermek gerekir ama bunu çocuğun yaşına ve cinsiyetine göre yapmak gerek. Oysa çoğunlukla çocuklara yapılacak açıklamalar genel cümlelerden oluşuyor. Bu durumda da hedefe ulaşılamıyor. Prof. Dr. Bengi Semerci de cinselliğin evlerde konuşulması gerektiğini düşünerek bir kitap çıkardı.

"Çocuklarımızla Cinsellik Hakkında Nasıl Konuşalım?" adını taşıyan kitapta, iki ebeveynli, tek ebeveynli aileler, evlat edinilen çocukların olduğu aileler, gay ve lezbiyen aileler, zihinsel özürlü çocuklara sahip ailelerin çocuklarıyla cinselliği nasıl konuşmaları gerektiği de anlatılıyor. Bu kitabın bana göre en önemli özelliği şu; yaş aralıklarına ve cinsiyete göre çocuklara anlatılması gereken bilgiler yer alıyor. 2-6 yaş arasındaki çocuklar, 7-11 yaş grubu çocuklar ve 12-21 yaş arasındaki gençlerin fiziksel gelişimleri, psikolojik gelişimleri anlatılıyor.

Diyaloglar yer alıyor

Bazı anne-babalar cinselliği konuşmaları gerektiğini biliyorlar ama hangi cümlelerle anlatmaları gerektiği konusuna gelince sıkıntı duyuyorlar. Bengi Semerci Enstitüsü Kurucu Başkanı olan Prof. Dr. Bengi Semerci, bu sıkıntıyı yaşayan aileleri düşünerek çocuklarla ebeveynler arasında yaşanacak diyalogları da kaleme almış. Birkaç ay önce bu konu gündeme yine gelmiş, Nehir’e hangi cümlelerle ifade edeceğime kafa yormuştum. Artık rahatım. Çünkü Nehir’e ne söylemem gerektiğini biliyorum. Yaşı 7-11 olan kız çocuk annelerine bir torpil yapayım. Kızınızı karşınıza alıp şunları söyleyebilirsiniz:

"Sanırım fark etmişsindir, senin yaşındaki kız arkadaşlarının bedenleri farklılaşmaya başladı. Kimi aniden çok uzadı. Senin ve bazı arkadaşlarının memeleri hafif belirginleşti. Çünkü kız çocuklarının büyümeye başladığının göstergelerinden biri memelerinin büyümesidir. Utanmanı ya da gizlenmeli gerektiren bir durum yok. Arkadaşlarının memeleri senden daha büyük ya da küçük olabilir. Bu normaldir, seni farklı yapmaz. Belki bazı şeyleri arkadaşlarınızdan ya da derslerden duymuşsundur. Ama bu değişimler hakkında ben de seninle konuşmak istiyorum.

Büyürken olacak şeylerden bir tanesi adet kanamasıdır. Bütün kız çocuklarında olan bu değişim bir süre sonra sende de olacak. Herkeste farklı zamanda olabilir. Ben 14 yaşında olmuştum ama bazı arkadaşlarım 11, bazıları 16 yaşında olmuştu. Bu nedenle bu konuda bilgi sahibi olursan, aklın karışmaz diye düşünüyorum. Adet kanaması konusunda bilgin var mı? Aslında basit olarak belli zamanlarda bedeninin içinden dışarı kan akışı olmasıdır. Bebeğin büyüdüğü yer olan rahim içinde ince bir katman vardır. Kanamanın nedeni, bu katmanın dışarı atılmasıdır. Genellikle ayda bir olur. Bu nedenle period adı da verilir. (Bengi Semerci annelere çocukların kan sözünden korkabileceklerini hatırlatıyor.)

Öncelikle bilmen gereken bu kanamanın canını acıtan bir şey olmayacağı. Zaman zaman karnında ya da belinde kanama sırasında ağrı olabilir. Bilmen gereken önemli bir şey, kanama sırasında kendini ve elbiselerini nasıl koruyacağındır. Kadınlar bu dönemde özel pedler kullanır. Pedlerin ve senin temizliğin aynı zamanda sağlığın için önemlidir. Yine de kazalar olabilir ve ped olmasına rağmen giysilerine kan bulaşabilir. O zaman hiç endişelenme. Birlikte onları temizleyebiliriz."

Çocuklarla cinselliği konuşmak gerçekten çok önemli. Cinselliğin doğru yaşanamaması, beraberliklerin bu nedenle sonlanması bir yana, bu karmaşanın çok daha vahim sonuçları ile karşılaşılıyor. Mutsuzluklar, cinayetler ve intiharlar çoğu kez cinsel bilgi yetersizliği ile örtüşüyor. Bilgisizlik, çocukların, ailelerin ve toplumun ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Çizimlerle gösterebilirsiniz

Alfa Yayınları’ndan çıkan Prof. Dr. Bengi Semerci’nin kitabında çocuklara bedenlerini tanıtmak için çizimler de yer alıyor. Büyürken bedenlerinin nasıl değiştiği, nasıl dünyaya geldikleri, kadın ve erkek üreme organları çocukların anlayacağı bir şekilde çizilmiş.

