Zekeriya S. ŞEN
Son Güncelleme:
Bizans’ın Kapısı, rüzgárların adası
Bir yeri görmek için mutlaka herkesin gittiği zamanda gitmenize gerek yok. Özellikle hedefiniz o yerin kültürünü ve ruhunu algılamaksa o zaman bu seyahatinizi en sakin ve az kalabalık dönemlerde yapmanız mantıklıdır. Böylece anlamsızca yükselen fiyatlardan, kalabalıktan ve kirlilikten uzakta, sakin ve kendinize özel bir seyahatin tadına tam varmış olursunuz. Biz, yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerin doldurup taşırdığı Rüzgárların Adası Bozcaada’ya böyle bir seyahat yaptık.
Tarihin ilk dönemlerinde Bozcaada’ya "Lefkorfis" denirmiş. Sonra İlyada Destanı’nda karşımıza çıkan Bozcaada’nın adı bu defa Tenedos olarak anılıyor. Mitolojiye göre, Denizlerin Efendisi Poseidon’un torunu Tenes, üvey annesinin iftirası ve bir kavalcının yalancı tanıklığından ötürü, babası Kyknos’un cezalandırması sonucunda bir sandığa kilitlenerek denize atılmış. Sandık denizleri ve boğazları aşarak dalgaların yardımıyla "Lefkorkis" adasının kıyısına vurmuş. Sandığın içinden çıkmayı beceren Tenes, "Bundan sonra bu adanın adı Tenes’in Adası anlamına gelen Tenedos olacak" demiş.
Tarihçilerin atası Heredot’a göre adanın ilk sakinleri ise İsa’dan iki bin yıl önce yerleşen Pelazziler’miş (veya Pelasg’lar). Perslerin işgaline kadar Pelazziler uzun zaman adanın nimetlerinden yararlanmışlar. 334 yılında Anadolu’ya gelen Büyük İskender Tenedos da dáhil olmak üzere tüm Ege adalarını himayesi altına almış. İsa’dan önce birinci yüzyılda Roma hákimiyetine giren ada, İmparatorluğun bölünmesiyle birlikte Bizans’a geçmiş ve o dönemde stratejik konumundan dolayı Bizans’ın Kapısı olarak anılmış. Tarih boyunca Emeviler, Venedikliler ve Cenevizlilerin himayesine geçen ada, 1381 yılında tamamen boşaltılmış.
Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı topraklarına dáhil olan adaya Türkler ve Rumlar yerleştirilmiş. İçinde yeralan beyaz badanalı Rum taş evleri; cumbalı ahşap Türk evleri; lezzetli mutfağı; yerel halkın hoşgörüsü ve misafirperverliği bu kültürel karışımın en doğal göstergesi. Sanki bir Yunan adası içinde oluşmuş bir Türk Anadolu köyü izlenimi veren Bozcaada, her iki halkın kültürüyle dünyaya kucağını açmış durumda.
KUYRUKLU PİYANOYA BENZİYOR
İstanbul’dan yedi saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Bozcaada’ya kalkan feribotların yanaştığı Geyikli’nin Yükyeri İskelesi’ne geldik. Sabahın ilk saatleriyle birlikte Ada’dan gelen feribota binip rüzgárların izniyle, dalgaların arasından Gökçeada ve Marmara Adası’ndan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük adasına doğru yol aldık. Yüzölçümü, çevresindeki ufacık adalarla birlikte yaklaşık 40 kilometrekare olan Bozcaada tam bir rüzgár ablukasına alınmış kara parçası, adeta rüzgárın hayatı yönlendirdiği bir yaşam. Rüzgár izin verdiği takdirde, kıyılarının uzunluğu yaklaşık 34 kilometre olan adaya yol alabiliyorsunuz veya adadan çıkabiliyorsunuz.
Rüzgárlar tarafından dört mevsim kucaklanan Bozcaada’ya onların şarkısı eşliğinde otuz dakikalık bir feribot seyahatinden sonra vardık. Ada, sağ taraftaki büyük tepecik ve sol taraftaki yassı bozkır yapısıyla hakikaten Şemsettin Sami’nin kaleme aldığı gibi uzun kuyruklu piyanoyu anımsatıyor. Çorak görünümüyle ilk başta bir hayal kırıklığı oluşsa bile adaya attığınız ilk adımda saklı gizli güzelliklerle birlikte bu düşünceniz hemen yok oluyor.
