GeriSeyahat Singapur Havayolları hostesleri
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Singapur Havayolları hostesleri

Singapur Havayolları hostesleri

Geçenlerde Sevgili Mine Kılıç’ın memleketine yaptığı Bayram ziyareti esnasında uçakta şahit olduğu tatsız olayı okumuşsunuzdur. Uçağa ilk kez bindikleri her hallerinden belli zavallı ihtiyar çiftin bir uçaktan atılmadığı kalır. Yerine göre azarlanır, horlanır ve sonuçta hem yaşlı çifti hem de onların bu perişan hallerini görenleri bindiklerine de bineceklerine de pişman eder hostes kızlarımız. Serdar Devrim, Hürriyetim’deki köşesinde bunları yazdı ama, aynı konuda farklı deneyimleri yaşamış bir kişi olarak ben de bir şeyler yazma ihtiyacı hissettim.

1994 yılının Ağustos ayıydı. 28 Ağustos’ta Kuveyt’teki şirketimizden İstanbul’a dönüyordum. Her bekar Türk erkeğinin değişmez rüyalarından birisini gerçekleştirmenin, birkaç ay sonrası gerçekleşecek evliliğimizin finansal kısmını, biriktirdiğimiz birkaç Amerikan yeşili ile halletmenin haklı gururu (!) karışıyordu yurda dönme sevincime. Ve sevgiliye kavuşma arzusu. Hasret bitiyordu yani.

 

Kuweyt City’deki Zümrüdüanka kuşuyla karışık dev bir uçak görüntüsünü andıran Kuweyt International Airport KIA’den bindiğimiz uçak, SQ 404 sefer sayılı Singapur Havayolları’na ait dev bir Boeing 747’ydi. O zamana kadar birçok yurtdışı seyahati yapmış genç bir Türk delikanlısı olarak, demek hep milli olmuş ve hiç yabancı havayolları ile seyahat etmemiş olacağız ki, daha uçağın kapısına vardığımda çarpıldığımı hissettim. Kapıda duran iki hostes kız, yüzlerinde bir insanoğlunun görebileceği ve yapabileceği en mükemmel gülme refleksiyle karşımdaydılar. Sebebi ne olursa olsun, ister maddi bir iş kaygısı veya iş ahlakı, ister milli bir ülke ideali ve dışa karşı gösterilen imaj, hiç farketmez. Böyle bir gülümseme, o ana kadar görmediğim bir gülümsemeydi.

 

Üstü bizdeki yemeniyi çağrıştıran ve lacivert zemin üzerine kırmızı ve mor çiçek desenli geleneksel “sarong kebaya” kıyafetleriyle hostesler bir zarafet yarışmasındaydılar sanki. Hareketleri ölçülü, davranışları nazik, konuşmaları sempatik, iletişimleri empatik. Bizim, ikinci bir şey istediğinizde yere vurdukları ayakları ile kabini delip geçeceklerini sanan hosteslerimizin aksine, yürüyüşleri “Kuğu Gölü Operası”ndaki balerinler kadar uyum ve ahenk içinde. Bunca detayı, birazdan anlatacağım yaşadığımın olayın atmosferine sizi çekebilmek amacı ile yazıyorum.

 

Uçak nazik anonslardan sonra tam vaktinde havalandı. O zamanlar körfez krizi, Irak Savaşı vesair sebeplerle rota önce güneye ve Suudi Arabistan’ın kuzey batısından da kuzeye doğru dönüyordu. Ve o uçuşta da öyle oldu. Uzatmayayım. O zamanların bir özelliği de benim UPJ dediğimiz üreter kanaldaki doğuştan gelen darlık sebebi ile sağ böbreğimde zaman zaman hidronefroza dönebilen şişkinlikler sonucu dayanılmaz böbrek ağrılarım olmasıydı. Ağrının gelmemesi veya gelmesinin gecikmesi için tek yapabileceğim, böbrek bölgesini sıcak tutmaktı.

 

Uçuşun ilk dakikalarında hosteslerle bir yastık battaniye muhabbetimiz de işte bu sebeple başladı. İlk yastık. Ben o zamanlar üzerimdeki çekingenlikle ilkini bile nasıl isteyebildiğime şaşarken, onlar tatlı bir koşuşturmaca ile ikincisini de getirdiler. Birinci hostes diğer arkadaşına bir kaş göz işareti ile bir yastık daha isteyebileceğimi ima etmiş olabilir. Bizde üç kere söylemeden ve gerekçeli karar çıkmadan dava dosyanıza bakılmaz ve istediğiniz yerine gelmez. Acı ama gerçek.

 

İkinci hostesten aldığım pozitif enerjiyle bir de battaniye dedim, lütfen. Derhal diye seğirtti hostes kız. Ve geldiğinde elinde iki battaniye vardı. Ben bir istedim o iki verdi ona mı yanarsın, ben istemenin mahcubiyetinde iken onun yardım etme arzusunun yüzüne yansıyan enerjisine mi? Neyse uçağa girdiğimdeki ilk tasvirimde yanılmadığımı gösteriyorlardı bana. Battaniyeyi bir savaş kahramanı yaralıya, verdiğini canı ile paket yapmış bir hemşire edasıyla uzattı.

