GeriSeyahat HAKK'A YÜZDÜ...
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
HAKK'A YÜZDÜ...

HAKK'A YÜZDÜ...

Yunan adası Meis’ten Kaş’a 8 kilometre yüzeceğimi söylediğimde gazetedeki arkadaşlarım haberin yukarıda gördüğünüz başlığını önceden atmıştı. Bakalım haklı çıkacaklar mıydı…
Hürriyet’in yüzme takımı Akdeniz’den can havliyle bildiriyor…

HAKKA YÜZDÜ...

Her şey, yıllardır görmediğim bir ahbabımla bir gece karşılaşmamla başladı.

Sarılmak için ona yaklaştığımda, iri kıyım bir korumanın kendisine saldırmak üzere hamle yaptığını zannetmiş: “Şişko bir adam olmuşsun sen. Tombulsun. Yok, yok! Gürbüzsün, gürbüz çocuksun!”

HAKKA YÜZDÜ...
Eski dostum, Türkçenin tüm olanaklarını kullanarak bayağı bir eğlendi. Onunla iddiaya girdim. Hedef bir buçuk ayda 8 kilo vermekti. Türlü rejim işkencesinden sonra iddiayı kazandım. Bana tatil borcu vardı. Ama borcu tahsil edene kadar verdiğim kiloları geri aldım. Kapısına dayansam iyice madara olacaktım, yapmadım.

Biz abilerimizden gazeteciliği şöyle öğrendik: Dertli dertli kısa Camel iç, gazeteyi bağlar bağlamaz rakıya-viskiye otur, her iş anısını otuz-kırk bin kere anlatırken tıka basa ye... Evlenip yuva kurduğunda dırdırdan optimum kaçış için barda kalış intervallerini uzat...

Hürriyet Ekler’de yukarıda bahsettiğim gazeteci tiplemesinin antitezi üç arkadaşım var.

Serhan Yedig... Basının en ilkeli ve disiplinli ismi.

Gökçe Aytulu... Takma adı ‘Himmler’, Nazi subayı olan... Nasıl biri olduğunu hayal edin.

Ve hiperaktif muhabir Serkan Ocak...

Üçünün ortak noktası yüzücü olmaları ve bu sene Meis Adası’ndan Kaş’a yapılan yüzme yarışına katılmaları.

Bana bir şok terapi gerekiyordu.

“Ben de geliyorum!” dediğimde ciddiye almadılar. Epey dil döktüm. Çocukken yüzücü olduğumu, Bodrum’da bütün yaz sudan çıkmadığımı, 18 yaşındayken Büyükada’dan Sedef’e yüzdüğümü söyledim.

Zeynep Miraç “İyi, şimdi de Hakk’a yüzersin!” dedi. Ekip arkadaşlarımın esprileri, yazının girişindeki ahbabımı aratmadı.

AYAĞIMA TAŞ BAĞLAMAK İSTEDİLER

Artık geri adım atamazdım.

İki ay boyunca düz koşular, Kuruçeşme Parkı’nda Karate Kid gibi dayanıklılık idmanları yaptım. Sigarayı azalttım, sağlıklı beslendim. Havuza ise son hafta girebildim. Hâlâ yüzebiliyordum ama hızımı kaybetmiştim. Bir saatte 2000 metreyi zor çıkardım.

Korkudan, yarışa üç gün kala sigarayı tamamen bıraktım.

Nefesim düzeldi, enerjim yükseldi. Kafam daha iyi çalışıyordu. Hayat kalitem şaşırtıcı şekilde arttı. Gerçi sigarayı bıraktığım son birkaç gün ekibin sinirlerini yıpratmışım.

Yayın koordinatörümüz Savaş Özbey, Serkan’dan, denizde ayağıma çaktırmadan ağır bir taş bağlamasını rica etmiş.

Bu fikirden hoşlanan ekibin coşkuyla beni yolcu etmesi üzerine Kaş’a doğru yola çıktım.

DURMAK YOK, YÜZMEYE DEVAM!

Yarış pazar sabah 08.00’de.

Cumartesi akşamı yüzücüler bir araya gelip makarna partisi yapıyorlar. Amaç ertesi gün için karbonhidrat, enerji depolamak.