Bozcaada’ya gelen herkesi ilk karşılayan yapı, görkemli Bozcaada Kalesi. Tarihi Fenikelilere kadar uzanan bu kale, tarih boyunca sürekli yakılıp yıkılmış. Antik Tenedos kentinin akropolü üzerine inşa edildiği tahmin edilen bu kale, üç tarafı denizle çevrili ve eskiden suyla dolu olduğu düşünülen bir hendekle karadan ayrılmış. En son 1807 yılında Ruslar ve İngilizler tarafından ciddi bir biçimde tahrip edilen kaleyi yeniden inşa ettiren II. Mahmud’a adanmış bir yazıt kalenin kapısında dikkatimizi çekiyor. Uzman rehberimizin çevirisine göre yazıtta "Yaptı bu kaleyi Mahmud ve oldu Bozcaada’nın kalesi" yazıyor.
İlk durağımız kalenin içinde yer alan çeşitli dönemlere ait etnografik eserlerin sergilendiği Açık Hava Müzesi. İçerideki manzaranın büyüsü altında Ada’nın en eski Müslüman ibadethanesinin buraya inşa edilen cami olduğunu öğrendik. Kalenin içinde gördüğümüz yan yana duran Osmanlı ve Rum mezartaşları yüzümüzde maziye uzanan hüzünlü bir tebessüm oluşturdu.
RÜZGAR GÜLLERİNİN ŞARKISI
Kalenin etkileyici havasını arkamızda bırakıp Bozcaada’nın Anadolu’ya bakan yüzünü adım adım dolaşmaya başladık. Ufak bir sokakla ayrılan Kale’nin hemen arkasındaki Rum ve solunda yer alan Osmanlı mahalleleri içindeki keşif gezimizin ilk durağı, Ada’nın tek tekkesi olan Aburga Ahmet Dede Tekke’si oldu. Sonra 17. yüzyıla ait Köprülü Mehmet Paşa ve Alaybey camilerini dolaştık. Türkiye’nin, kasabası olmayan tek ilçesinin Bozcaada olduğunu anımsayarak Ada’nın sadece iki camisi olmasının normal olduğunu düşünüp yolumuza devam ettik.
Yunan adası havasındaki bu Anadolu ilçesinin daracık sokaklarından yürürken, sağlı sollu, son derece sade cephelere sahip evlerin her birinin farklı incelikle, özenerek oyulmuş rengárenk ahşap kapıları bizi büyüledi. Sokakların temizliği, sakinliği ve boşluğu ne kadar doğru bir zamanda Ada’ya geldiğimizi onaylar gibiydi. Birbirine paralel sokaklara yaptığımız kaybolurcasına dalışlar bizi Ada’nın tek kilisesi olan Panagia Kimisis Ortodoks Kilisesi’nin önüne çıkarttı. Sessizliğe gömülmüş olan bu kilise bir bakıcı sayesinde hálá yaşamakta. "Meryem’in Uykusu"na adanmış olan kilisenin bakıcısından bize bu sessiz yapının kapılarını açmasını rica ettik. Bir zamanlar kalabalık bir cemaate sahip olan kilise, artık ancak pazar günleri 1015 kişiye hizmet vermekteymiş. Çok iyi durumda olmayan kiliseye, tütsü ve mum kokusu eşliğinde, sessizlik içerisinde yapılan kısa bir ziyaretten sonra yolumuza devam ettik.