Bana bir yılbaşı çizer misin

Beymen, "Bana Bir Yılbaşı Çizer misin?" adında, 4-7 yaş arası çocuklara açık bir resim yarışması düzenliyor. Yarışmaya katılacak eserler, Beymen’lerde sergilenecek. Ayrıca ilk üçe girenler, özel kumaş çantaların üzerinde baskı olarak kullanılacak. Çantalardan elde edilecek gelir ise UNICEF Türkiye’ye bağışlanacak. Yarışma hakkında detaylı bilgiyi 0212 444 4 700 numaralı telefondan alabilirsiniz.

Canlı gıdalar ile gelen sağlık

Nevşah Fidan’ın, fırın görmemiş yiyecekler üzerine yazdığı kitabı "Canlı Gıdalar ile Gelen Sağlık" kitabı, raflarda yerini aldı. Kitabında 118 yemek çeşidine yer veren Fidan, canlı yiyecekler ile zayıflamak, gençleşmek, yenilenmek, daha enerjik, daha canlı olmak isteyen herkese, çiğ yiyecekler ile beslenmeyi yaşamlarına soktuklarında neler olabileceğini öğretmeyi hedefliyor.

Bu bayram hem çocukların hem doğanın yüzü gülecek

Profilo Alışveriş Merkezi, 16-25 Eylül arasında önemli bir kampanya düzenliyor. Kampanya kapsamında, ziyaretçiler bayramlık kıyafet ve oyuncakları alışveriş merkezindeki kampanya standına bırakacak. Toplanan eşyalar, ihtiyaç sahibi çocuklara dağıtılacak. Yardımda bulunan kişilere Uşak Hatıra Ormanı’na dikilmek üzere TEMA fidanı da hediye edilecek.

Şeker indirim

JOKER/Maxitoys mağazalarına şeker bayramı erken geldi. "Çocuklar için her şey, eğlence dahil" sloganı ile bebek gereçleri, kıyafet, aksesuvar ve oyuncakta sonsuz seçenekler sunan bu mağazalarda, bayrama özel ürünler yüzde 23 ila yüzde 63 arasında avantajlı fiyatlarla sunuluyor. Ayrıca bebek bakım ürünlerinin hediyeleri de anneleri sevindiriyor.
Yazının Devamını Oku

Meslektaşlarından sezaryenci doktorlara tepki

11 Eylül 2008
"Kadınları rahat bırakın, normal doğum yapsınlar" yazıma özellikle doktorlardan çok sayıda mail geldi. Doktorlar, sezaryeni teşvik edenlerin vebalinin büyük olduğunu belirterek, bu konunun tıbbi etik açısından tartışılmasını, doktorları rencide etme kaygısının bir kenara bırakılması gerektiğini dile getiriyorlar.

Geçen hafta bir tanıdığımın, normal doğum yapmak istediği için doktoruyla anlaşamadığını ve doktorun sırf bu yüzden hasta takibini bıraktığını yazmıştım. Doktorları tarafından sezaryene zorlanan hastalardan ve hastalarını sezaryene yönlendiren meslektaşlarına tepki gösteren doktorlardan çok sayıda mail aldım. /images/100/0x0/55eaef46f018fbb8f8a01dd9

Op. Dr. İbrahim Sözen uzmanlık eğitimini Amerika’da Yale Üniversitesi’nde yapan, 11 yıl Amerika’da çalıştıktan sonra 4 yıl önce ülkesine dönen, Türkiye’de ilk sistematik suda doğumu gerçekleştiren kadın hastalıkları ve doğum uzmanı... Amerika ile Türkiye arasındaki farklılıkları gayet iyi gözlemleme şansına sahip olduğunu vurgulayan Sözen, özetle şunları söylüyor:

"Ülkemizde, üst sosyoekonomik kesimde, sezaryen oranı dünya rekoru sayılacak kadar yüksek. Bazı ünlü özel hastanelerde bu oran yüzde 90’ları buluyor. ABD’de bu oran yüzde 30 civarında. Birçok Avrupa ülkesinde sezaryen oranı yüzde 20’lerdedir. Doktorlar, iş yoğunlukları nedeniyle, saatlerce süren normal doğuma zaman ayırmada güçlük çekebiliyorlar. Bunu açık şekilde hastalara söylemek ve sadece sezaryen yaptıklarını dürüstçe belirtmek en doğrusu. Doğru olmayanı, çeşitli tıbben geçerli olmayan nedenlerle, normal doğum yapabilecek bir kadını sezaryene yönlendirmektir.

ABD ve batı ülkelerinde doktorun zamansızlığı sorunu ’Group practice’ yoluyla çözülmüş. Yani birkaç kadın-doğum doktoru birleşiyor ve beraber çalışıyor. Her biri, haftanın sadece bir-iki günü nöbette kalıyor. Hastalar gebelik sırasında aynı ofiste hepsiyle tanışıyor ve muayene oluyor. O hasta doğuma girdiğinde gruptan kim nöbetteyse, bebeği o doktor doğurtuyor."