Bir tabak yüzücülerle yedim, sonra harika ev yemeği yapan Bi Lokma’da mantıyı götürdüm ve yattım. Sabah 07.00 gibi uyandım. Tahin pekmez, bal ağırlıklı bir kahvaltı sonrası, Gökçe ile yarışçıların yanına doğru yürümeye başladık.

Gökçe’nin (Heil Himmler) konuya yaklaşımı farklıydı. Zavallı eşiyle tatile geldiği Kaş’ta son üç gündür, sabah 06.00’da kalkıp 5 bin metre yüzmüş.

Zaten haftalardır sessizce hazırlanıyordu.

Denize doğru öyle kararlı adımlar atıyordu ki Kaş Hükümet Konağı’nın önünden geçerken bacak bacak üstüne atmış polis memuru, sandalyesinden kalkıp oturuşunu düzeltti. Bir subay yöreyi teftişe geldi sandı herhalde.

ATLAMADAN ÖNCE FRAPPE

HAKKA YÜZDÜ...

Serhan, Gökçe, Çınar, Serkan frappe keyfinde...

Bizi Meis’e taşıyacak teknelerin bulunduğu limana ulaştık. Görevliler yüzücülerin sırtına, koyun gibi numara yazıyordu gazlı kalemle. Ölenleri daha kolay ayırt edebilmek için diye düşündüm. Belediye başkanıyla selamlaştık. Diğer yüzücülerden tüyolar aldım.

Şenlik havası vardı. 8000 metre yüzecektik ama rahattım. Bir iki gündür süren korkum dağılmıştı: “Ya bende hiç stres yok! Acayip rahatım!” dedim.

Serkan: “Bende var” dedi, “seninle ilgili!”

Tekneler karşıdaki Meis’e açıldı. Su çarşaf gibi, enfesti. 20 dakika sonra adaya vardık.

250 kişi, mayolarla adaya çıktık. Yunan polisi bizi karşıladı ve start noktasına kadar eşlik etti. Limandan atlamadan önce bir kafeden hızlıca frappe’lerimizi sipariş ettik. Çok rahatız ya! Her gün yüzüyoruz ülkeden ülkeye...

Sinirlerim biraz bozuktu aslında.

Seyahat ederken gemimin battığını ve ölmemek için karaya ulaşmam gerektiğini düşünecektim. Hafta sonu eğlencesine bak.

Çok yorulursam da görevli teknelerden yardım isteyip pes edebilirdim ama bunu yapacağıma ruhumu Akdeniz’in serin sularına teslim etmeye hazırdım.

HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLAYABİLİRDİM

Start düdüğüyle Gökçe bir fok gibi suda süzüldü, gözden kayboldu. Serhan ve Serkan benimle yüzecekti, sakince ilerleyecektik.

İlk 1500 metreyi bir an önce aşmalı, gemi trafiği başlamadan limanı terk etmeliydik.

En zoru ilk yarım saat. Nabız düzene girene kadar insan yoruluyor ve nefesi zorlanıyor. Birinci saati tamamladığınızda kaslar ve ciğer tamamen açılıyor.

Sonra zaten şuursuz bir su yaratığı gibi durmadan kulaç atıyorsunuz. Serhan bir süre sonra kramp gireceğini hissettiği için hızını arttırdı ve gözden kayboldu.

Serkan ile yüzmeye devam ettik.

Kendimi iyi yüzücü sanırdım ama Serkan bir sağımda bir solumda bazen suyun dibinde kurbağa gibi yüzüp “Hadi, hadi” diyor, zaten çıkmak üzere olan canımı sıkıyordu.

Bir iki kez ona “Biraz yaklaşsana” deyip kafa atmayı aklımdan geçirdim.

Sonra bu fikri rafa kaldırdım çünkü o da beni terk etse derin mavinin içinde tek başıma hüngür hüngür ağlamaya başlayabilirdim.

DENİZDE ÇİKOLATA İYİ GELDİ

HAKKA YÜZDÜ...

Yarış öncesi son poz.

Finişe ulaşmak için ufuktaki dağların arasındaki bir çizgiyi kerteriz almak gerekiyor. Fakat bu çizgi asla yakınlaşmıyor. Açıldığım için yüzebiliyordum hatta bir iki kişiyi de acımasızca geçtim. Yarım saat tempolu yüzüyor sonra iki üç dakika kurbağalamaya geçerek dinleniyorduk.