Ada’nın kuzey batısına doğru ilerledik. Ada’nın bitki örtüsü daha çok maki ve gariglerden oluşuyor, seyrek olmakla birlikte kermes meşesi, katran ardıcı ve menengiç gibi, tür bakımından oldukça zengin. Ada’nın kıyıları ise falezler nedeniyle dik ve kayalık. Asfalt yoldan sapıp beyaz tozlu bir yolu takip etmeye başladık. Bu yol bizi yaklaşık 30 bin kişinin enerji ihtiyacını karşılayan Bozcaada Enerji Santralı’na ulaştırdı. Burası Türkiye’nin üçüncü en büyük rüzgár enerji santralı. Özel izinle açılan kapıdan geçip adeta insanın ayağını yerden kesecek olan rüzgára meydan okurcasına dikilmiş olan çelik rüzgár pervaneleri, bir diğer adıyla rüzgárgüllerinin altından, Ponente Feneri’ne doğru yol aldık. Bir ara durup rüzgárgüllerinin söylediği şarkıyı dinledik. Ada’nın ucundaki fenere gelince bizleri bir sürpriz bekliyordu. Fener’in bulunduğu falezin hemen önünde karaya oturmuş olan büyük bir gemi. Ada’nın rüzgárlara nasıl teslim olduğunu anladık.
AYAZMANIN KUTSALLIĞI
Akşam yemeğinden önce, Eskiden Rum mahallesi olan Cumhuriyet Mahallesi’nde bulunan ufak şirin pansiyonumuza yerleştik. Akşam yemeğimizi mavi beyaz boyalı gösterişsiz cephesiyle "Ben Egeliyim" diye bağıran yerel bir lokantada yedik. Denizin sesi eşliğinde, rüzgár tenimizi okşarken yediğimiz balığın, zeytinyağlı yemeklerin, Ege mutfağının eşsiz lezzetlerinin, içtiğimiz şarabın ve rakının haddi hesabı yoktu.
Sanki bir gün önce hiç yorulmamışız gibi sabah erkenden dinç bir şekilde kalktık. Ege’nin taze domates, peynir ve zeytinleri eşliğinde pansiyonumuzun bahçesinde, sıcacık güneşin altında mükemmel bir kahvaltı yaptık. Pansiyon sahibesinin bizlere ikram ettiği Bozcaada’nın meşhur domates reçeliyse günün sürprizi oldu. Ada’ya özgü bu reçelin en güzel yanı ise küçük domateslerin içine konulan bademler.
Kahvaltıdan sonra tenimizi ısıran yaman rüzgárlar eşliğinde, Ada’nın arkasında kalan, güneye bakan en büyük doğal plajı olan Ayazma’ya doğru yol aldık. Bozcaada’nın tarihinin, şarabının ve kültürünün yanı sıra harika kumsalları da var. Ada kumsal konusunda oldukça zengin ve en rüzgárlı günlerde bile denize girme konusunda bize seçenekler sunuyor. En bilindik plajı Ayazma’nın yanı sıra Sulubahçe ve Habbeli plajları yaz aylarında daha sakin bir alternatif oluşturuyorlar.
Ada’nın Anadolu’ya bakan yüzünde ise lodostan etkilenmeyen dalgasız pırıl pırıl suları ve kumsallarıyla Akdeniz’in plajlarını aratmayacak olan Tuzburnu, Çayır ve Ova plajları her zaman yedekte beklemekte. Yeraltı sularının Ayazma plajında denize karışıyor olmasından dolayı temmuz ve ağustos aylarından bile su burada buz gibi.
Ayazma’nın gizli bir kutsallığı var. Her 26 Temmuz’da Ayazma Panayırı düzenleniyor. Bu panayır Bozcaada’dan göç etmiş, bir zamanlar nüfusun çoğunluğuna sahip Rumların katılımıyla gerçekleşiyor. Dünyanın dört bir köşesinden gelen Bozcaadalılar dönem dönem Fener Rum Patriği’nin ve/veya Gökçeada Ruhani Metropoliti’nin katılımıyla halaylar çekerek bu kutsal günü kutluyorlar. Tarihi çeşme ve kocaman çınar ağaçlarının altında toplanan bu topluluk her yıl tekrar buluşmanın mutluluğu içerisinde eski günlerini canlandırıyorlar.
Ayazma’da geçirdiğimiz saatlerden sonra rehberimizin talimatı üzerine, bizi ana karaya taşıyacak olan feribotun kalktığı, Ada’ya ilk adım attığımız limana doğru isteksizce gidiyoruz. İçimizi bir burukluk sarıyor ancak yolcu yolunda gerek. Feribotumuza biniyoruz, şirin evleri, kan kardeşi olan Rum ve Türk mahalleleri, dost canlısı insanları, kültürü, şarabı ve tarihiyle kısa bir sürede gönlümüzü fetheden Tenes’in yurdu Bozcaada’ya son bir defa dönüp hoşçakaldediğimizde içimizde bir ses geri geleceğiz sana diyor...