Vebali büyüktür

36 yıldır kadın-doğum uzmanlığı yapan Dr. Mae N., beş yıldır Amerika’da yaşadığını belirtiyor ve şöyle diyor:

"Sezaryenin tartışılacak hangi tarafı var? Ne tıp etiğine giriyor ne de genel ahláka... Eskiden sezaryen oranı yüzde 3 civarındaydı. Bu oran ultrason ve diğer gelişmiş doğum teknikleri kullanılmaya başlandıktan sonra azami yüzde 15’i geçmez. 5 yıl önce İstanbul’da bu oran özel hastanelerde yüzde 90’dı. Pek çok özel hastanede doğum yaptırdım. Bu işte başta hekimlerin olmak üzere, hastane ve personelinin büyük vebali vardır. Hasta avantajlı olduğunu sanıyor. Hálbuki maddi-manevi en büyük faturayı ödüyor. İyi bir elde doğum şiir gibidir. Ağrılıdır ama değer. Ben bunun mücadelesini 36 yıl kendi hasta grubumda verdim. Umarım siz ve Sağlık Bakanı bunu takip eder."

Kadınları doktorları korkutuyor

Çevresinde yaşanan sezaryen kazalarına tanık olduğunu söyleyen bir başka kadın doğum uzmanı Opr. Dr. Şafak O... tepkisini "Birilerinin doktorları rencide etme kaygısını bir kenara bırakıp bunun üzerine daha ciddi ve ısrarla gitmesi gerek" sözleriyle dile getiriyor. Dr. Şafak O. "Tıbben gereksizken yapılması bir yana, sezaryen doğumlarda neredeyse ’ilke’ haline getirilen en sakıncalı uygulama, zamanından en az birkaç hafta önce çocuğu çekip dışarı almalarıdır. Henüz emme refleksi gelişmemiş halde doğurulup, zamansız ve savunmasız bir halde hayata başlayanların, normalden küçük ve savunmasız bıraktırıldıkları için doğar doğmaz enfeksiyon kapanların sayısı az değil. Anneler, doğuma doğru son birkaç ayda doktorlarca içlerine salınan korkularla baş edemeyip teslim oluyor ve sonra da gerek ameliyat sorunları gerekse bebeğin hali yüzünden suçluluk duygularıyla anneliğe adım atıyorlar. Bu konunun tıbbi etik açısından, insani açıdan, sağlık sorunları açısından, çok açık ve ısrarla tartışılması gerekiyor."

Çok farkında olmadan önemli bir yaraya parmak bastığımı görüyorum. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürü adına Kadın Sağlığı ve Aile Planlaması Daire Başkanı Dr. Rukiye Gül arayıp, bu konuda arkamda olduklarını söyledi. Dr. Gül, doktor bazında takip yaptıklarını, sezaryen sayısı fazla olan doktorları Ankara’da eğitime aldıklarını ve uyardıklarını da dile getirdi. Gerektiği noktada hayat kurtaran sezaryenin bir lüks olarak uygulanmamasının yolu, anne adaylarının bilinçlenmesinden geçiyor.

Normal doğumun sezaryen doğuma olan üstünlükleri

1) Normal doğum doğal ve fizyolojik bir süreç, sezaryen ise gerektiğinde kullanılabilecek bir ameliyat.

2) Normal doğumdan hemen sonra bebek ile doğrudan tensel ve duygusal iletişim mümkün, sezaryende bu ilişki erteleniyor.

3) Normal doğumdan sonra normal yaşama ve aktiviteye geçiş çok hızlı ve erken, sezaryenden sonra bu süreç daha geç.

4) Normal doğumda annenin kanama, enfeksiyon, organ ve doku hasarı, pıhtı oluşumu riski sezaryenden daha az.

5) Normal doğum hem kişisel hem de genel sağlık bütçesi için sezaryenden daha ekonomik.

Sezaryen doğumun normal doğuma olan üstünlükleri

1)
Sezaryende planlı doğum mümkün, normal doğumda belirsiz. Böylece annenin gebeliğini takip eden doktor tarafından doğurtulması daha olası, gece yarısı veya tatil günlerinde ani sürprizler daha az.

2) Sezaryen 30 dakika sürüyor, normal doğum ise ilk gebeliklerde 10-12 saati buluyor.

3) Sezaryen epidural veya genel anestezi nedeniyle ağrısız, normal doğumun ise epidural anestezinin başlatıldığı 34 cm’lik rahim ağzı açıklığa kadar olan bölümü bir miktar ağrılı.

4) Sezaryende vajen kesisi (episiyotomi) yok, normal doğumda ise bu bir olasılık.

5) Sezaryenden sonra ilerde idrar kaçırma ve genital organ sarkması riski normal doğuma göre daha az.
Yazının Devamını Oku