Hissetmeden çok su kaybedeceğimi biliyordum o yüzden arada yanımızdan geçen kanolardan su istiyordum. Bir noktada açlık başladı, şekerim düştü.

“Ah, o tahin pekmezden kaşık kaşık yeseydim!” diye yakındım. Dut reçeli ve muhallebi geliyordu gözümün önüne. Yüzücüler Akdeniz’in lacivert sularında Yunanistan’dan Türkiye’ye asilce kulaç atarken benim aklımda dut vardı, pekmez vardı.

Kara sanki gittikçe uzaklaşıyordu. Sanırım iki saattir yüzüyordum.

Gönüllü kanolardan birini gördüm. Su istedim, verdi. “Peki yiyecek bir şey var mı? Biraz şekerim düştü de.”

Çocuk “Ama bu doğru olmaz deyince” gözlerim ışıldadı. Demek ki vardı.

“Çok doğru olur, yavaşça yiyeceğim, çok iyiyim. Allah’ın adını verdim” filan dedim.

Bir Metro çıkardı. Çikolatayı elinden bir piranha gibi kaptım.Yarısını yol arkadaşım Serkan’a uzattım, teşekkür ettim ve yüzmeye devam ettim.

Bu, beni yarım saat daha idare etti.

ARTIK ZOMBİ GİBİ BİR ŞEYDİM

Yine yüz yüz bitmiyor.

Sıkılmamak ve açlığı unutmak için bir şeyler düşünmeye çalışıyorum.

Biraz iş güç, sonra tatil planları... 2014 yazını tüm olasılık hesaplarıyla defalarca gözden geçirdim. Öff! Bitmiyor! Şu köpekbalığı gelse alsa beni!

Bir yardım kanosu daha belirdi. Aynı numarayı yaptım. En sevimli, hayatla, yarışla barışık bir tavırla su istedim.

“Bir lokma yiyecek var mı acaba? Biraz şekerim düştü de...”

O da bu numarama kandı, saf adam. Armut çıkardı.

Bir armudu bu kadar aşkla yiyen insan görülmemiştir. Sapını bile höpürdettim ellerim titreye titreye.

Sonra yarım topkeki kalmış, onu uzattı. Bir saniyede mideye indirdim, jelatinini yalaya yalaya... Arada hırıldamış olabilirim.

Çocuk korktu, bir hamle daha yapsam elindeki küreği kafama geçirecekti.

Zombi gibi bir şey, denizden çıkmış, her şeyi yiyor... Baktım, bir önceki kano adama yardıma koştu.

“Ya bu demin benden de istedi. Yemek yemeye gelmiş, yüzmeye değil” dedi.

Ama amacıma ulaşmıştım. Kara iyice görünür olmuştu. Serkan yine sinirimi bozdu: “Yaklaştıkça bir türlü bitmeyecek gibi gelecek.”

O TEKNEYE ANCAK CESEDİMİ ALIRSINIZ!

HAKKA YÜZDÜ...

250 yarışçı, Meis Adası’ndan Kaş’a, yani Yunanistan’dan Türkiye’ye, tam 8000 metre yüzdü.

Sporun, ortamın ruhundan uzak, öfkeli kulaçlarla yüzüyordum durmadan.

Bir ara bir ağrı girdi.

Beni kollayan Serkan “Ne oldu?” diye sordu.

“Bir kas ağrısı hissettim. O kas, kalp kası mı, onu anlamaya çalışıyorum” dedim.

Sanırım değildi, devam ettim. Arkamda yaşça benden çok ileri birkaç kişi ve bazı kadın yüzücüler vardı. Aralarında Gökçe’nin ve Serhan’ın bulunduğundan emin olduğum yüzücüler çoktan karaya varmıştı. Son bin metre gelmiştik. Ama yarışın limiti 4 saat. 4 saatte bitiremezseniz değerlendirme dışı kalıyorsunuz ve sizi hakem sudan çıkarıyor.

Hakem geldi, “Yarış bitti, 4 buçuk saati geçti, sizi sudan çıkarmak zorundayız, çok riskli” dedi.

“Benim o tekneye ancak cesedimi alırsınız” karşılığını verdim.

Bunun üzerine uzaklaştı, bir iki kişiyi sudan topladı ve geri geldi.