GÖZTEPE’DEN GÖRÜNENLER
Bozcaada’nın en yüksek tepesi olan Göztepe, bir "boz" duvar gibi yükseliyor. Tırmanırken karşılaştığımız manzara bizleri nefessiz bıraktı. Çıplak gözlerimizle ayaklarımızın altında duran Bozcaada’nın tüm sınırını gördük. Kuzeyde Çanakkale Boğazı, biraz daha kuzeyde İmroz Adası veya diğer adıyla Gökçeada, onun arkasında Semadirek’in büyüleyici tepesi, batıda Troya antik şehri, kuzeybatıda Limni Adası, güneyde meşhur şair Sappho’nun Midilli Adası ve son olarak doğuda Kaz Dağları. Tek bir noktadan bu kadar önemli tarihi ve coğrafi bir manzara olabileceğine inanmak zor. Ege Denizi’nin uzandığı görkemli bir panorama...
ÜZÜM SALKIMLI PARA VE BOZCAADA ŞARABI
Ada’nın en büyük gelir kaynaklarından bir tanesi olan üzümün şaraba dönüştüğü fabrikalardan birindeyiz. Gördüklerimizle zaten sarhoş olmuş bedenlerimizi ünlü Bozcaada şaraplarını tatmadan dinlendirmeye hiç niyetimiz yok. Güleryüzlü yerel şarapçıların üzümü şaraba döndürme aşklarını pür dikkat dinledik. Tattırılan şarapların etkisiyle sohbetler samimi kahkahalara dönüştü. Fabrika gezimiz süresince, neden antik Tenedos’un altın sikkelerinde üzüm salkım resimlerinin olduğunu, tattığımız eşsiz Bozcaada şaraplarıyla daha iyi kavradık. Bu tarz bir sikke ancak Bozcaada’ya yaraşırdı zaten.
NASIL GİDİLİR
Bozcaada’ya otobüsle gelmek isterseniz Ezine’ye kadar Kamil Koç, Truva ve İstanbul Seyahat’le gelip Ezine’den Geyikli İskelesi’ne giden minibüslerle limana ulaşabilirsiniz. Limandan Bozcaada’ya her gün sabah ve akşam saatlerinde olmak üzere iki feribot hareket ediyor. Ada’dan Geyikli’ye de günde iki sefer var. Arabayla seyahat edecekseniz, İstanbul-Kınalı-Tekirdağ-Keşan- Gelibolu-Çanakkale-Geyikli yolunu kullanıp iskeleye ulaşarak feribotla Ada’ya geçebilirsiniz.
NEREDE KALINIR?
Şehir merkezinde kalmak gibi bir ısrarınız yoksa taş evlerden yapılmış 100 yıllık geçmişi olan eski bir Rum evi Aral Tatil Çiftliği’ni önerebiliriz. Yaz aylarında odalar çok serin oluyor. Otelin son zamanlarda eklenen yeni bölümünde de odalar var, rezervasyon yaptırırken hangi bölümde kalmak istediğinizi belirtin. (0286 697 83 57- 0286 697 83 58 www.araltatilciftligi.com) Adanın özgün mimarisini gözönüne alıp modern bir anlayışla tasarlanan, 40 dönüm arazi üzerinde kurulu Çapraz Tatil Köyü de sorunsuz konaklama mekanı olarak düşünülebilir. (0286 697 02 88 - 0286 697 80 37 www.capraz.com.tr) Merkeze yaklaşık 2 km. uzaklıktaki Ataol Çiftliği de kalabileceğiniz mekanlar arasında. (0286 697 03 84 www.ataolciftligi.com) Bozcaada’ya gittiğinizde limana yakın pansiyonlarda kalmayı düşünürseniz alternatifiniz oldukça fazla: Hotel Apollon (0286 697 01 64 www.bozcaadahotelapollon.com), Gümüş Motel (0286 697 82 52), Ege Motel (0286 697 81 89), Gürkol Pansiyon (0286 697 80 11)
NEREDE YENİR?