 

Bizde pek olmaz. Bizde derken, THY yetkilisi abilerim ve ablalarım fazla alınganlık yapıp, açıklama üstüne açıklama yapmasınlar lütfen. Bizde, yani ülkemizde de pek fazla olmaz bunlar. Evimizde, işyerimizde filan yani. Buralardaki muameleler de, THY’nin o Adana uçağındakilerden pek farklı değildir. Bu nedenle ben şaşkınları oynuyorum. Ama kabin ekibinin adam şaşırtmaca oyunu oynamadıklarını uçuşun daha sonraki kısımlarında daha iyi anladım.

 

İlk istediğim yastık, ben battaniye ile uğraşırken yere düştü. Nerden gördün, nasıl gördün, anlayamadım. Hostes yüzündeki bütün kaslarını çalıştırarak yanıma geldiğinde elinde iki battaniye daha vardı. Uçaklardaki battaniyeleri bilirsiniz. Küçük sempatik şeylerdir. Minyatür battaniye yani. Yastıklar da öyle. Ve biraz sonra “kendini gerçekleştiren kehanet” prensibi uyarınca, korkularım gerçeğe döndüğünde, böbreğimden gelen sinyaller at kendini aşağıya diyordu. Dayanılmaz ağrılar içinde kıvranmaya başladım. Hemen yanıbaşıma koşuşturdular. Alnımda biriken terler ve sesimdeki hasta masumiyetinden başka onları etkileyebileceğim hiçbir şeyim yoktu.

 

Ilık su istedim, usulca. Onlar benim kibarlığımın 10 katı bir nezaketle yanımdaki iki yolcuyu başka bir yere naklettiklerinde, business clas üstü bir konfora kavuştuğumu hissettim. Hemşire hanım, pardon hostes kız, savaş kahramanı yaralı askerine bakan gönüllü hemşire gibi uçuş boyunca yanıbaşımda ve 3-4 saat boyunca ayakta öylece bekledi. Ilık su; su. Battaniye; battaniye. Yastık; yastık.

 

Yahu mübarek, sende hiç sinir yok mu? Sen de Haluk gibi yogaya gidip, sinirlerini mi aldırdın? “Hastaysan hastasın, bak, çakarım bi tane” diyen Türk hostesleri de mi görmedin hiç? Biraz modelleseydin bari.

 

Ağrılar, sadece böbrek hastalarının anlayabileceği dayanılmaz kıvamına geldiğinde yanıbaşımdaki iki koltuğu da kaplayarak ve kapsayarak iki büklüm halini almıştım. Sonradan adının Mr. Radke olduğunu öğrendiğim Kaptan’dan bir not geldi. Dayanılmaz ağrılar içerisinde anlayabildiğim kadarıyla, eğer istersem uçağa mecburi iniş izni isteyebileceğini ve uçağı Mısır’a indirebileceğini söylüyordu. Biraz evvel aldığım Novalgine ve Baralgine karışımına da güvenip, böyle bir şeye gerek olmadığını söyledim.

 

Ilık su. Ter, ilaç, lavabo. Battaniye, yastık… Lavabo’dan her dönüşümde hastalığın verdiği bitkinlikle yere düşürdüğüm birkaç yastık ve battaniye hemen yerden toplanıyor ve anında yenileri ile değiştiriliyordu. Allahım, ölmüş de Cennete mi gitmiştim acaba? “Hastaysan salak da değilsin ya be adam…” lafları çınladı kulaklarımda. Bizde olsa kesin fırçayı yemiştim. Ya da düşürdüğüm battaniye ve yastıkları kendi kendime yerlerden toplar ve hostes kızlarımıza yere düşürdüğümü belli etmemek için yeniden kullanırdım.

 

Tarifi mümkün olmayan zevklerle karışık acılarla tamamlandı uçuş. Ve sanırım geçmiş gün, 7-8 yastık en azından bir o kadar da battaniye ile.

 

1994 yılındaki o uçuştan bu yana 8 yıl geçti. Ve ben gittiğim her yerde ve katıldığım her seminerde, insan ırkının istediği zaman acılarla kıvranan bir adamı zevkten dört köşe yapabileceği kibarlıkları, nezaketi ve güleryüzünü anlatıyorum.

 

Dünyayı daha yaşanabilir bir dünya yapmanın sırrı da, Singapur Havayolları’nı dünyanın en iyi havayollarından birisi yapan sırla aynı galiba. Güleryüzlü olacaksın. Tebessüm edeceksin. Nazik olacaksın. İnsanları insan yerine koyacak ve onlara şefkatle ve nezaketle ve zarafetle davranacaksın.

 

İşte bu durumda, değil Türk Hava Yolları’nın yolcuları, savaş esirlerinin bile, esir alındıklarına sevinmemeleri işten bile değil.

 

Neden olmasın. Biz insanız. Değil mi, efendim?

 

Not: Hazıfa şampiyonu değilim ve Melik Safi Duyar Dostum gibi hafıza teknikleri geliştiren birisi de değilim. Aradan geçen 8 sene zarfında, unuttuğum bilgileri Singapurdaki merkez ile görüşerek, sizlere tam ve eksiksiz bilgi vermemi sağlayan İstanbul Ofisinden Satış Geliştirme Sorumlusu Derya Pekruh Hanımefendiye teşekkürlerimi sunuyorum.

 

Münir Arıkan

Düşünce Öğretmeni - NLP Trainer

 

False