“Çıkmanız gerekiyor, akıntı arttı, fırtına başlayacak, can güvenliğiniz yok” dedi.

“Yok! İşte yüzüyorum deli gibi.”

“Çıkmazsanız gelecek yılki ve sonraki yarışlardan men edileceksiniz. Kural bu.”

“Zaten lanet olsun bir daha gelirsem! Ama şimdi yüzeceğim” dedim.

Hakem kibar ve tatlı bir adam. “Madalyanızı vereceğiz. Vardınız sayılır, tören için bekliyorlar” diye üsteliyor.

Sonunda Serkan kabul etti. Beni de ikna etti. Tekneye çıktık. Suda kalan diğer yüzücüleri topladık. 4 buçuk saat yüzmüştük. 30-40 dakika yolumuz kalmıştı. İlerde iki yüz metresi kalan bir yüzücüyü de çıkarmaya çalışıyordu hakem.

“Yahu bırakın adam yüzsün, gelmiş işte” dedim. Fakat bir baktım, adam nakavt olmak üzerde olan bir boksör gibi karaya paralel yüzüyor. Kafa gitmiş.

Onu da tekneye çektik. Karaya 100 metre kala, hakem izin vermemesine rağmen Serkan ile suya atladık. Yüzerek vatan topraklarına çıkma tadını aldık. Bizi karşılayan görevli hiç uzatmadı, madalyayı taktı.

Arkadaşlarımız günlerdir denizden dönmeyen denizci kocalarını bekleyen karadullar gibi yolumuzu gözlüyordu.

Fotomuhabiri İbrahim’e beklemekten fenalık gelmiş. Bir yerde uyukluyordu. Bir ara ambulans sesleri duyunca makineyle oraya koşmuş, “Herhalde bizimkilerdir” diye.

Akşam öğrendik, bir yüzücü yolunu şaşırmış, 6 saat sonra hipoterminin eşiğindeyken bulunmuş.

NEFESİM BEBEK GİBİ AÇILDI

HAKKA YÜZDÜ...

Arkada Meis, madalya sevinci...

Karaya ulaştığımda gözüm hiçbir şey görmüyordu. Aklımdaki tek şey dün mantı yediğim restorandı. Son beyin hücrelerimi buranın konumunu hatırlamakta kullandım.

Mercimek çorbası, anne böreği, yaprak sarma ve hünkârbeğendi yedim. Üzerine de dondurma... Bir daha yüzme ve denizle ilgili bir şey işitmek istemediğimi belirttim.

Sırtım, bacaklarım güneşten cayır cayır yanmış, bademciklerim şişmişti. Soğuktan hastalanıyorum zannettim. Serkan iki yıl önceki yarıştan sonra üç gün iğne olmuş.Fakat sonra geçti. Sebep saatlerce genzime, burnuma kaçan tuzlu suymuş.

Toparlandık, bir arkadaşımızın meyhanesinde yaptığımız manyaklığı kutladık. Gece dokuz saatlik deliksiz bir uyku çektim. Ertesi gün hiçbir yerim ağrımıyordu, nefesim bebek gibi açılmıştı. Moralim harikaydı.

ÇANAKKALE GEÇİLİR

Şimdi İstanbul’dayım. Canıma okuyan denizi, sonsuz derinliğin laciverdini, kulaçların çıkardığı bembeyaz köpükleri özlüyorum. Seneye dört saatin altına ineceğimden eminim.

Bizi penceresiz ofislere, trafiğe, çirkin otoyollara tıkayan hayatı elimin tersiyle itemiyorum. Bu hayatın da her şeye rağmen, sevecek çok yönü var.

Bizi yiyip bitiren mesleğimizi de seviyorum. Hayatın hedonist yanlarını da...

Bunlardan vazgeçmek niyetinde değilim.

Ama bunları hakkıyla, yıllarca yapabilmek için sağlıklı olmaya mecburum. O yüzden doğayla, sporla yeni bir aşk yaşıyorum.

Sabahları beni, ortaçağ işkence odalarını andıran spor salonlarında değil, İstanbul’un sokaklarında, parklarında koşarken, bu yaz sonunda Çanakkale Boğazı’ndaki yarışta dalgalarla boğuşurken görebilirsiniz.

Çünkü Hakk’a yüzmeye bir yarım asır daha hiç niyetim yok!

False