"Denizden babam çıksa yerim" diyenlerdenseniz Bozcaada sizin için cennet. Limandaki balık lokantalarında her bütçeye uygun restoranlar bulunuyor. Postane arkasındaki Battı Balık Restaurant, mezeleri, salataları, sahanda kalamarı, kremalı sebzeli ahtapotu, asma yaprağında yapılan sardalyasıyla tercih edilebilecek restoranlar arasında. (0286 697 88 81) Limandaki Sahil Restaurant da tercih edilebilir. (0286 697 03 53) Diğer bir önerimiz ise Yakamoz Zeki’nin Yeri. (0286 697 03 98)
Tarihçilerin atası Heredot’a göre adanın ilk sakinleri ise İsa’dan iki bin yıl önce yerleşen Pelazziler’miş (veya Pelasg’lar). Perslerin işgaline kadar Pelazziler uzun zaman adanın nimetlerinden yararlanmışlar. 334 yılında Anadolu’ya gelen Büyük İskender Tenedos da dáhil olmak üzere tüm Ege adalarını himayesi altına almış. İsa’dan önce birinci yüzyılda Roma hákimiyetine giren ada, İmparatorluğun bölünmesiyle birlikte Bizans’a geçmiş ve o dönemde stratejik konumundan dolayı Bizans’ın Kapısı olarak anılmış. Tarih boyunca Emeviler, Venedikliler ve Cenevizlilerin himayesine geçen ada, 1381 yılında tamamen boşaltılmış.
Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı topraklarına dáhil olan adaya Türkler ve Rumlar yerleştirilmiş. İçinde yeralan beyaz badanalı Rum taş evleri; cumbalı ahşap Türk evleri; lezzetli mutfağı; yerel halkın hoşgörüsü ve misafirperverliği bu kültürel karışımın en doğal göstergesi. Sanki bir Yunan adası içinde oluşmuş bir Türk Anadolu köyü izlenimi veren Bozcaada, her iki halkın kültürüyle dünyaya kucağını açmış durumda.
KUYRUKLU PİYANOYA BENZİYOR
İstanbul’dan yedi saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Bozcaada’ya kalkan feribotların yanaştığı Geyikli’nin Yükyeri İskelesi’ne geldik. Sabahın ilk saatleriyle birlikte Ada’dan gelen feribota binip rüzgárların izniyle, dalgaların arasından Gökçeada ve Marmara Adası’ndan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük adasına doğru yol aldık. Yüzölçümü, çevresindeki ufacık adalarla birlikte yaklaşık 40 kilometrekare olan Bozcaada tam bir rüzgár ablukasına alınmış kara parçası, adeta rüzgárın hayatı yönlendirdiği bir yaşam. Rüzgár izin verdiği takdirde, kıyılarının uzunluğu yaklaşık 34 kilometre olan adaya yol alabiliyorsunuz veya adadan çıkabiliyorsunuz.
Rüzgárlar tarafından dört mevsim kucaklanan Bozcaada’ya onların şarkısı eşliğinde otuz dakikalık bir feribot seyahatinden sonra vardık. Ada, sağ taraftaki büyük tepecik ve sol taraftaki yassı bozkır yapısıyla hakikaten Şemsettin Sami’nin kaleme aldığı gibi uzun kuyruklu piyanoyu anımsatıyor. Çorak görünümüyle ilk başta bir hayal kırıklığı oluşsa bile adaya attığınız ilk adımda saklı gizli güzelliklerle birlikte bu düşünceniz hemen yok oluyor.
Bozcaada’ya gelen herkesi ilk karşılayan yapı, görkemli Bozcaada Kalesi. Tarihi Fenikelilere kadar uzanan bu kale, tarih boyunca sürekli yakılıp yıkılmış. Antik Tenedos kentinin akropolü üzerine inşa edildiği tahmin edilen bu kale, üç tarafı denizle çevrili ve eskiden suyla dolu olduğu düşünülen bir hendekle karadan ayrılmış. En son 1807 yılında Ruslar ve İngilizler tarafından ciddi bir biçimde tahrip edilen kaleyi yeniden inşa ettiren II. Mahmud’a adanmış bir yazıt kalenin kapısında dikkatimizi çekiyor. Uzman rehberimizin çevirisine göre yazıtta "Yaptı bu kaleyi Mahmud ve oldu Bozcaada’nın kalesi" yazıyor.
İlk durağımız kalenin içinde yer alan çeşitli dönemlere ait etnografik eserlerin sergilendiği Açık Hava Müzesi. İçerideki manzaranın büyüsü altında Ada’nın en eski Müslüman ibadethanesinin buraya inşa edilen cami olduğunu öğrendik. Kalenin içinde gördüğümüz yan yana duran Osmanlı ve Rum mezartaşları yüzümüzde maziye uzanan hüzünlü bir tebessüm oluşturdu.
RÜZGAR GÜLLERİNİN ŞARKISI
Kalenin etkileyici havasını arkamızda bırakıp Bozcaada’nın Anadolu’ya bakan yüzünü adım adım dolaşmaya başladık. Ufak bir sokakla ayrılan Kale’nin hemen arkasındaki Rum ve solunda yer alan Osmanlı mahalleleri içindeki keşif gezimizin ilk durağı, Ada’nın tek tekkesi olan Aburga Ahmet Dede Tekke’si oldu. Sonra 17. yüzyıla ait Köprülü Mehmet Paşa ve Alaybey camilerini dolaştık. Türkiye’nin, kasabası olmayan tek ilçesinin Bozcaada olduğunu anımsayarak Ada’nın sadece iki camisi olmasının normal olduğunu düşünüp yolumuza devam ettik.
Yunan adası havasındaki bu Anadolu ilçesinin daracık sokaklarından yürürken, sağlı sollu, son derece sade cephelere sahip evlerin her birinin farklı incelikle, özenerek oyulmuş rengárenk ahşap kapıları bizi büyüledi. Sokakların temizliği, sakinliği ve boşluğu ne kadar doğru bir zamanda Ada’ya geldiğimizi onaylar gibiydi. Birbirine paralel sokaklara yaptığımız kaybolurcasına dalışlar bizi Ada’nın tek kilisesi olan Panagia Kimisis Ortodoks Kilisesi’nin önüne çıkarttı. Sessizliğe gömülmüş olan bu kilise bir bakıcı sayesinde hálá yaşamakta. "Meryem’in Uykusu"na adanmış olan kilisenin bakıcısından bize bu sessiz yapının kapılarını açmasını rica ettik. Bir zamanlar kalabalık bir cemaate sahip olan kilise, artık ancak pazar günleri 1015 kişiye hizmet vermekteymiş. Çok iyi durumda olmayan kiliseye, tütsü ve mum kokusu eşliğinde, sessizlik içerisinde yapılan kısa bir ziyaretten sonra yolumuza devam ettik.
Ada’nın kuzey batısına doğru ilerledik. Ada’nın bitki örtüsü daha çok maki ve gariglerden oluşuyor, seyrek olmakla birlikte kermes meşesi, katran ardıcı ve menengiç gibi, tür bakımından oldukça zengin. Ada’nın kıyıları ise falezler nedeniyle dik ve kayalık. Asfalt yoldan sapıp beyaz tozlu bir yolu takip etmeye başladık. Bu yol bizi yaklaşık 30 bin kişinin enerji ihtiyacını karşılayan Bozcaada Enerji Santralı’na ulaştırdı. Burası Türkiye’nin üçüncü en büyük rüzgár enerji santralı. Özel izinle açılan kapıdan geçip adeta insanın ayağını yerden kesecek olan rüzgára meydan okurcasına dikilmiş olan çelik rüzgár pervaneleri, bir diğer adıyla rüzgárgüllerinin altından, Ponente Feneri’ne doğru yol aldık. Bir ara durup rüzgárgüllerinin söylediği şarkıyı dinledik. Ada’nın ucundaki fenere gelince bizleri bir sürpriz bekliyordu. Fener’in bulunduğu falezin hemen önünde karaya oturmuş olan büyük bir gemi. Ada’nın rüzgárlara nasıl teslim olduğunu anladık.
AYAZMANIN KUTSALLIĞI
Akşam yemeğinden önce, Eskiden Rum mahallesi olan Cumhuriyet Mahallesi’nde bulunan ufak şirin pansiyonumuza yerleştik. Akşam yemeğimizi mavi beyaz boyalı gösterişsiz cephesiyle "Ben Egeliyim" diye bağıran yerel bir lokantada yedik. Denizin sesi eşliğinde, rüzgár tenimizi okşarken yediğimiz balığın, zeytinyağlı yemeklerin, Ege mutfağının eşsiz lezzetlerinin, içtiğimiz şarabın ve rakının haddi hesabı yoktu.
Sanki bir gün önce hiç yorulmamışız gibi sabah erkenden dinç bir şekilde kalktık. Ege’nin taze domates, peynir ve zeytinleri eşliğinde pansiyonumuzun bahçesinde, sıcacık güneşin altında mükemmel bir kahvaltı yaptık. Pansiyon sahibesinin bizlere ikram ettiği Bozcaada’nın meşhur domates reçeliyse günün sürprizi oldu. Ada’ya özgü bu reçelin en güzel yanı ise küçük domateslerin içine konulan bademler.
Kahvaltıdan sonra tenimizi ısıran yaman rüzgárlar eşliğinde, Ada’nın arkasında kalan, güneye bakan en büyük doğal plajı olan Ayazma’ya doğru yol aldık. Bozcaada’nın tarihinin, şarabının ve kültürünün yanı sıra harika kumsalları da var. Ada kumsal konusunda oldukça zengin ve en rüzgárlı günlerde bile denize girme konusunda bize seçenekler sunuyor. En bilindik plajı Ayazma’nın yanı sıra Sulubahçe ve Habbeli plajları yaz aylarında daha sakin bir alternatif oluşturuyorlar.
Ada’nın Anadolu’ya bakan yüzünde ise lodostan etkilenmeyen dalgasız pırıl pırıl suları ve kumsallarıyla Akdeniz’in plajlarını aratmayacak olan Tuzburnu, Çayır ve Ova plajları her zaman yedekte beklemekte. Yeraltı sularının Ayazma plajında denize karışıyor olmasından dolayı temmuz ve ağustos aylarından bile su burada buz gibi.
Ayazma’nın gizli bir kutsallığı var. Her 26 Temmuz’da Ayazma Panayırı düzenleniyor. Bu panayır Bozcaada’dan göç etmiş, bir zamanlar nüfusun çoğunluğuna sahip Rumların katılımıyla gerçekleşiyor. Dünyanın dört bir köşesinden gelen Bozcaadalılar dönem dönem Fener Rum Patriği’nin ve/veya Gökçeada Ruhani Metropoliti’nin katılımıyla halaylar çekerek bu kutsal günü kutluyorlar. Tarihi çeşme ve kocaman çınar ağaçlarının altında toplanan bu topluluk her yıl tekrar buluşmanın mutluluğu içerisinde eski günlerini canlandırıyorlar.
Ayazma’da geçirdiğimiz saatlerden sonra rehberimizin talimatı üzerine, bizi ana karaya taşıyacak olan feribotun kalktığı, Ada’ya ilk adım attığımız limana doğru isteksizce gidiyoruz. İçimizi bir burukluk sarıyor ancak yolcu yolunda gerek. Feribotumuza biniyoruz, şirin evleri, kan kardeşi olan Rum ve Türk mahalleleri, dost canlısı insanları, kültürü, şarabı ve tarihiyle kısa bir sürede gönlümüzü fetheden Tenes’in yurdu Bozcaada’ya son bir defa dönüp hoşçakaldediğimizde içimizde bir ses geri geleceğiz sana diyor...
GÖZTEPE’DEN GÖRÜNENLER
Bozcaada’nın en yüksek tepesi olan Göztepe, bir "boz" duvar gibi yükseliyor. Tırmanırken karşılaştığımız manzara bizleri nefessiz bıraktı. Çıplak gözlerimizle ayaklarımızın altında duran Bozcaada’nın tüm sınırını gördük. Kuzeyde Çanakkale Boğazı, biraz daha kuzeyde İmroz Adası veya diğer adıyla Gökçeada, onun arkasında Semadirek’in büyüleyici tepesi, batıda Troya antik şehri, kuzeybatıda Limni Adası, güneyde meşhur şair Sappho’nun Midilli Adası ve son olarak doğuda Kaz Dağları. Tek bir noktadan bu kadar önemli tarihi ve coğrafi bir manzara olabileceğine inanmak zor. Ege Denizi’nin uzandığı görkemli bir panorama...
ÜZÜM SALKIMLI PARA VE BOZCAADA ŞARABI
Ada’nın en büyük gelir kaynaklarından bir tanesi olan üzümün şaraba dönüştüğü fabrikalardan birindeyiz. Gördüklerimizle zaten sarhoş olmuş bedenlerimizi ünlü Bozcaada şaraplarını tatmadan dinlendirmeye hiç niyetimiz yok. Güleryüzlü yerel şarapçıların üzümü şaraba döndürme aşklarını pür dikkat dinledik. Tattırılan şarapların etkisiyle sohbetler samimi kahkahalara dönüştü. Fabrika gezimiz süresince, neden antik Tenedos’un altın sikkelerinde üzüm salkım resimlerinin olduğunu, tattığımız eşsiz Bozcaada şaraplarıyla daha iyi kavradık. Bu tarz bir sikke ancak Bozcaada’ya yaraşırdı zaten.
NASIL GİDİLİR
Bozcaada’ya otobüsle gelmek isterseniz Ezine’ye kadar Kamil Koç, Truva ve İstanbul Seyahat’le gelip Ezine’den Geyikli İskelesi’ne giden minibüslerle limana ulaşabilirsiniz. Limandan Bozcaada’ya her gün sabah ve akşam saatlerinde olmak üzere iki feribot hareket ediyor. Ada’dan Geyikli’ye de günde iki sefer var. Arabayla seyahat edecekseniz, İstanbul-Kınalı-Tekirdağ-Keşan- Gelibolu-Çanakkale-Geyikli yolunu kullanıp iskeleye ulaşarak feribotla Ada’ya geçebilirsiniz.
NEREDE KALINIR?
Şehir merkezinde kalmak gibi bir ısrarınız yoksa taş evlerden yapılmış 100 yıllık geçmişi olan eski bir Rum evi Aral Tatil Çiftliği’ni önerebiliriz. Yaz aylarında odalar çok serin oluyor. Otelin son zamanlarda eklenen yeni bölümünde de odalar var, rezervasyon yaptırırken hangi bölümde kalmak istediğinizi belirtin. (0286 697 83 57- 0286 697 83 58 www.araltatilciftligi.com) Adanın özgün mimarisini gözönüne alıp modern bir anlayışla tasarlanan, 40 dönüm arazi üzerinde kurulu Çapraz Tatil Köyü de sorunsuz konaklama mekanı olarak düşünülebilir. (0286 697 02 88 - 0286 697 80 37 www.capraz.com.tr) Merkeze yaklaşık 2 km. uzaklıktaki Ataol Çiftliği de kalabileceğiniz mekanlar arasında. (0286 697 03 84 www.ataolciftligi.com) Bozcaada’ya gittiğinizde limana yakın pansiyonlarda kalmayı düşünürseniz alternatifiniz oldukça fazla: Hotel Apollon (0286 697 01 64 www.bozcaadahotelapollon.com), Gümüş Motel (0286 697 82 52), Ege Motel (0286 697 81 89), Gürkol Pansiyon (0286 697 80 11)
NEREDE YENİR?
"Denizden babam çıksa yerim" diyenlerdenseniz Bozcaada sizin için cennet. Limandaki balık lokantalarında her bütçeye uygun restoranlar bulunuyor. Postane arkasındaki Battı Balık Restaurant, mezeleri, salataları, sahanda kalamarı, kremalı sebzeli ahtapotu, asma yaprağında yapılan sardalyasıyla tercih edilebilecek restoranlar arasında. (0286 697 88 81) Limandaki Sahil Restaurant da tercih edilebilir. (0286 697 03 53) Diğer bir önerimiz ise Yakamoz Zeki’nin Yeri. (0286 697 03 98)